Paylaş
Matematiğe Giriş sınavı...
Sınav kağıtları dağıtıldığında sorulara bakıyoruz... Enigma’yla şifrelenmiş bir metni andırıyor.
Gayet olağan buluyoruz bu durumu... Matematikle aramız hiç olmamış, geçinmeye de gönlümüz yok.
Derse de hiç girmezmişimiz zaten.
Sosyoloji bölümündeyiz, Matematiğe Giriş’e uğramadan mezun olmak niyetindeyiz.
Belki sağdan soldan birileri yardım eder diye, oyalanıyoruz bir süre.
Lâkin koca amfide tanıdığımız, hatta yüzü âşina gelen bir Allahın kulu yok. Bizden büyük de görünüyorlar, biraz.
Bir umut... Yarım saat, 45 dakika filan geçiyor öyle.
Sonra sınav kağıdının üstündeki “Matematik Bölümü 4. Sınıf Sınav Soruları” başlığı gözüme ilişiyor. Reha’ya da gösteriyorum.
Eeee... Biz Matematik Bölümü’nde okumuyoruz ki.
* * *
Epey yanlış bir sınava girmişiz. Ve yanlış sınava, yani Matematik Bölümü’nün son sınıf öğrencilerinin sınavına girdiğimizi, onca zaman sonra anca idrak etmişiz.
O şaşkınlık, dağınıklık içinde, bir de “Yahu biz Sosyoloji’deyiz, yanlış sınava girmişiz...” diyerek veriyoruz kağıtları.
Tabi tüm amfi, zekaları kadar gür kahkahalarla uğurluyor bizi.
Biz de gülüyoruz ama, bari salaklığımızı bu denli afişe etmeseydik diye hayıflanıyoruz biraz.
* * *
Meğer karınca duası gibi yazılıp pencerelere asılan sınav günü listelerine yanlış bakmışız... Ve bizim bölümün sınavı 2 gün önce yapılmış.
Güldük tabi. Ama o sınavı kaçırmamızın başımıza açtığı dert, beklediğimizden ömürlü oldu.
Zira o dersin o dönemki hocası, herhalde “Bunlar Sosyoloji’de, matematiğe girseler nolur, girmeseler nolur” yahut “İleride ayağıma dolaşmasınlar” gibilerinden final sınavına “giren” herkesi geçirmiş.
Tabi sınava giremeyen ikimiz hariç.
* * *
Sonra o hoca değişti, dersimizi “Matematiksiz hayat, hayat değildir” hocası devraldı.
Gittik, konuştuk, anlattık. “Valla ben anlamam, çalışır geçersiniz...” dedi.
Haklıydı. Kendimizi masasındaki antika abaküsün boncuğu gibi hissettik.
Tamam çalışacağız da, adı “Matematiğe Giriş” de olsa, biz meseleye 4 işlemle, çarpım tablosu seviyesinden başlayacağız.
Çünkü yolumuzu, geleceğimizi, lisede de matematik-fenden uzağa Edebiyat bölümüyle çizmişiz. Temel sıfır... Üniversite düzeyinde matematik, bizim için uzay bilimi.
Üç yıl ayağımıza dolandı, o “giriş” dersi... Sonra yine hoca değişti, hallettik.
* * *
Evet hatalı tamamen bizdik bu mevzuda... Kabahat bizimdi. Elbet sınav tarihine doğru bakmalıydık. Eşşşek kadar adamdık, filan. Doğru.
Lâkin o son hocanın anlayışı olmasa, müfredattan kısa süre sonra kaldırılan o tek ders yüzünden fakülte birincisi olarak bitirdiğim, akabinde akademisyen olarak kaldığım bölümümden, belki bir yıl geç mezun olacaktım.
Öyle olsaydı, belki o yıl asistanlık sınavı açılmayacaktı... Zaman geçecekti...
Zincirleme bir dizi muamma.
* * *
Bütün bunları, bu yıl 1 dakika geciktiği için sınava alınmayan, 1 dakikayla 1 yılını, belki hevesini, moralini, isteğini de kaybeden, belki bugün taptaze bilgisi 1 yılda eskiyecek olan öğrencileri görünce düşündüm. Dershaneydi, kurstu, stresti, paraydı cabası...
İşte, bizde “okul” denilen şeyi “meret” yapan, bu gibi şeyler silsilesidir aynı zamanda.
Üstelik “sınava geciken” o öğrencilerin “kabahat”inin, yukarıda anlattığım bizim savruk hatalarımızla alakası yok. O örnekte hata başka yerde...
Yarın devam edeceğim.
Paylaş