Fakat bütün bunların çok ötesinde bir yerde duruyor. Memleketin en önemli ressamlarından. Çağdaş resmin en bilinen isimlerinden. 50 yıldır çocuksu bir neşeyle resim yapmanın yanı sıra, çoook uzun yıllar Mimar Sinan Üniversitesi’nde profesör olarak ders verdi. Yakın zamana kadar...
Merak ediyorsanız, evet. Resimleri müzayedelerde gayet yüksek fiyatlara alıcı buluyor. Koleksiyonerlerin de sevgilisi. Kafası yeni projelerle dopdolu. Onlardan bahsederken gözleri parlıyor, durmadan üretiyor.
Uzun bayram tatilinde yolu Bodrum’a düşenler, ki uçak rezervasyonlarına bakılırsa sayıları hiç az değil, Devrim Erbil’in rengarenk dünyasında kaybolabilir. Zira ‘Devrim Erbil: Resmin Şairi Bodrum’da sergisi 21 Kasım’a kadar The Marmara Bodrum’da.
KURBAN’DA SANATLA BULUŞMA
Zerrin Ulusman küratörlüğünde düzenlenen sergide 35 adet eser var: Tuval resimleri, marküteri, halı, serigrafi, litografi, cam ve pleksi çalışmaları özellikle İstanbul betimlemeleriyle hayranlık uyandırıyor. Geleneksel Türk resminden alınan ilham; kendini çok incelikli bir şekilde gösteriyor.
‘Devrim Erbil Şenliği’ kamusal sanat anlayışıyla (public art) Bodrum Yarımadası’na da taşınıyor üstelik. Bu maksatla Bodrum’daki muhtelif billboard ve digiboard’lar kullanılıyor.
Sergiyle yetinmeyerek sanatla daha fazla haşır neşir olmak isteyenleri de kucaklıyor bu etkinlik. Mesela The Marmara Bodrum’da sanat söyleşileri yapılıyor. 16-19 Kasım’da Çekirdek Film tarafından yapılmış Devrim Erbil belgeseli gösteriliyor. Leziz bir hoşluk daha var; Vinkara’nın desteğiyle hazırlanan ve sanatçının eserleriyle süslenmiş özel şaraplar da Devrim Erbil’e pek yakışıyor... www.themarmarahotels.com
HAFTASONU MESAİSİ
Romanla uzun hikaye arasında, novella diyelim, nefes kesici bir kitaptı. Boyutu, kapağı ve tasarımı da insanın aklından çıkmıyordu. Kambur’dan sonra bir de şiir kitabı yazdı Gürbüz, adı bile pek çok şiirden güzeldi: Kar Yağınca Ağrıyor.
Bu karın ardından, neredeyse izini kaybettirdi. Sonra gazetelerde görmeye başladık kendisini. Saat tamircisi olmuş. İstanbul Üniversitesi’nde sanat tarihi, Cambridge’de felsefe okumuş. 1997’de Milli Saraylar’da çalışmaya başlayınca saatlerin bozuk olduğunu görüp, saat tamircisi olmaya karar vermiş.
Türkiye’nin son mekanik saat ustalarından ‘Tamiri imkansız saat yoktur’ sözünün sahibi Recep Gürgen’in yanında çıraklığa başlamış. Saray saatlerini tamir etmeyi o kadar çok istemiş ki, Gürgen’i ikna etmek için epeyce dil dökmüş. Ustası yanında yokken hiçbir saate eline sürememiş.
BİR SARAY SAATÇİSİ
Saray saatçisi Şule Gürbüz’ün günde sekiz saat çalışarak sekiz ayda tamir ettiği saatler var. Gürgen’den sonra saray saatlerini tamir edebilen son isim, kendini ‘kalfa’ olarak nitelendiriyor. Gürbüz’le en son Milliyet’ten Yasemin Bay konuşmuş. Artık bir gizeme dönüşen edebiyatçılığı bu röportajda da es geçilmiş. Yine de bu macerayı noktalamasının ipuçlarını veriyor: “Kendi kendimle olmayı, müstakil bir hayatımın olmasını isterim. Atölyede tek başıma kalsam, istediğim hayatı inşa edebilir miyim diye düşündüm. Bir saat ustası olmayı, elimin ürettiğiyle yaşamayı kendi adıma şık ve güzel buldum. Zanaat, sanat eseri oluşturmak gibi kendi kimliğinizin, isminizin ön planda olduğu bir şey değil. Yaptığınızı bir anlamda kendinizi örterek yapıyorsunuz. Bir eseri tamir ettiğimizde ona elimizin bile değdiğini belli etmemek bizim başarımız oluyor. Sabır ve dinginlik istiyor saatçilik. Ne kadar yüksek düşünceleriniz olsa da size sadece bir saatçi, tamirci gözüyle bakılmasına tahammül etmenizi gerekli kılıyor.”
