90 yaşındaki antik uygarlıklar dedektifi

Cumhuriyetimizin yetiştirdiği Akurgal'lar olmasaydı, Anadolu'da doğup büyüyen, birbirleriyle harman olan uygarlıkları nereden öğrenecektik?

Akurgal'lar olmasaydı toprak altında kalan tarihi zenginlikler nasıl gün ışığına çıkacaktı? Akurgal'lar olmasaydı bunca arkeolog nasıl yetişecek, bunca eğitim kurumu nasıl kurulacaktı? Akurgal'lar olmasaydı bunca tarihi şehir nasıl ortaya çıkacaktı?.. Arkeoloji dünyasının uluslarası simgesi Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, bugün 91 yaşında ve hálá görevinin başında. İzmir Bayraklı'daki Kültür Bakanlığı'nın iki katlı mütevazı kazıevine gidip ak saçlı Ekrem hocayı görün, yıllardır Anadolu'nun zenginliklerini gün ışığına çıkaran ellerinden öpün.

Biz öyle yaptık. İşte Anadolu arkeolojisinden aldığı ışıkla dünya uygarlığını aydınlatan Ord. Prof. Dr. Mehmet Ekrem Salih Akurgal.


Ekrem Akurgal 1911 yılında bugün İsrail sınırları içindeki Hayfa'nın Tulkarem kasabasında dünyaya gelir. Çoğunluğu Araplardan oluşan yerli halk ailenin bu ilk erkek çocuğunun doğuşunu silah sesleriyle süslenen bir şölenle kutlar.

- O günden sonra benim adıma bağlı olarak babama Ebu Ekrem, anneme de Ummu Ekrem diye hitap etmeye başlamışlar. Büyükannem, sol omuzuma altın yerine Fatih döneminden kalma bir Osmanlı sikkesi takmış. Doğduğum çiftlik, sonraları arkeoloji dünyasında büyük önem kazanan Caesaria kentinin yanıbaşında. Böyle şeylere inanmam ama, sikke ve çiftlik ileride arkeolog olacağımın işareti miydi dersin?..

Ekrem üç yaşına bastığı gün ailece önce İstanbul'a, oradan da halasının Akyazı'daki çiftliğine giderler. Hersek Müftüsü Cabizade Ali Fehmi Efendi'nin eşi olan halasıyla yaşayacaktır küçük Ekrem.

- Konakta haremliğiyle, selamlığıyla 11 koca oda vardı. Sarnıçtan tülbentle süzerek içtiğimiz böcekli suyu hiç unutamam. O zamanlar Türkiye'nin en fakir, en acıklı, en zor yılları. Fatih'teki evimizin elli metre ötesindeki bir konakta Rufai tekkesi vardı. Doktorumuz, dişçimiz ya Ermeni ya Rum ya da Yahudiydi. Alışveriş yaptığımız insanların hepsi de Rum ve İranlıydı. Türkler ise fakir köylü, biçare memur ve zavallı askerdi. Düşünün, o kadar dindar olan mahallede Rufai tekkesinin yanında veya müderrisin evinin yanındaki bakkal, adı Mihal olan bir Rumdu.

PADİŞAHIM ÇOK YAŞA

Akurgal 1917'de başladığı ilk öğrenimine Mercan Sultanisi'nde başlar.

- Pazartesi, perşembe yarım azat, yani yarım gün ders yapıyorduk. Eve giderken Sancak-ı Şerif önünde ‘‘Padişahım çok yaşa’’ diye bağırırdık. Doğrusu tembel bir öğrenciydim ve 5. sınıfta kaldım. Ertesi sene Vefa İdadi'sine geçtim ve şahane bir talebe oldum. İki sene sonra 7. sınıfta yine kaldım. Tembellikten değil, Şehzadebaşı'ndaki kahvelerde bilardo ve poker oynamaya daldığım için. Yine de orta mektebi birincilikle bitirdim ve 9. sınıfta İstanbul Lisesi'ne geçtim ve işi büsbütün azıttım.

Ekrem hoca diyet kolasından bir koca yudum aldıktan sonra bastı kahkahayı.

POKER VE ZAMPARALIK

- Dinle dinle yahu!.. Yaptım ben bunları. Bir ara Sultanahmet'teki YMCA adlı kulüpte azınlık çocuklarıyla boks yaptım, burnum kırılınca vazgeçtim. Çok iyi poker oynardım, hem de nasıl öf öf!.. Hep kazanırdım, çünkü oyunda azami zararımın ne olacağını peşinen kabul ederdim. Elime iyi kağıt gelmişse hiç belli etmezdim. Babıali'deki İkbal Kıraathanesi'nde meşhur sporcularla, yazarlarla poker oynuyordum. Daha sonra Beyoğlu'nda poker oynamaya başladım. Bir yandan da azınlık kızlarıyla zamparalık yapıyorduk. Bir gece oturup babama mektup yazdım; ‘‘Muhterem pederim ben sapıttım, beni okula leyli (yatılı) ver’’ diye. Babam hemen geldi ve beni okula leyli yazdırdı, bir senede düzeldim. Yener bey, ben en kötü hallere düştüm ama kurtuldum.

