Paylaş
Yıllardan beri bir gözlemimi durmadan tekrarladım: Halkımız hemen her alanda, aydınlarımızın önüne geçmiştir. Bu, özellikle din alanında çok belirgindir. Artık din adına minber ve kürsülerden vaaz verenler, bu vaazları dinleyenlere ufuk açamıyorlar. Çünkü vaazı dinleyenler, vaazı verenlerden hem daha ufuklu hem daha bilgililer.
Çok dikkat çekici bir örneği iki gün önce Hürriyet'te gördük:
Balıkesir'in Susurluk İlçesi'nin bir köyünde yaşayan Fettane Engin adlı engin yürekli, bilinçli dindar bir hanımefendi, yıllarca biriktirdiği ve bu yıl hacca gitmek için harcayacağı parasını depremzedelere ev yapılması için vereceğini ve hac sevabını bu yolla elde edeceğini Türkiye'ye ilan etti.
Fettane Teyze'nin ellerinden öpüyorum. Sergilediği bu muhteşem davranışla Allah'ın ve Peygamberimizin de onu alnından öptüklerini ve kendisine bir değil birkaç hac sevabı verdiklerini Kuran'ın beyanlarına dayanarak kendisine ve tüm halkımıza duyuruyorum.
Fettane Teyze'nin bu davranışı, Kuran'ın evrensel ve insancıl buyruklarını açık yüreklilikle ifadeye koyan din bilginlerinden beklenecek, özellikle Diyanet İşleri'nin kurmaylarından beklenecek bir davranıştır. Ama ne ilginçtir ki, biz bu beklediğimizi o kurmaylardan değil, Fettane Teyze'den gördük.
Diyanet İşleri Başkanı deprem sonrası yaptığı açıklamada, Müslüman yurttaşlardan sadece umre paralarını depremzedelere bağışlamalarını istedi, hac paraları için tek kelime söylemedi.
Depremin ortaya çıkardığı yeni şartlara göre, hac ibadetinin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini Kuran'ın verileri açısından ele alan geniş ve gerekçeli açıklamayı, birkaç güne kadar çıkacak olan ‘‘Depremin Gösterdikleri’’ adlı uyarılar kitabımızda yaptık. Burada şu kadarını söyleyeceğiz: Kuran'ın hac için öngördüğü istitaat (kudret-güç) iki temel anlam ifade etmektedir:
1- Yol gücü, yani hac yolculuğuna ilişkin sağlık ve güven, 2- Ekonomik güç.
Mevcut fıkha göre güçten ekonomik maksat, hacca gidecek kişinin bakmakla yükümlü olduğu kişilerin en az bir yıllık geçimlerini rahatça sağlayacak maddi güce sahip olması ve borcunun bulunmamasıdır.
İşin bu önemli noktası işte bu ‘‘borçlu olmama’’ meselesidir. Geleneksel kabuller ‘‘borçlu olmama’’ şartını bireysel düşünmekte ve hacı adayının borçlu olmaması şeklinde anlamaktadır. Bu anlayış Kuran'ın temel verilerine aykırıdır. Kuran, özellikle sosyal konularda bireyi değil bütünü, toplumu esas alır. Bireysel değil, bütüncül düşünür. O halde borçlu olmama ilkesi, hacı adayının yaşadığı toplumun borçlu olmamasını gerektirir.
Türkiye gibi dış borçları (deprem sonrasını dikkate alarak konuşursak) 120 milyar doları, iç borçları da yaklaşık 150 milyar doları bulan bir ülkede Kuran'ın öngördüğü istitaat şartının var olduğunu söylemek, Kuran insanına yakışan bir gerçekçilik değildir.
Biz tüm hacı adayı din kardeşlerimize, Fettane Teyze'nin davranışını İslam adına örnek gösteriyor ve hac için ayırabilecekleri parayı, evsiz, işsiz, aşsız, yetim, öksüz kalmış insanların normal hayat şartlarına dönmeleri için harcamalarını öneriyoruz. Böyle yaparlarsa bir değil, birkaç hac sevabı kazanacaklarından hiç kuşkuları olmamalıdır. Aksini yaptıkları takdirde ise şartları doğmamış bir hac yolculuğuna çıktıkları için sadece bir ‘‘Mekke-Medine’’ gezisi yapmış olacaklardır.
Karar elbette kendilerinindir. Ne var ki, bunun böyle olduğunu açık ve net bir biçimde halkımıza duyurmak da Müslüman aydınların ve özellikle Diyanet'in görevidir.
Diyanet İşleri'ni ve dindar aydınlarımızı bu gerçeği halkımıza duyurmakta kararlı, duyarlı ve yürekli olmaya çağırıyoruz.
Gerçek Beytullah (Allah'ın evi) olan insan kalbinin ıstıraplarla parça parça olduğu bir yer ve zamanda, Mekke'deki Beytullah'ı kutsamak ve harcamalarda öne almak, Allah'ın rızasını kavramış olmanın değil, göz ardı etmenin kanıtı olabilir.
Paylaş