Yalçın Granit

Dream team ve kadınlar

12 Ağustos 2004
<B>M</B>İLLİ Takım’ın hazırlık maçlarının sonunda daha dirençli daha savaşçı olduğu muhakkak. Ama öte yandan son oynadığımız USA maçlarında tarihimizin en çok turnikesini ve smaçını da yediğimiz bir gerçek.

Pota altında Fatih her geçen gün daha da gelişerek ümit veriyor. Üstelik daha Kaya, Mirsad ve Ersan var. Önümüzdeki maçlarda yediğimiz smaç sayısının azalacağına şüphe yok. Ama paslaşırken kaybettiğimiz topların sebep olduğu bedava sayıların cevabı, bu takımın içinde. Dışarıdan gelip de pas kaybımızı azaltacak başka bir oyuncumuz yok.

İki point guardımız Kerem ve Ender henüz bir sinerji yaratmıs değiller. İkisi birbirini tamamlayacak yerde, şimdilik birbirlerinin mevcudiyetinden olumsuz etkileniyor izlenimini veriyorlar. Point guard sorunun çözemediğimiz sürece büyük takım olma şansımız sınırlı.

* * *

Tanjeviç’in bizim pointlere güveni olmadığı açık seçik ortada. Kritik maçların sonunda point guardsız oynuyor. İsterseniz konuyu açalım. Kerem bize göre Avrupa’nın en iyi bire bir savunmacısı. Gayreti ve yürekliliği diğer arkadaşlarına yansıyacak kadar belirgin. Kerem’in rakip takımın pointini bunalttığı maçlarda, oynadığı takımın savunmasının üst düzeye çıkması onun istatistiklere geçmeyen en olumlu yanı. Özetle Kerem’in oynadığı takımın iyi savunma yapmaması olası değil. Ama Kerem’in savunmada kazandığı özgüvenle, başarısını hücuma da yansıttığı söylenemez. Ne yazık ki, hücumda çoğu zaman oyundan kayboluyor.

Ender’in durumu Kerem’den çok farklı. Onun hücumdaki içgüdüsü, yaratıcılığı, cinliği korkunç. Ama onun da savunması yetersiz. Türkiye’de savunmacılar ikiye ayrılır. Kerem gibi gerçekten savunma yapanlar ve savunma yapar gibi yapıp göz boyayanlar. Ender bu iki grup arasında gidip geliyor. Ender’in şutu da ona özgüven sağlayacak kadar iyi değil. Bunu soktuğu şutlardan sonra en çok kendisinin sevinmesinden anlayabiliyorsunuz. Ender’in, bu yaratıcılığı ile NBA’in, Avrupalı ilk beyaz point guardı olması mümkün. Bence, bu yol onun günlerce şut çalışıp, atacağı onbinlerce şuttan sonra açılacak gibi gözüküyor.

* * *

Uzak şut özürlü USA Takımı’nın koçu Larry Brown’un görüşü, Amerikalı basketbol yazarlarından farklı. Brown, ‘Eğer takımınızda Tim Duncan gibi dünyanın en iyi pivotu varsa, guardlar topu ona vermeden, şut atarsanız, yanlış olur’ görüşünde. USA Takımı’nda meşhur oyuncu sayısı az. Ama kafilede yeterince şöhret var. ABD’nin gelmiş geçmiş en iyi pivotlarından Bill Walton bunlardan biri.

Walton, şimdi televizyonlarda yorumculuk yapıp, gazetelere yazıyor. Reklamlarda onun resminin altında, ‘Maçları dünyada basketbolu en iyi bilenlerden biri ile yanyana oturup seyretmek istiyorsanız, bizi izleyin’ reklamı var. Walton da, ‘Takımımız pota altında çok güçlü. Atina’dan altın madalya ile döneceğiz’ görüşünde.

Biz, ‘Bu görüş, 3 sayı kuralı çıkmadan önce daha geçerli olurdu’ diye düşünüyoruz. Pota dibinden yapılan smaçların ve turnikelerin rakip takımların güvenini ve moralini bozduğu bir gerçek. Ama smaçların skor levhasındaki değeri sadece iki sayı.

Smaça, ‘Sayısal prim’ verme kuralı henüz uygulanmıyor. Siz takımınızın, her hücumda ortalama 1 sayı yaptığını göze alırsanız, 3 sayılık bir şutla, bir hücumda, 3 hücum birden yapmış oluyorsunuz. Kobe Bryant, Kevin Garnet, Jason Kidd... Bu saydığım isimlerden sadece ikisi bu takımda olsaydı, görev adamlarından kurulu ABD Takımı o zaman ‘Rüya Takım’ olurdu.

* * *

ABD Takımı’na katılmayan oyuncular, istanbuldaki patlamaları öne sürüp, ‘Haklıyız’ diyorlar. Bir çok yazar ise onlara, tam kadro olimpiyata katılan USA Bayan Basketbol Takımı’nı gösteriyor ve, ‘Kadınlar kadar cesur olamadınız. Yazıklar olsun’ diye tepki gösteriyor. Şu ana kadar USA Takımı’nın olimpiyatlarda 109 galibiyeti, 2 yenilgisi var.

Bu sayılardan hangisinin artacağını Atina’da göreceğiz.

Her sabah İstinye Koyu’ndan geçerim.. İstinye’de, teknelerin bağlandığı rıhtımın kenarında, beton zeminli küçük bir basketbol sahası vardır. Salı sabahına kadar orada hiç kimseyi görmemiştim. Ama dün sabah iki kişinin basketbol oynadığını gördüm. Potaya şut atıyorlardı. Arabadan indim, sahaya yürüdüm.