YAZAR OLMAK İSTEDİM

Ekrem hoca, Meral'inden bir bardak su istedikten sonra devam etti.

- En büyük arzum edebiyatçı, şair, yazar olmak, durmadan şiirler, hikayeler yazıyorum. Bir gün Ahmet Haşim'i yakalayıp şiirlerimi gösterdim, bekliyorum ki beni tebrik edecek. ‘‘Oğlum sen derslerine çalış’’ deyip beni başından savdı. Hikayelerimi Peyami Sefa'ya götürdüm; ‘‘Güzel ama sen çok oku’’ dedi. Hayatım boyunca hep esef etmişimdir, niye yazar olamadım diye. Liseyi birincilikle bitirmeme rağmen hiçbir üniversitenin imtihanına girmedim. Laf olsun diye hukuka yazıldım ama, sonra sonra beni sardı. Bu arada Atatürk'ün tarih teziyle de ilgileniyordum. Bir gün Cumhuriyet Gazetesi'nde fotoğrafımı gördüm, gözlerime inanamadım. Meğer İstanbul Erkek Lisesi 1930 ve 1931 mezunlarından üç kişiyi Avrupa sınavlarına aday göstermiş. Sevinçten uçtum, belirtilen günde söylenen yere gittim. Fransızcam güzel, edebiyatım kuvvetli, genel bilgim iyi. Tarih okumaya gidecekler için 6, arkeoloji için 1 kontenjan vardı. Ben arkeolojiyi işaretledim ve kazandım.

Avrupa Avrupa duy sesimizi, bu gelen Ekrem'in ayak sesleri.

- Yener bey, 1932 sonbaharında gönderildiğim Almanya'da Almanca, İngilizce, Latince ve Yunanca öğrendim. Devletin parasıyla mükemmel bir öğrenim yaptım. O tarihte 1 Alman markı 2.5 liraydı, ben 96 lira aylık alıyordum, yani yaklaşık 250 mark. Alman öğrenciler 80 markla geçiniyorlardı, düşün. üstelik Hitler iktidara geldiğinde yabancı para getirdiğini ispat edene 1 TL karşılığında 6.5 mark ödüyordu. 1935'ten 1941'e kadar 600 mark gelirim vardı. Birinci sınıf pansiyonlarda kalırdım, özel terzilerden giyinirdim, güzel kızları yemeğe davet ederdim.

SÜMER KRALININ ADI

Akurgal Berlin Üniversitesi'nde 1940 sonuna kadar 8 yıl ünlü arkeolog Gerhart Rodenwaldt'ın yanında klasik öğrenimini yapar. Bir yandan da Helen ve Roma arkeolojisi, eskiçağ tarihi, klasik filoloji, eski Yunanca, Bizans sanatı, İslam ve Türk sanatı ve felsefe tarihi darslerine devam eder. Dahası da var.

- Bir yandan da Hans Ehelhoff'un yanında gönüllü olarak üç sömestr Hititçe çivi yazısı öğrenmeye çalıştım. Tam Lykia kabartmaları üzerine doktora tezimi veriyordum ki, Hitler'in Polonya'yı işgal edeceği haberi yayıldı. Uluslararası Arkeoloji Kongresi'nin dördüncü gününde müfettişlik Türkiye'ye dönmemiz talimatını verdi. Macit Gökberk ve Reşat İzbırak'la birlikte elimizde radyo, üç günde Alman sınırını aştık. Türkiye'nin savaşa girmeyeceği öğrenilince yeniden Almanya'ya döndüm ve doktoramı tamamladım. Bu arada soyadı kanunu çıktığında babama Akurgal'ı önerdim, beğenip kabul etti. Akurgal aslında bir Sümer kralının adı. Sümercede A: su, KUR: ülke, GAL: büyük demek. Akurgal Büyük Su Ülkesi demek oluyor senin anlayacağın.

KAZILAR BAŞLIYOR

Akurgal, 1940 Kasımında vatanına döner. 1 Ocak 1941 günü ise Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nin genç ve yakışıklı bir asistanıdır.

- Berlin'de hazırladığım Harpy Anıtı üzerine olan çalışmamı doçentlik tezi olarak verdim. Türkiye'de yazılı tezle doçent olan ilk kişi benim. Ordinaryüslüğü de seçimle alan ilk kişi benim, 1957'den önceki ordinaryüslüklerin hepsi atamayladır. Arkeoloji bölümündeki kitap sayısını ona katlayarak 6 bin cilde çıkardım, ama aslında bu rakamın 30 bin olması lazım. 1948 yılında kazılara başladım. Öğrenciler arasından yetenekli olanları seçerek güçlü bir kadro kurdum. Rasgele değil, belli bir plan ve program içinde eski İon kentlerinin araştırılmasına başladım. Böylece 50 yılı aşan süre içinde Eski İzmir, Foça, Sinop, Daskyleion, Pitane ve Erythrai kazılarını gerçekleştirdim. Bugün üniversitelerde hocalık yapan birçok değerli kişi işte bu kazılardan yetişti. 1956 yılında Türk Sanat Tarihi Kürsüsü'nü kurduk, ‘‘Anatolia’’ adlı dergiyi çıkardık. Bu dergi yüzünden adımı solcuya çıkarttılar. Ne yazık ki bu dergi sonraları pek feci şekil aldı.

