Yeşil pul ise, tam 700 bin araçta 700 ile bin 500 euro arasında bir masraf gerektiriyor.
Almayan araçlar kent merkezine girerse, 80 euro ceza ödeyecek.
* * *
Aklıma hemen Ankara’da her merkezde dumanını lokomotif gibi savura savura gezinen, hatta tavanına uzanan egzosuyla tüten toplusu, özeliyle cümle “taşıt” geldi.
Geldi de, mesele zaten önceliğin, ehemmiyetin neye verildiği...
Eğer tüm mevzunuz, derdiniz Ankara gibi “otomobil öncelikli” bir şehirse, gerisi -yayalar dahil- teferruattır.
Yayaya değil otomobillere verilen öncelik, kendine has inşasını, ardından
Başkanların, başkan adaylarının derya-deniz -buldumcuk- vaatleri seçimlere kalsın... Hepsi, laf-ı güzaf.
Ama bazı insanlar denizin sesini, nefesini getirebiliyor bozkıra.
“Denizin çocuklarından, dağların çocuklarına selam” götürüyor...
Getiriyor da, yaşlanamadan, hatta yaş alamadan gidiyor bazen.
Eğer müziği, şiiri varsa öyle veda edenlerin...
Onların ölümü de asla ihtiyarlamıyor bellekte.
* *
Dokuz yıl olmuş,
Haberlerdeki gibi emekli Orgeneral Evren desem, yargı rütbelerinin sökülmesine ve orgenerallikten erliğe düşürülmesine karar verdi, nitekim...
Bir zamanlar TV’de yayınlanan “Güzel ve Dahi” yarışmasına katılan manken-model Rüya kızımızın kulakları çınlasın...
Yarışmada “Bu kim ve ne iş yapıyordu” babından gösterilen ünlülerin fotoğrafları arasında Evren’in siması belirince, yapıştırmıştı cevabı:
“Astsubay?..”
(Gelecek kuşaklar da, bu davanın ardından onu “farklı” hatırlayacaklar)
Evren’in önce kaldığı lojmanda ifadesi alındı. Savcı -12 Eylül’e nazire mi bilmem ama- 12 soru yöneltti “sanık”a...
O da -
Yeni ambleme karşı yüz binlerce imza toplanır, onlarca dava açılır, yargı amblemi -defalarca- iptal eder, Valiliği, Danıştay’ı, Yargıtay’ı ile kullanılmasını yasaklar ama nafile.
Gökçek, yargının yasakladığı amblemde mini rötuşlar yaparak, yıldız sayısını 3’ten 5’e çıkararak (dolasıyla ambleme değişmiş süsü vererek) mevzi savaşını sürdürür.
Gün gelip yargıyı, yasaları dolanma imkanı kalmayınca da, bu kez kedi logosu girer devreye…
“Yüz Yıl Savaşları” gibi 20. yüzyıldan 21. yüzyıla gark olan amblem savaşında, yargı kedi logosunu da iptal eder.
Ama karşılık, “kedi çevikliği”yle gelir.
Logoda önce kediye bıyık takılır, bir süre sonra o da iptal edilince kedinin 3 tel olan bıyık sayısı, 2’ye indirilir ve logo -tüm itirazlara rağmen- yine aynen geçirilir Belediye Meclisi’nden...
(“Bıyık takma”
“Sol”un uzlaşamama efsanesine tipik örnek ise, yerel seçim sonuçlarıdır.
Ki, ne zaman yerel seçim gündeme gelse, Ankara’da raf ömrünü çoktan tüketen uzlaşma sözcüğü hemen tedavüle çıkar.
* * *
Misal, 1994 seçimleri...
Önce “Yahu yapmayın, etmeyin” kıvamında uzlaşma olanağı aranır, ardından mahut inatlaşma zemininde sol oylar SHP-CHP-DSP arasında bölünür.
Ve sadece 6 bin oy (binde 45) farkla RP adayı Melih Gökçek başkanlığı kazanır.
94 seçimlerinde “sol’un toplam oyu 537 bin, RP’nin oyu ise 393 bindir...
Siyaset bilimciler, böylesi bir ittifakın
Ama uzlaşma sürecinde “almak” kadar “vermek” de önem taşıdığı için, iktidarın-muhalefetin, hasmın-yandaşın her türlü halet-i ruhiyesi, duyguları işin içine girer. İnatla, girer…
“Aldım, verdim, ben seni yendim”dir oyunun (da) adı sonuçta.
* * *
Kurban pazarlığının, eteklerdeki taşları döken karşılıklı sallama ritüeline dönüşür bazen.
Bakarsın müzakere münazaraya, taviz tacize, makuliyet mahcubiyete, mukabele mükabereye yani sözleri manasız, çıkışı haksız da olsa karşı tarafı ağız kalabalığıyla susturma çabasına dönüşür bir anda…
Acemisiyizdir uzlaşmanın.
Ne de olsa, hep savaşı, çatışmayı anlattılar bize, barışı anlatmadılar.
Hemen her durumda da masaya bi gelir-gider.
Ve duruma okkasını “uzlaşma”dan çok, o eski, ağız dolusu haliyle “mutabakat” kelimesi kazandırır.
* * *
Türkiye’de “siyaset imkanı”, birilerine göre ne zaman tıkansa (ki sık tıkandığı bir tarihten geliyoruz), ortaya değişik adlarla bir “Milli Mutabakat Hükümeti” önerisi atılır mesela.
Hatta Balyoz iddianamesinden mülhem; önce darbe yapılsındır, ardından da Milli Mutabakat Hükümeti ilan edilsindir.
Sonrası, ya hey...
* * *
“Kandırıkçı”,
Neden hiç kıpırtı yok belediye meclisinde? Üyeler neden tedbir almadan oturuyorlar?
Çünkü yağmur geliyormuş bugün. Üyeler neden yeni düzenlemeler yapsınlar?
Yağmur geldi mi bir kez, zaten düzeni-düzensizliği o sağlar. (Odur kabahatli, o olur herşeyin suçlusu...)
Ünlü konuşmacılarımız nerde peki, neden her zamanki gibi söylev çekmiyorlar?
Çünkü yağmur geliyormuş bugün, yağmur, sağanak pek aldırmaz lafa söze...
Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa? (Nasıl da asıldı yüzü herkesin)
Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar, neden herkes dalgın dönüyor evine?
Çünkü hava karardı,