Paylaş
Birisine güvenmemin tek ya da ana ölçütü bundan ibaret değildir elbette. Ötesi bir sürü ilişkinin, etkileşimin yolu ille de “güvenmek”ten geçmez.
Lâkin utanan insanın başını önüne eğen, kızaran, mahcup çehresini görünce, içimde bir sıcaklık, gönlümde bir meyil peydah olur.
Zira utanmanın, insanın içinde değer yahut en azından önem verdiği bir şeylerin varlığını işaret ettiğini düşünürüm.
Belki başa çıkamadığı, kendini yetersiz gördüğü ama önemsediği, cürmünce “kılavuz” bir şeylerin...
Çünkü kendini yetersiz, başarısız, hatta eksik hissetmek, kendini geliştirme, onarma isteğinin ilk kıpırtısıdır.
O insanın kendinden, hayattan, dünyadan -hâlâ- bir şeyler beklediğinin de kuvvetli ipucudur zannımca.
* * *
Sait Faik, “İki Kişiye Bir Hikaye”sinde yemek yerken utanan, yemeğini ayıpmış gibi gizlice yiyen insanlardan sevgiyle söz eder.
Öyle hâller, benim de aklıma fırından taze çıkmış nostaljik somunlar gibi sıcak duygular getirir.
Ama meramım, sadece yanakları kızartan o çocuksu, saf, az güvensiz utanma hâli değil.
Sosyal mi sosyal, güçlü mü güçlü insanların, yaptıklarından, söylediklerinden, hatta bazen düşündüklerinden utanmasının/utanmamasının peşindeyim.
* * *
Utanmak, kibir denilen en büyük günahın belki de en doğal panzehiridir.
Yalanın, iftiranın önündeki son engeldir.
Utanmanın empatiyle, “terbiye”yle, özeleştiriyle, vicdanla yakından alakası vardır çünkü.
Anlamak, algılamakla da...
Bir şeyi utanarak anlarsan, bir daha kolay kolay unutamazsın. Kulağını, sevdiğin, değer verdiğin öğretmenin çekmiştir.
İnsanın yaptığı hatayı nispeten masum da kılar.
Özür dilemenin, idrak (dank) ederek kabullenmenin eşiğidir.
“İnsanlığımdan utandım”, yahut “İnsan hiç mi utanmaz” deriz ya, işte tam da “insan” olmanın nemenem bir şey olduğuna dair “Giriş” bölümündeki ana başlıklardan birisidir utanmak.
Vicdanı örten külü üfleyen tedirgin nefestir.
* * *
Bütün bunlar şüphesiz “utanma duygusundan yoksunluğu” da peşisıra sürükleyen bir durum.
Hayatını, değerlerini kendi çıkarları, kendi yargıları üzerine kuran insanlarda da bu yoksunluğa rastlarsın, günlük hayatta, ekonomide, siyasette de...
Hükmetmek hırsıyla yapılan siyasetin, o yolda herşeyi politikleştirmenin, amacına ulaşmak için her aracı uygun görmenin, ne sonuçlar yaratabileceğine aşina bir nesiliz.
Böyle bir siyasi zihniyetin öncelikle utanç yoksunluğuyla seyrettiğine inanırım. Vicdanı, utanmayı ayıklayarak çıkmalısındır yola.
Çünkü utanç, öncelikle bir şeye, bir duruma karşı kendini yetersiz, başarısız, hatalı, mahçup hissetmekle ilgilidir.
Eh, yüksek siyaset söylevinin sırmaları içinde bunu kabul etmek, politikadan öte meziyetler, “kürsü laubaliği”nden öte hakiki samimiyetler gerektirir.
O nedenle siyaset ekranlarında en zor rastlanacak tek yüz, belki de utanan, yanakları kızaran, mahçup olan bir yüzdür.
Sadece siyasetle filan ilgili değildir bu durum. Bayisini, toplumun her kesiminde, her köşesinde, her mevzuda açabilir.
Ne sağı-solu vardır, ne belli bir tarihi, coğrafyası, ne sosyal sınıfı, ne inancı...
* * *
Utanmazsın...
Bu sana vicdansızlık gibi bir tür geçici “konfor”, hâl ve davranış serbestiyeti sağlayabilir.
Ama utanç denilen duygunun seni yenileyen, içerlerini süpüren, hırslarına çekidüzen veren, “insan” eden, “iyi” eden nimetlerinden uzak kalırsın.
Kibirin, umursamazlığın, bencilliğin saltanatı tek odalıdır. Nihayetinde yalnız da kalırsın...
* * *
Utanmaya ihtiyacımız var.
Utanma duygusunu yitirmediğimizi her fırsatta ispatlamaya da...
Paylaş