Bunlar çoktan aşıldı artık. Hatta ötesine geçildi. Cumhuriyet’in ilan edilmesini fırsat bilerek bilgisayarda indirim yapanların, beyaz eşyada taksit kampanyası düzenleyenlerin ve hatta erzak satmaya çalışanların sayısına inanamazsınız.
Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ndeki resepsiyonda reisicumhurun elini sıkma şerefine erişemeyecek sade vatandaş da unutulmadı. Her meşrebe ve bütçeye uygun balolar ve geceler tertip edildi. Bunların çoğunda ‘örtü krizi’ yaşanmayacağının da garantisini verebilirim…
ÖPSÜN SİZİ CADILAR
Cumhuriyet Bayramı’nın hemen arkasından da envai çeşit Cadılar Bayramı; yani Halloween kutlaması geliyor. ‘Bakire masum kız’ dışında hemen herkesin öldürüldüğü kanlı Amerikan gençlik filmlerinden aşinayız bu temaya. Onun dışında süpürgeli cadılar, hayaletler ya da balkabağı maskeleriyle ne işimiz olur ki bizim? Mevlüt, kına gecesi ya da diş buğdayı neyimize yetmiyor?
Posta kutuma düşenlere bakıyorum da; Cadılar Bayramı’ı da tıpkı sevgililer günü, bekarlığa veda, baby shower ve bridal shower gibi, çaktırmadan çaktırmadan kendine yer yapıyor.
Balkabağı pastaları, cadı kurabiyeleri ve hayalet şekerlemeleri götürmek güzel ama mor dudaklı bir orman cadısı tarafından ısırılmak da var işin ucunda. Aman, dikkat!
HAFTASONU MESAİSİ
1. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı tatiline “weekend delight” konaklama paketi fırsatı. Fiyatlar kahvaltı dahil 135 Euro ve KDV’den başlıyor. Hilton İstanbul (212 315 60 00), Conrad İstanbul (212 227 30 00) ve Hilton ParkSA (212 310 12 00)
Saraybosna Belediye Başkanı Alija Behmen’in odası. Memleketi ufalana ufalana fındık kadar parçalara ayrılmış. Kafamın bir türlü basmadığı karmaşık bir yönetim biçimi ve onlarca bakan var. Saraybosna’da bahar göremediysek de, sonbaharda yolumuz düşmüş. Hava limonata, şehrin bir sokağı Viyana’ya benziyor, iki adım sonrası Bursa. Kıymalı ‘bürek’ Müslüman, armut rakısı Ortodoks.
Sebebi ziyaretimiz İstanbul 2010 ‘Altın Yollar’ projesinin ‘Evliya Çelebi’nin İzinde’ ayağı. İstanbul’dan başlayan bu rota Filibe, Sofya, Manastır, Üsküp, Priştine, Belgrad, Saraybosna, Mostar, Travnik, Zagreb, Zigetvar, Pecs, Mohaç, Budapeşte, Viyana, Nürnberg, Mannheim ve Ruhr bölgesi(Dortmund, Essen, Oberhausen) üzerinden yine İstanbul’da son buluyor.
EVLİYA ÇELEBİ’NİN İZİNDE
Köklerine bağlı sevimli bir Boşnak olan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç; hem ev sahibi hem de bizim gibi misafir. Sevdiği şeyleri başkalarının da sevmesini isteyenlerin telaşıyla bize Saraybosna’yı anlatıyor. Bu zarif ve hüzünlü şehri sevmeye dünden hazırız zaten.