Sahada ikinci şaşkınlığımı yaşadım. Gençlerin şut attıkları potanın çemberi yoktu. İki delikanlıyı izlemeye başladım. Beni gördüklerinde bire- bir oynamaya başladılar. 5 dakika sonra yanlarına gittim. İsimleri Kenan ve Mahir’miş. ‘Bugüne kadar bu sahada kimseyi görmedim’ dedim. Onlar da bana, ‘Rüya Takım’ı izledik. Onların şutlarını, adam geçişlerini... Bu yüzden de basketbola başladık’ yanıtını verdiler.

Zaman zaman, ‘NBA yazıyorum’ diye eleştiri alıyorum. ‘NBA, Türk Basketbolu’nu öldürüyor’ sözlerini çevremden duyuyorum. İtiraf edeyim, şu iki soruyu zaman zaman ben de kendi kendime soruyorum;

- NBA’ya merak salan gençler, Türk Basketbolu’ndan uzaklaşır mı?

- Ya da, gençler, NBA’dan beslenen sevgilerini, Türk Basketbolu’na aktarırlar mı?

Bu sorunun yanıtını bilmiyorum.. Ama işte bir sabah uyanıyorsunuz ve bir bakıyorsunuz ki, iki genç çembersiz potaya şut atıyor... Bu sayı 5-6’ya çıktığı gün NBA’nin basketbolumaz katkısı tartışılmaz olacak.
Yazının Devamını Oku

Turuncu alarm

11 Ağustos 2004
<B>YİNE </B>çok gayretliydik, yine ezilmeden, bütün maç boyunca iyi mücadele ettik. Dünkü yazımda hem <B>Tanjeviç</B>’ten, hem de yardımcılarından söz ettim.Nihat İziç’ten söz etmemek ise ona haksızlık olurdu. Bu takımın yoğun mücadelesinde, İziç’in kenardan verdiği desteği kimse inkar edemez.

Ben, Nihat İziç’i, ‘Takımın turuncu alarmı’ diye niteliyorum. Oyuncuların yüreklerinde ne varsa, ortaya koymaları için, her fırsatı, doğru ve yerinde kullanıyor.

Bu iki maçın sonunda kazandığımız muhakkak olan bir oyuncu var. Serkan.. Dün gecenin en iyi oyuncusu şüphesiz ki, İbrahim Kutluay’dı. Öyle isabetli şutlar attı ki, bu maçı izleyen bütün ABD’li coachların, ‘Ahh.. Bizim takımda da böyle bir şutör olsa’ dediklerine eminim. Ama asıl önemli olan, İbrahim’in attığı sayılar değil, takım savunmasında yüklendiği sorumluluktu. Iverson’u resmen susturdu.

Artık dünyada, ‘Süperstar’ kavramı değişti. Sadece skor yapana değil, rakip takımın en iyi hücumcusunu adam adama tutan, onu susturan ve aynı zamanda sayı atan sporcuya ‘Süperstar’ diyorlar. İbrahim’in dün geceki performansı, skorerlikten çıkıp, süperstarlığa ulaştı.

Hazırlık maçlarında, ‘Takım olma’ yolunda epeyce mesafe kaydettiğimiz muhakkak. Ama ortada çözülmesi gereken bir sorun var. O da ‘Point guard sorunu.’ Takımı yönetecek, güven verecek, bir point guard bulmadan büyük takım olmamız zor. Çünkü bir takım, en zayıf halkası kadar güçlüdür.

H H H

Gelelim Amerika Takımı’na. ABD’li spor yazarlarının tümü, ‘Rüya Takım’ın şampiyon olma şartının, yalnız ve yalnız, savunmada fevkalade mücadele edip, iyi oyun sergilemelirine bağlı olduğunu söylüyorlar. Ama bu takımın, pota altını karartan, rakip takımları korkutan Tim Duncan’dan başka hiçbir oyuncusu yok.

Detroit Pistons’un, Avrupa’daki temsilcisi Faruk Akagün ile önceki gün ABD Takımı’nın idmanında dertleştim. Onun fikrine çok büyük saygım vardır. Ona, ‘Detroit Pistons takımına, Tim Duncan ile Iverson’u ekleseler, daha mı iyi olurdu?’ diye sordum. Faruk, ‘Evet, çok iyi olurdu. Haklısın’ yanıtını verdi.

H H H

ABD’de milli takım çok farklı seçenekler gözönünde bulundurularak oluşturuluyor. NBA’da her şehrin bir takımı var. Ve o şehir salonlarının dolması için ‘Kahraman’ yaratmak zorundalar. Bu bakımdan, ABD Takımı’nda her şehirden, bir oyuncu var. Aynı şehrin iki oyuncusu yok bu takımda. Kısacası, ABD hala takım olmaktan uzak.

H H H

Eskiden, olimpiyatlarda, Amerikalılar o kadar uzaktan, o kadar isabetli şut atarlardı ki, seyredenler, ‘Bu takım uzaydan mı geldi? derlerdi.

Bu takım için de, benzer ifadeler kullanılacak ama bir farkla, ‘Acaba bunlar başka bir gezegenden mi geldi. Orada hiç şut atılmaz mı?