TÜRKİYE'YE BORÇLUYUM

Dünyada onbinlerce kitabı satılan Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal'a Almanya Büyük Liyakat Nişanı Yıldızlı Rütbesi ile‘‘Goethe’’ madalyasını, İtalya ‘‘I Cavalli d'Oro di San Marco’’ ve Fransa ‘‘Legion d'Honneur’’ nişanlarını verdi. Türkiye ise Kültür Bakanlığı ödülünü yeterli bulmuş. 90 yaşında hálá dünya uygarlığını aydınlatmak için kazılarda didinen, kitap yazan bu bilim adamının göğsüne ‘‘ Devlet Üstün Hizmet Madalyası’’ takmayı sanki çok görmüş.

- Varsın takmasınlar. Türkiye bana her değerli şeyi verdi. Bayar'dan İnönü'ye, Sunay'a kadar bütün cumhurbaşkanları beni kabul ettiler, Evren hariç. Ben yaptıklarımla çok mutluyum, huzur içindeyim. Bunu da beni okutan, beni yetiştiren Türk toplumuna borçluyum. Son nefesime kadar hiçbir karşılık beklemeden yine ülkemin hizmetinde olacağım.

Türk arkeologlar çok başarılı

İyi bir arkeolog, her şeyden önce kongrelerde tartışmalara katılacak, serbestçe konuşacak derecede bir yabancı dil, özellikle İngilizce bilmelidir. Ayrıca yapacağı araştırmalar için Almanca, Fransızca ve İtalyanca da anlaması gerekir. Bugün birçok arkeoloğumuz dünyanın çeşitli yerlerinde rahatlıkla profesör oluyor, bu büyük bir başarıdır. Türk arkeologlar Türkiye'de kazı yapan yabancı meslektaşlarıyla yarışacak düzeydedir. Türk profesörlerin dünyada başarı kazanmaları için dışarda da görev almaları şart. Yetiştirdiğim gençlerle uzun yıllar beraber çalıştım, başarılı oluşumda onların katkısı büyüktür. Ben değerli bilim adamları yetiştirdiğim için, değerli bilim adamıyım. Yeni Türk gençliği çok şahane.

İlime siyaset karıştı

Türkiye'de sosyal bilimler, 1983'ten sonra hızla tükenmeye başladı, birçokları bunun farkında değil. 1943'ten 1983'e kadar üyesi olduğum, Genel Sekreterliğini yaptığım Türk Tarih Kurumu'nun devletleştirilmesiyle birlikte tarih ve arkeoloji çalışmaları niteliğini kaybetti. Ayrıca son yıllarda ilime siyaset de karışır oldu. Bunca yıldır büyük emeklerle yetiştirdiğimiz gençler, ancak Avrupa'da yapabildikleriyle Türk ismini ve Türk ilmini sürdürüyorlar. Eğer başarım varsa bunun nedeni bilimin geniş alanlarında çalışmış olmamdandır. Meslek hayatında başarılı olmak istiyorsanız, işinize aşkla bağlı olacaksınız.

Bayar, Sunay ve Korutürk siyasete girmemi istedi

Celal Bayar benim siyasete girmemi çok istiyordu. Çok yakın arkadaşım Ethem Menderes vasıtasıyla Demokrat Parti'ye katılmam konusunda bana ısrarlarda bulundu. Daha sonraları Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk de bu konuda bana imalarda bulundular. Cevdet Sunay bir keresinde beni Çankaya Köşkü'ne çağırarak Dışişleri veya Kültür Bakanı olmamı çok arzu ettiğini ifade etti. Herhangi bir partiye üye olmadan Meclis dışından tayin edilecektim. Sunay'la iki saate yakın konuştuk, sonunda dedim ki ‘‘Lütfettiniz ama, o makamlarda beni rahat bırakmazlar, istediğimi yaptırmazlar. O zaman böyle göreve gelmenin ne anlamı var?’’ dedim.

Filozof olmak isterdim

İlk eşimden Ali ve Murat adlı iki oğlum var. Ali 53 yaşında, ODTÜ mezunu süper zekalı bir elektrik mühendisi, NETAŞ'ta çalışıyor. Murat ise 48 yaşında, benim gibi arkeolog ama, biraz mirasyedi.

Mesleğime aşığım, ama yeniden dünyaya gelecek olsam filozof olmayı tercih ederim.

1992'de Fransız Akademisi Eskiçağ Bölümü asil üyeliğine seçildim, oradaki koltuğum ölünceye kadar Akurgal adını taşıyacak.

Türkiye'de şeriat tehlikesi değil, şeriat sıkıntısı var. Bununla uğraşanlar artık bir sonuca varamazlar, Türkiye geriye gitmez.



Yazarın Tüm Yazıları