Özlem Taner, Yasemin Göksu ve İmran Türkoğlu’ndan oluşan ‘Üç Kadın’ müzik grubu; proje rotasının uğradığı her şehirde konserler veriyor. Türkçe, Kürtçe, Lazca, Boşnakça ve Ermenice şarkılar söylüyor. Biz sadece Saraybosna ve Mostar’dakini alkışladık ama sesleri pek çok Orta Avrupa ve Balkan şehrinde yankılandı. Yazar Hülya Vatansever, fotoğrafçı Serkan Taycan ve karikatürist Semih Poroy da; bu yolculuğu kitap ve belgesel haline getirdi.
Bu arada yazının başlığı da Emir Kusturica’nın müzik grubunun bir şarkısından: ‘Ko ne voli Radovana ne docek’o Djurdjevdana!’ (Radovan’ı -Kradziç- sevmeyen, bahar görmesin)
HAFTASONU MESAİSİ
1. Athena’yı özleyenlere iyi haber. Grup, sekizinci albümleri ‘Pis’i bu akşam Beyoğlu Jolly Joker Balans’ta tanıtıyor. Bilet fiyatları 45 ve 89 lira.
Madem bir parti başlatmanın en kısa yolu kırmızı bir ateş yakmaktan geçiyor o zaman yaşasın kırmızı elbiseler! Hele de kırmızı artık “yılbaşı” sözcüğünden ayrı telaffuz edilemez hale geldiyse...
Bayram sabahı kucağınıza alarak uyuduğunuz kırmızı rugan pabuç hikayesi çoktan bayatladı. Sokaklar artık kırmızı ayakkabılı ve çizmeli kadınlarla dolu. Davetlerde, partilerde bile baştan aşağı simsiyah giyinip altına kırmızı topuklu ayakkabıları çeken kadından geçilmiyor. Bir aralık da kırmızı ceket modası sarmıştı ortalığı. Bir erkek arkadaşım bu durumla “Eyvah, kırmızı urbalılar geliyor” diye dalga geçerdi. (Teksas, Tommiks kültürü olanlar espriyi anlamıştır.)
Benim de kırmızı ayakkabılarım var. Çok ucuza aldığım ve gayet ucuz da görünen ama giymekten bıkmadığım kırmızı rugan botlarım, kırmızı bir paltom, birkaç tane kırmızı elbisem, kırmızı kazaklarım ve ara sıra allık niyetine de kullandığım kırmızı bir rujum var. Bir de daha genç ve zayıf olduğum dönemlerde üstümden çıkarmadığım kırmızı bir pantolonum vardı.
HERKESİN KENDİ KIRMIZISI VAR Boğa burcu olduğum halde kırmızı beni öfkelendirmiyor, tam tersine neşelendiriyor, sakinleştiriyor. Sanki 40 yaşından sonra artık rahat rahat kırmızı giyemeyecekmişim gibi geliyor ve bu nedenle ne zaman yeni bir şey alacak olsam elim hep kırmızıya gidiyor. Kırmızının fotoğraf makinesi, lap-top ve cep telefonu gibi dijital aletlere de çok yakıştığını düşünüyorum. Kırmızıyı sevmediğim tek yer dekorasyon ve ev eşyaları. Sürekli kırmızı görmek ve bu renge bakmak kırmızıyı sevenleri bile sinirlendirip, dikkatini dağıtabilir. Çünkü kırmızı maruz kalınacak değil, özenle seçilecek ve başka şeylerle eşleştirilecek bir renk.
İmaj danışmanı Özlem Çakır bir toplantıda “mutlaka herkese uygun bir kırmızı vardır” demişti. Hem sarışınlara hem kumrallara hem de esmerlere yakışan nadir renklerden biri kırmızı. Yalnız kızılların biraz dikkatli seçimler yapması ve biraz daha bordo tonlarına meyletmesi gerek.
Kırmızının bu kadar sevilmesinde ton seçeneğinin çok olması da etkili muhakkak. Nar çiçeğinden şarabi bordoya, kan kırmızısından Karmen kırmızısına, domates kırmızısından kiremit rengine kadar istemediğiniz kadar tonu var. Buna rağmen aslında temelde iki tür kırmızı bulunuyor: Bazında mavi olan soğuk kırmızılar ve sarı olan sıcak kırmızılar. Biliyoruz tabii, kırmızı tabiatı gereği sıcak bir renk ama terminoloji icabı “soğuk ve sıcak” diye ayrılıyor. Sıcak kırmızılar esmerlere, soğuk kırmızılarsa sarışınlara daha iyi gidiyor.