ABD Takımı bırakın uzaktan sayı yapmayı, uzaktan bir-iki tane şut attılar o kadar. Uzaktan şut zaafı olan bu takımın olimpiyatlarda ne yapacağı çok şüpheli. Eğer, dünya takımları içinde, bu takımı yenecek başka bir takım çıkmıyorsa, ‘Dünyada basketbol Amerika’ya yetişti’ anlayışı yerle bir oluyor demektir.
Yazının Devamını Oku

Tanjevic cesareti

10 Ağustos 2004
<B>BU</B> yazıya 2000 Avrupa Şampiyonası’nda, Türkiye’yi ikinci yapan, <B>Doğan Hakyemez</B>’e, <B>Aydın Örs</B>’e ve <B>Çetin Yılmaz’</B>a teşekkür ederek başlamak istiyorum. Eğer Avrupa Şampiyonası’nda takımımızın başında bir yabancı koç olsaydı, Türk basketbolunun, Sırp atletizm hocası ve Sırp oyuncu istilasına uğraması kaçınılmazdı.

Bunun altından zor kalkardık. Bizim yıllardır yabancı koç anlayışına karşı olduğumuzu artık bilmeyen yok. Ama bir yandan böyle düşünürken, bir yandan da, ‘Acaba çok tecrübeli bir koç gelse, bir kaç yıl çalışsa Türk basketboluna yeni ufuklar açar mı?’ sorusunun kafamı kurcaladığını da söylemeliyim.

Cevap arıyorum

Tanjevic
geldiğinden beri bu sualin cevabını arıyorum. Oynadığımız hazırlık maçları ve izlediğimiz antrenmanlar sonunda, Tanjevic’in cesareti, tecrübesi basketbolumuza daha olumlu katkıları olacağı fikrini kuvvetlendirdi.

İsterseniz Tanjevic’i beraberce tanımaya çalışalım. Onun kafasındaki resim bence şöyle, ‘Burada öyle bir takım kurmalıyım ki, bir zamanlar Sırbistan&Karadağ Milli Takımı’nda olduğu gibi, tüm oyuncular, tüm yeteneklerini kullanabilsinler. 12. oyuncumuz bile cesareti ve becerisiyle, maça en kritik anda girse bile olumlu katkıda bulunsun. Başka bir deyişle, giren çıkanı aratmasın. Oyuna başlayan ilk 5’in değil, oyunun son 5 dakikasındaki 5’in tartışılmaz önemini vurgulamalıyım. Zaten Türkler genelde çok iyi şutörler. Onlara savunma ‘bir savaştır’ anlayışını yerleştirdiğim an işler çok kolayşlaşacaktır’

Her dakikası kıymetli

Tanjevic
’in bu görüşlerinin çok yerinde ve doğru olduğu bir gerçek. Bunlar bilinmeyen şeyler değil. Ama Türk antrenörler tarafından her zaman uygulandığını görmek zor. Tanjevic’in antrenmanının yoğun oluşundan idmanın her dakikası kıymetli. Ve teknik adamın görevi taktikten çok oyuncuları antrenmanın her anında konsantre etmek ve savunmada gerekli her türlü fedekarlığa hazırlamak. Koçlar oyuncuların yüreklerinde ve ciğerlerinde ne varsa ortaya çıkarmaları için uğraşıyorlar.

Şut stili, driplingi, pas gibi teknik hususlarda değişen bir sey olmayacağı muhakkak. Uğraşlar, dikkatin, cesaretin ve dolayısıyla savaşmanın dozunun artması yönünde. Pazar günkü Amerika maçında Tanjevic’in bazen aşırıya kaçan cesaretini görmemek imkansızdı. ‘Uzak şut özürlü’ rakibine karşı 1 dakika bile zone savunma yapmadı.

Belki inanmayacaksınız ama o koca ABD Takımı zaman zaman kafa karıştırmak için zone denedi. Ama İbrahim ve Serkan gereken cevabı hemen verdiler.

Oyunun ilk yarısında Tanjevic’in cesareti, yaptığı oyuncu değişiklikleriyle de göze çarptı. Türk Milli Takımı’nda kendi takımlarında bile yer bulamayan gençler göreve soyundular. Oyunda bazen öyle 5 kişi ile oynadık ki, seyirciler ‘Dream Team oyuncularının isimlerini bizimkilerin isimlerinden daha çok biliyorlardı’ desek abartılı olmaz.

Kaya açığı kapatır

Taktiğe başvurmayışımız bizim oyuncularımızın özgüvenini artırdı. Bu husus ilk maçın en olumlu katkısıydı. Tanjevic’in hayalindeki 12 kişilik dev kadro gerçekleşir mi derseniz, kadroda olmayan Kaya, Ersan, Mirsad, Mustafa Abi ve o gün oynamayan Hidayet’i eklerseniz, hayalin gerçekleşmemesi için ciddi bir sebep gözükmüyor.

Tanjevic’in şöhretsiz ama yetenekli gençlere, Milli Takım’da şans tanıması aynı gençleri bench’te çürüten Türk koçları acı acı düşündürmelidir. Pazar günkü ABD maçı Türk Milli Takımı’nın tarihinde en çok smaç yediği maç olsa gerek. Ama Kaya’nın gelişi pota dibindeki zaafımızı giderecektir. Hücumda ise pas sayısı artacaktır. ABD’liler basketbolun gelişmesi için akla hayale gelmeyen aletler keşfediyorlar. Son zamanlarda üzerinde çalışılan alet antrenmanlarda ayak bileğine takılan ölçü aleti. Bunda o oyuncunun hızı bir maçta katettiği mesafe ölçülüyor. Bu aletler bizde kullanılıyor olsa, eski model olanların değiştirilmesi gerekecekti. Çünkü Tanjevic devrinde daha çok koşulacağı aşikar.

