Paylaş
Evet, riyaya düşman olanların Nietzsche’ye dost olmaları son derece doğaldır. Çünkü riyaya bulaştırılmış değerlerin oluş yerine ölüş getirdiğini, insanlığın dikkatine sunan ruhların başında Nietzsche gelmektedir. Şöyle diyor:
“Ahlak ve erdeme ilişkin her sözün ardında bir sahtekârlık ararım.”
Riya ile kirletilmiş değerlerin, kendilerinden beklenenin tam aksini verdiklerini en güzel biçimde ifade eden sözlerden biridir bu…
Batı’da değerlerin hastalanmasına emperyalizm ve sömürgecilik tutkusu, Doğu’da ise riyakârlık sebep oldu.
Batı, bu yüzden doğan büyük sarsıntıyı durdurmak için, insanlığı teori enflasyonuna boğarken Müslüman Doğu, çareyi dine yalan söyletmekte buldu. Kur’an’ı mezarlığa hapsedip dini mezhep ve tarikat yorumlarıyla kotarması bundandır.
Bütün dünyada, hastalığa uğrayan değerlerin başında din gelmektedir.
Aslında, her devirde, hastalanan değerlerin başında din vardır. Çünkü riyakârlık ve sahtekârlığın el attığı birinci alan daima din olmuştur. Bunun içindir ki, Kur’an, din sınıfı, din kisvesi kabul etmemiş, dindarlığın insanlar arasında bir değer ölçüsü olması yönündeki geleneksel anlayışı da yıkmıştır. Kur’an’ın en büyük devrimlerinden biri işte bu anlayışı getirmesidir.
Bu anlayış, Kur’an dışında hiçbir kutsal metinde yoktur.
Dindarlık, sadece Allah ile insan arasında bir değer ölçüsü olacaktır, insanla insan arasında değil. Bunun içindir ki, ‘dindar memur, dindar işçi, dindar milletvekili, dindar cumhurbaşkanı’ istemek, Kur’an’ı gönderen Allah’ı değil, şeytanı memnun eder. Şeytanı memnun etmeyi dindarlık sayanlar ise yakalarını Allah’ın elinden kurtaramazlar.
Din değerinin hastalanmasına biri Batı kaynaklı, biri Doğu kaynaklı iki tavır sebep oldu. Batı; dini, sahtekârların, hazır yiyicilerin, akıl ve bilim düşmanlarının tünediği bir izbe haline getiren engizisyon cellatlarının kişiliğinde mahkûm ederek insanlığı, sonsuz ve ölümsüzle bağı olan bu kurumdan soğuttu, onu âdeta öz anasına düşman hale getirdi.
İslam-Doğu ise, Kur'an'ın antiklasik ve dinamik ruhunu; Araplaştırma ve Allah ile aldatma aracına dönüştürerek, İslam ve din adı altında, Deniz Feneri soygununda örnekleşen bir ‘kutsal sömürü düzeni’ yarattı.
DEMOKRASİ ADINA RİYAKÂRLIK
Hastalanan değerlerden biri de demokrasidir.
Günümüzde, en uç sosyalist ve kapitalist ideologların aynı iştahla savundukları ‘demokrasi’, yaşadığımız dünyada, gerçekten hasta bir kavram durumundadır.
İslam’ın büyük vicdanı Muhammed İkbal (ölm. 1938), “Demokrasi insanları tartacağı yerde sayar” diyordu.
Yakınışın esası bellidir: Sonuç sayıya göre saptanacağından ‘tartı’yı hareket noktası alacak kitle, yani şuurlu kitle yetiştirmemek demokrasi sömürücülerinin hedefi olacaktır.
Ve öyle olmuştur. En azından Türkiye’de öyle olmuştur.
Çünkü yine İkbal'ın ifadesiyle, “İki yüz eşekten bir tek insan fikri çıkmaz.”
Demokrasiyi, gidecekleri yere varmada kullanılacak tramvaya benzeten bu ikiyüzlüler ‘kendisinden fikir çıkmayacak adam’ yetiştirmeyi ve eğitimi bu amaca göre düzenlemeyi âdeta varoluş şartı bilmektedirler.
21. Yüzyılın Türkiyesinde felsefe düşmanlığının başını çekmelerinin sebebi budur.
Düşünen adam onların uykularını kaçırmaktadır.
Düşünen adamdan ‘tarikat şefini Allah gibi gören adam’ yaratamazsınız.
Türkiye’de demokrasi, taşıdığı anlama uygun bir ‘halk idaresi’ değil, tartmanın değer ve şuuruna erme yerine sayı âleti olmanın gafletine talim eden yığınların ‘hır çıkarmadan’ sömürülmelerinin güvenli yolu olarak işletiliyor. Bu manzarayı gören, gerçek ahlak ve erdem taşıyıcıları, hastalanmış bir değerler sisteminin kurumu haline gelmiş politikaya bulaşmaktan kaçıyorlar.
Hastalanan değerler gerçek anlamlarına ulaştırılmadıkça bu değerlerin inkârını, en cazip değer olarak seyretmek bahtsızlığından kurtulamayız.
Bu, insanın, bindiği dalı kesmesidir.
Oysaki mutlu yarınlar, hasta hale getirilmiş değerleri sağlıklı yapılarına kavuşturmakla kurulabilir, onları inkârla değil. Bu da, değerlerin gerçek yüzlerini, kişiliklerinde bize seyrettirecek insanlar yetiştirmekle mümkün olur.
Paylaş