Yarından korkmuyoruz

Tanjevic
hakkındaki fikirlerimizi açıklarken yarından korkmuyoruz. Onun hayallerini gerçekleştirmek için yeterli zamanı var. Sonra hep birlikte izleyeceğiz. Bildiğimiz tek bir şey var. Tanjevic’in ilk ve son yabancı koç olma olasılığı çok yüksek. Türkiye’de yıldız oyunculardan iyi koç olmaz kanısı yaygındı. Erman Kunter bu görüşün yanlış olduğunu kanıtladı. Şimdi ise sahaya Levent Topsakal ve Orhun Ene çıkmak üzereler. Ben bu iki süper yeteneğin hayatlarını basketbola adamalarının son yıllarda basketbolumuzun en büyük şansı olduğuna inanıyor ve onlara bu kararları için teşekkür ediyorum.

Sakatlanma riski

Mehmet Okur
ve Hidayet Türkoğlu’na, özel bir yer ayırmalıyız. NBA’de en olmadık şeylerin istatistiği tutulur. Aslında NBA, ‘İstatistikler toplamının yorumu’dur. İşte bu istatistikler gösteriyor ki, yaz liglerinde veya milli takımlarında oynayan oyuncuların sakatlanma riski daha yüksek.

Çünkü NBA’de bir sezonda, (Play-off dahil) 100 maç oynanıyor. Bu 2-3 günde bir maç demek. Buna rağmen bu oyuncularımız Milli Takım’da forma giyiyorlarsa onlara teşekkür etmeliyiz. Sacramento Kings’in yıldızı Stojkoviç, olimpiyatlarda oynamayacağını açıkladı. O zaman Hidayet Türkoğlu ve Mehmet Okur tebrit etmek gerekir. Bu zor şartlardan gelip mili formayı giydikleri için.
Yazının Devamını Oku

Rüya mı kabus mu

8 Ağustos 2004
Amerikalılar 2003’e kadar, ‘Biz hangi takımla sahaya çıksak şampiyon oluruz’ inancındaydılar. Ama Indianapolis’te her şey değişti. Yeni dünya artık, ‘Rüya mı, kabus mu?’ sorusuna yaş ortalaması 23 olan bir takımla cevap arıyor. RÜYA Takım kavramı, 1992 Barcelona Olimpiyatları’nda ortaya çıktı. Barcelona’ya kadar tüm olimpiyatlarda USA Takımı, amötör kolej oyuncularından oluşuyordu. Ama Amerikalılar 92’de, amatörlerden kurulu USA Basketbol Takımı’nın, gelişmekte olan dünya basketboluyla artık başa çıkamayacağını sezdiler ve milli takımlarını NBA oyuncularından oluşturmaya karar verdiler.

Profesyonel NBA oyuncuları da, ilk defa ülkelerini temsil edip, olimpiyat madalyalarını boyunlarına takma fırsatını kaçırmadılar. Gerçekten de NBA’in ve dünyanın en iyi basketbolcuları koşarak Barcelona’ya gittiler. Aklınıza, ‘Süperstar’ deyince kim geliyorsa, Michael Jordan, Magic Johnson, Larry Bird, Patrick Ewing, Scottie Pippen gibi hepsi oradaydı.

Turnuva boyunca Kukoc’un önderliğindeki Yugoslavlar dahil, tüm takımların heyecanı onlara karşı maç kazanmak değildi. Tek arzuları rüyalarında görseler inanmayacakları bu yıldızlar topluluğuna karşı forma giyip, onlarla birlikte fotoğraf çektirmekti. Ve ‘Rüya Takım’ hiçbir maçta zorlanmadı.

Onur mu risk mi?

Ama Barcelona’dan sonra işler değişti. Dünyada basketbol gelişme temposunu artırdı. Barcelona’daki NBA yıldızları teker teker basketbolu bırakmaya başladılar. NBA’de kazanılan paralar astronomik rakamlara çıktı. Yeni, genç yıldızlar da sakatlanmak korkusuyla milli takımda oynamayı bir onur meselesinden çok, bir risk olarak görmeye başladılar.

Bu yüzden de Amerikalılar 1996 ve 2000 oyunlarına yıldızlar topluluğundan çok, ‘Gönüllüler Takımı’yla katıldılar. Tabii, oynanan maçlarda çekişme arttı. Rüya Takım’ın bugüne kadar oynanan olimpiyat maçlarında henüz hiçbir yenilgisi yok. Bu yüzden de Amerikalılar hala, ‘Biz hangi takımla sahaya çıksak şampiyon oluruz’ inancındaydılar.

Böylece 2003 Dünya Şampiyonası’na sıra geldi. Indianapolis’te Shaquille O’Neal, Kobe Braynt, Kevin Garnett, Jason Kidd ve daha birçok yıldız yine yoktu. Şampiyonluk iddiasıyla yola çıkan Amerikalılar kendi ülkelerinde yapılan turnuvada inanılmazı gerçekleştirdiler, üst üste maçlar kaybedip dünya altıncısı olabildiler.

O günden beri, ‘Dream Team’ kavramının bir, ‘Rüya mı, yoksa bir kabus mu?’ olduğu tartışılıyor. Amerika’nın, Atina Olimpiyatları kadrosu bugüne kadarki en genç oyuncularından kurulu. Amerikalılar, ‘Rüya mı, kabus mu?’ sorusuna yaş ortalaması 23 olan genç bir takımla cevap arıyorlar. Aralarında geleceğin yıldızları yok değil. Ama bugün için ‘Süperstar’ denebilecek sadece Tim Duncan ve Allen Iverson var.

Üstelik USA Olimpiyat Takımı, tamamen siyah oyunculardan kurulu. Kadroda bir tek beyaz oyuncu yok. Koçların ise istatistikçi Purnell hariç, hepsi beyaz. ‘Amerikalı beyaz basketbolculara ne oldu, neredeler?’ diyorsanız, bu konu kitaplara sığmayacak kadar geniş ve ilginç. İleride konuşur tartışırız.

Siyah oyuncular üstün atletik yeteneğe sahipler ama paslaşmayı sevmiyorlar. Dış oyuncuların kolay paslaşmalarını adeta küçümseyip, ilgilenmiyorlar bile. Onların akıllarında sadece havada uçup, smaç vurmak veya pota dibindeki karambollerde spektaküler paslar verip, alkış toplamak var. Üstelik aralarında uzak mesafe şutlarında süper hiçbir oyuncu yok. Tabiatıyla dışarıda hızlı paslaşmayan, uzaktan isabetli şut atamayan bir takımın, zone savunmalara karşı şansı az.

Zone savunma ve ABD

İtalyanların, USA’yı tarihlerindeki en korkunç bozguna (95-78) uğratmalarının esas sebebi, tüm oyun boyunca uyguladıkları zone savunmaydı. Almanlar da, (Son saniyede Iverson’un şans eseri giren şutu olmasa) kazanacakları maçta 40 dakika zone yaptılar. Bu maçtan sonra USA koçu Larry Brown, ‘İşimiz zor. Artık belli oldu, kalan tüm maçları zone savunmaya karşı oynayacağız’ diyordu.

Ama Sırbistan-Karadağ maçı sadece Brown’ı değil herkesi şaşırttı. Sırplar maça adam adama oynayarak başladılar. Eğer siz bir takıma karşı, 40 dakika zone yapıyorsanız, bu taktik bir anlamda sizin oyuncularınıza duyduğunuz güvensizlikten kaynaklanır. Kendi kendinize, ‘Biz bunları bire bir tutamayız. Onlar bizden daha iyi oyunculara sahip, biz en iyisi oyuncularımızdan çok taktiğimize güvenip zone savunma yapalım ve 3 saniye koridorunda toplanarak pota dibini karartalım’ dersiniz.

Sırp koçlar daha cesurlar. Ben Obradoviç’in maçtan önce soyunma odasında oyuncularına, ‘Siz ABD’lilerin, İtalya ve Almanya maçını unutun. Onlar korkularından zone yaptılar. Biz S.Karadağız. Ben size güveniyorum. Çıkın onları adam adama oyunla durdurun. Onlardan bireysel olarak daha iyi olduğunuzu dünyaya ispatlayın’ dediğine eminim.

Sırbistan dopingi

Ama olay böyle gelişmedi. ABD’liler, S.Karadağ maçına başladıklarında, onların da adama adama oynadıklarını görüp önce gözlerine inanamadılar. Birkaç dakika içinde, aradıkları savunmaya karşı istedikleri gibi oynayıp oyuna ısındılar. Ve özgüvenlerine kavuştular. Obradoviç ikinci çeyrekte, adama adama oyunun sökmediğini görüp zone savunmaya döndü. Ama iş işten geçmiş, Amerikalılar kişiliklerini bulmuşlardı.

Bu da doğal olarak savunmalarına yansıdı. İkinci 10 dakikada sadece 9 sayı yediler. Üstelik Sırp oyuncular, zone savunmaya döndüklerinde, ‘Demek ki biz bunlarla bire bir başa çıkamıyoruz’ kaygısına kapılıp, Dünya Şampiyonu Sırp takımını izlemeye gelen 18 bin kişinin maçtan çok önlerine bakmalarına neden oldular.

Tabii hemen akla, ‘Bu akşam Tanjevic bizim takıma zone savunma mı yaptıracak, adam adama mı oynatacak?’ sorusu geliyor. Tanjevic de cesur bir koç. Ama durum farklı, Obradoviç’in işi zor. Birkaç güne kadar Sırp oyunculara kaybettikleri özgüveni kazandırmak zorunda. Bizim ise, koçumuz yeni, oyuncularımız genç. Adeta yeni bir takım kurma gayreti içindeyiz.

ABD’lilerin bu gece, Avrupa’daki en iyi oyunlarını oynama olasılığı yüksek. Milli Takımımız ise eylül ayındaki seçmelere hazırlanıyor. Biz maç kazanmak kadar, oyuncu kazanmak, takımı, takım yapmak yolundayız. Bu yüzden sergileyeceğimiz direnç skor tabelasındaki sayılar kadar önemli.
Yazının Devamını Oku

Takım egosunu yerleştiremedik

10 Eylül 2003
Türk basketbolunun, Avrupa'nın en iyilerinden biri olduğu kesin. Şu anda en iyisi olmaya çaba gösteriyoruz. Takım egosunu gerçekleştirirsek bu olur. <B>Türkiye</B>'de bu iddiada başka bir spor dalı yok. MİLLİ Takımımız'ın Avrupa Şampiyonası'ndaki performansı basketbola son zamanlarda ilgi duyanlar için üzücü görünüyor. Ama basketbolu, geçmişinden bugüne kadar takip edenler için bu sonuç üzücü değil. Bundan 10 yıl önce Sırbistan'a yenilip üzüleceğiz desek, kimse inanmazdı. Sırbistan maçının ve belki de turnuvanın en çarpıcı sahnesi, Sırp oyuncuların ortada birleşip halay çekmeleriydi. O kadar çok sevindiler ki bizi yendiklerine. Onlar Türkiye'yi yendik diye seviniyorlarsa, bizim üzülmememiz lazım.

Önce çıkma şuuru

Bu turnuvada da gördük ki, bizim derdimiz kişisel egolar. Bakın Sırbistan takımına. Onlarda bir tane NBA oyuncusu var ve onlar bu oyuncuya ekstra şans verip kendi içlerinde eritmişler. Biz de ise 4-5 tane NBA ya da NBA oyuncusu ayarında basketbolcumuz var. Biz bu oyuncuların şuur altındaki öne çıkma huylarını yenemedik. Bu takıma, şahsi

ego yerine takım egosunu yerleştiremedik. Önce takım oyunu diyerek, oyuncunun kafasından bireysel istatistiği atmak kolay değil. Türkiye'de ‘‘Team ego’’ kavramı yok ne yazık ki. Basketbolun en büyük isimlerinden Bill Russel yıllarca bireysel istatistikleriyle zirveye oturmuştu. Russel bir kitap yazdı. Kitabında, ‘‘11 yıl şampiyon olduk. Basketbol hayatımda tek üzüldüğüm şey 12. şampiyonluğu kazanamamak oldu’’ diyor. İşte team ego kavramı bu. Önce takım. Ama tüm bunlara rağmen Türk basketbolunun, Avrupa'nın en iyilerinden biri olduğu kesin. Şu anda en iyisi olmaya çaba gösteriyoruz. Takım egosunu gerçekleştirirsek bu olur. Türkiye'de bu iddiada başka bir spor dalı yok.

Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda kenar yönetimin yanlışı yoktu. Ama handikapı vardı. Teknik yönetimle oyuncular uzun zaman birarada olursa bunun hem avantajları vardır, hem de dezavantajları. Uzun süre birliktelik, heyecan ve coşku faktörlerini bir dereceye kadar kısıtlıyor. Bunların yerini daha çok takım anlayışı ve özveri alıyor. Ama bu anlayışlar bazen öne çıkar, bazen çıkmaz.
Yazının Devamını Oku

Bir kıvılcım yeter

30 Temmuz 2003
Başarılı müessese kulüplerimiz var, seyircileri yok. Spor kulüplerimizin ise seyircisi var, ama onlar da yatırım yapmıyor. Tribünler boş kalınca da sponsorlar destek vermiyor. Başbakan ve bakanlarımızdan rica ediyorum; Türk basketboluna omuz verin. Başbakanımız Erdoğan'ın vereceği olumlu bir kararla, Türk sporunda da tarihe geçme şansı var.

Ülke olarak son yıllarda içine düştüğümüz ekonomik krizden basketbolumuz da nasibini aldı. Son iki yılda kulüplerimizin yaşadığı sıkıntılar arttı. Krizin ardından yeniden bir çıkış yakalamak isteyen basketbolumuza yeni bir ivme kazandırmak ve bugün içine düştüğü sorunlardan kurtarmak için neler yapabiliriz? Galatasaray geçen sezon bir ilke imza atarak basketbol şubesini özerkleştirdi. G.Saray'da özerk basketbol şubesinin başkanı Yalçın Granit'e Türk basketbolunu, içine düştüğü sıkıntıları ve çözüm yollarını sorduk. Bakın basketbolumuzun duayeni neler söyledi...

* Yıldız Milli Takımımız'ın başarısı gelecek için size ne düşündürüyor?

Hep söylüyoruz, Türk milletinin basketbol yeteneği çok fazla. Bizim çocuklarımızın topa, çok yumuşak bir dokunuşları var. Topu ellerinde okşar gibi tutuyorlar. Bir sürü ülkenin çocuğu elinde pin-pon raketi varmışcasına pata küte dripling yaparken, bizim driplingimizde o topa temasın verdiği sıcaklığın bir hakimiyeti var.

Özetle Türk çocuğu basketbol topunu seviyor, top da Türk çocuğunu seviyor. Buna bir de bizim nişancılığımız ekleniyor. Türk milleti nişancı bir millet. Top hakimiyeti ve nişancılık basketbolumuzun en önemli iki vasfı. Bu yüzden ben iddia ediyorum ki, Türk basketbolu için başarı sınırsız. Yıldız takımının aldığı sonuç bunun açık ve seçik ıspatı. Bu yeteneklere Nihat İziç'in kazanma hırsı da eklenince, sonuç böyle oluyor.

İki kulüplü Milli Takım

* Ulusal takım düzeyinde başarılı oluyoruz, ancak kulüp seviyesinde sıkıntılar karşımıza çıkıyor. İki kulüple lig oynuyoruz. Seyirci az, bu sorunları nasıl aşacağız?

Dünyada müessese takımları ile spor kulüplerinin birarada oynadıkları bir lig yok, bu yalnız Türkiye'de var. Bundan, benim müessese takımlarına karşı olduğum anlaşılmamalı. Bugün Ülker ve Efes Pilsen, Türkiye'nin en köklü basketbol kulüpleri olarak görülüyorlar. Artık müessese kulübü değiller.

Müessese kulüplerinin olmasının Milli Takım'a çok faydası var. Çünkü Türkiye'deki en iyi oyuncuların yarısı Ülker'de, yarısı Efes'te. Bir başka deyişle, Ülker ve Efes her antrenman yapışında bu çalışmaları siz bir anlamda Milli Takım idmanı sayabilirsiniz. Bu yüzden dünyada bir arada en çok çalışan milli takımın başında bizimki geliyor. Müessese kulüplerinin her şeyi var. Yalnız iyi oyuncular değil, en iyi menajerler antrenörler ve kendilerini bu işe adamış ciddi yönetim kuralları var. Ama seyircileri yok.

Teslimiyetçi anlayış

O yüzden Türk basketbolunun problemi, Milli Takım'da değil, Milli Lig'de. Seyircilerin olmayışı onların suçu değil. Çünkü, Türkiye'de çocuklar ilk okuldan itibaren üç büyük spor kulübünden birinin hastası oluyorlar. Bu tutkunun yerini müessese kulüplerinin alması çok güç.

Seyircinin olmayışının asıl sebebi spor kulüpleri. Çünkü 12 yıldır hiçbir spor kulübü Türkiye'de şampiyonluk kazanmış değil. Son şampiyonluğu 1991 yılında Fenerbahçe kazanmış. Bugünkü şartlar değişmezse önümüzdeki 10 yılda Ülker mi, Efes mi daha çok şampiyon olur, tartışmasını yaparız.

Bu geçen 10 sene spor kulüplerinde bir kadere razı olma, boyun eğme kavramı yaratmış durumda. ‘Müesese kulüplerinin parası ve imkanı çok. Biz onlarla boy ölçüşemeyiz’ anlayışı spor kulübü yöneticilerinin beyinlerinin arkasına yerleşmiş durumda. Hele son yıllarda müessese kulüplerine yenildiklerinde üzülmüyorlar bile. Her yıl başa oynamak hırsından ve iddiasından biraz daha uzaklaşıyor.

Tribünlerin boş olmasının esas sebebi bu. Gözümüzü kapayıp, şöyle bir hayal kursak; Abdi İpekçi'nin önünde binlerce genç spor kulübünün taraftarı var, ama içeri maça girmiyorlar. Ve spor kulübü yöneticilerine sesleniyorlar, ‘Kazanacak takım kurun, tribünleri dolduralım.’ Düğüm buradan başlıyor.

Final kaderi değiştirecek

* Peki çözümü nasıl olacak? Spor kulüpleri müessese kulüplerine oranla biraz daha şanslılar. Onların daha pahalıya yaptıklarını, daha ucuza gerçekleştirebilme şansları var. Bu avantajı niye kullanmıyorlar?

Spor kulüplerinde bugün başa oynayacak takım için gerekli para, sadace 1 milyon dolar. Oysa müessese kulüplerinde 1 milyon dolarlık oyuncular var. Spor kulüplerinin müessese kulüplerine karşı bir tek avantajları var; o da coşku. Tribünleri dolduran taraftarlarının onlara aşıladığı itici güç. Bütün mesele, tribünleri doldurmaktan geçiyor.

Çizeceğimiz bütün imaj resim buradan geçiyor. Kolay değil. O seyirciler basketboldan giderek daha iyi anlıyorlar. Geçen sene F.Bahçe-G.Saray oynarken tribünler neredeyse doluydu. Mucize gerçekleşmek üzereydi. Ama ertesi hafta Efes-G.Saray maçında sadece 40 genç G.Saraylı taraftar vardı. G.Saray'ın kazanması mümkün olmadığı için maça gelmemişlerdi.

Spor kulüplerinin en büyük problemi mali sıkıntı. Bugün herhangi bir TV kanalına sorsanız, ‘Basketbol ile niye ilgilenmiyorsunuz?’ deseniz, alacağınız cevap hep aynı: Boş tribünlerin görüntüsünü çekmekten sıkıldık. Tribünleri doldurun maçları yayınlamak için sıraya girelim.

Geçen sene aynı problemler vardı. Bir parça hamle yapılır gibi oldu. Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Erdoğan Toprak, TRT'den spor kulüplerine 500.000 dolar ödetti. Üstelik Garanti Bankası hiç hesapta yokken üç kulübe parasal yardımda bulundu. Biz kendimizi hem Erdoğan beye, hem de Ergün Özen'e yürekten borçlu hissediyoruz.

Diğer sponsorlar da aynı televizyon kanalları gibi. Sadece spor kulüplerine duydukları yakınlık onlara yetmiyor, ödedikleri paranın karşılığını almak istiyorlar. Spor kulüplerinin markalarının satılması da tribünlerin dolmasına bağlı.

Hepimizin görevi

* Son günlerde Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel ile bazı çevreler arasında tırmanan gerilimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Turgay Demirel,
her türlü maddi ve manevi riski göze alarak Türk basketbolunu 1. kattan alıp zirveye taşıyor. Bunu da tek başına yapıyor. Tabii ki yönetim kurulu üyeleri, teknik adamlar gibi yardımcı unsurlar var, ama Türk basketbolunu bugünkü noktasına getiren yegane güç Turgay Demirel. Karşısında, Türkiye'nin kişilikli, güvenilir, bilgili, görgülü menajer ve spor yazarlarından bazıları var. Bu gerilimli havayı dağıtıp, karşılıklı sevgi ve saygı ortamını yaratmak hepimizin görevi. Eğer bunu yaratamazsak Türk basketbolu beklenildiği noktaya gidemeyecektir.


Medyada

yeri büyüyecek



Ben iddia ediyorum, G.Saray ile F.Bahçe'nin tıklım tıklım dolu Abdi İpekçi Salonu'nda oynayacakları finalin ertesi günü Türkiye'de basketbolun kaderi değişecektir. Türk basketbolunun yeri medyada büyüyecek, TV kanalları yayın için sıraya girecektir. Abdi İpekçi'nin dolması, İzmir ve Ankara basketbolunun problemlerine de çare olacaktır. Bunun için spor kulüplerinin geçici de olsa TRT'nin ciddi yardımına ihtiyacı var. Eğer bu sene TRT spor kulüplerine 1'er milyon dolar yayın hakkı öderse, sezon sonunda Türk basketbolunu kimse tanıyamaz. Şu anda iki tarafa da açık bir çizgi üzerinde duruyoruz. TRT'den ciddi bir destek gelmezse, spor kulüpleri bırakın başa oynamayı, seneler sonra elde ettikleri Avrupa kupalarında oynama hakkını bile kullanamazlar. Ama 3 spor kulübünün elinde az sayıda da olsa gayet iyi Türk oyuncular var. TRT'den ciddi yardım gördükleri anda, bu ezici, üzücü, kahredici Birinci Lig tablosu değişir. Bu kısır döngü kırılır. Çözüm bugünkü hükümetin elinde.

Getireceği ihtişam büyük

Ben buradan Spor Bakanı’ndan, Maliye Bakanı’ndan hatta eski bir sporcu olan Başbakanımız’dan rica ediyorum; Türk basketboluna omuz verin. İhtiyaç duyulan para, getireceği ihtişamın yanında çok hafif. Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın vereceği olumlu bir kararla, Türk sporunda da tarihe geçme şansı var. Ne demek istediğim, Başbakanımızın dolu tribünler önünde oynanan, izlemeye geldiği ilk maçta, onu dakikalarca ayakta alkışlayacak genç seyircilerimiz tarafından daha iyi anlatılacaktır. O kapının önünde bekleyen 10.000 genç sizin ilginizi bekliyor.

Kendi ayakları üstünde durur

* Özerklik kulüplerimize ne getirir?

G.Saray'da bizim özerkleştirme çalışmaları nedeniyle Başkanımız Özhan Canaydın'a teşekkür borçluyuz. Bu uygulamanın henüz çok başarılı olduğu söylenemez. Henüz G.Saray basketbol camiasını biraraya getirebilmiş değiliz. Bunun için de ümidimiz, Tarabya Metin Oktay Tesisleri'nin alınıp, açılabilmesidir. Olumlu yapabildiğimiz yegane şey bu.

G.Saray’da açık söylemek gerekirse 50 senedir futbolun kazandığı para basketbola harcanmış durumdaydı. O yüzden de G.Saray'da basketbolun başı, futbolun önünde hep önündeydi. 50 senedir ilk kez geçen yıl G.Saray Basketbol Şubesi kulüpten, özellikle futboldan bir tek lira almadan seneyi geçirdi ve 3. oldu.

Bu üçüncülükte Erman Kunter'in payı çok büyük. Ayrıca ona katkıda bulunan 1905 İş Adamları Derneği'ne de teşekkür ediyorum. Erman Kunter'in esas faydası, ekibi ile birlikte günde 12 saat her gün çalışarak takıma getirdiği iş ahlakı. Bundan sonra G.Saray'da bunun değişmesi mümkün değil. Erman'ın getirdiği uygulama devam edecek.

Birlikte çalışmalıyız

Bugün takımın başında Halil Üner var. G.Saray Kulübü'nde Halil Üner ve Cihansever Yeşildağ ile beraber, 15 sene sonra ilk kez şampiyonluk kelimesi mırıldanır oldu. Bugün Türkiye'de spor yazarlanın tümü Basketbol Milli Ligi'nin iki ayrı kümeden oluştuğunu ve Efes ile Ülker'in erişilmezler olduğunu söylüyorlar. Bu tespit çok doğru. Ama olayı tesbit etmek yetmiyor. Hep birlikte bu olaya çare üretmek zorundayız. O yüzden benim kendi inancım, bütün spor yazarı arkadaşlarımızın ilk görevi, bu soruna çare üretmek ve spor kulüplerinin gelişmesini ayakları üzerinde durmasını sağlamaktır. Bu karşılıklı görüşme ile dikkatleri basketbolun üzerine çekebileceksek tarihi bir olay gerçekleştirmiş oluruz.

Bu yardım yapılır, hayal ettiğimiz spor kulüpleri başa oynama şansını yakalarsa, tribünlerin dolacağı muhakkaktır. Tribünlerin dolduğu an basketbol futbolun karşısında başı eğik durma tavrını bırakacaktır. Sponsorlar, yaptıkları yatırımların karşılığını alacaktır. TV'ler de maçları yayınlamak için sıraya girecekler ve kısır döngü bitmiş olacaktır. Kısır döngünün bitme sinyali binlerce gencin gelip seyrettiği basketbol maçı olacaktır.
Yazının Devamını Oku

Sadece Duncan

17 Haziran 2003
BU final serisi, Amerika'nın beklediği, arzuladığı, NBA finali olmaktan uzaktı. Serideki maçların hiç birinden karşılıklı skor çıkmadı. Ortalama 80 - 85 sayı ile oynandı. Bu ortalama Avrupa'da 60 sayı ile biten maçlara karşılık geliyor. NBA maçlarının 48 dakika oynandığı düşünülürse, son maçlarda azalan ilgi ve raitinglerin nedenini de daha iyi açıklamış oluruz. Eğer 7. maç oynansaydı, final belki çok çekişmeli görünecekti ama seyirci 6. maçta sonuç belirlendiği için memnun.

İyi ki Tim vardı

Tim Duncan,
çok iyi bir oyuncu. Amerika'da herkes onu takdir ediyor. Ama Duncan hayranlık uyandıracak, tribünleri ayağa kaldıracak bir oyuncu değil. Son maçta 21 sayı, 20 ribaunt, 10 asist ve 8 blok yaptı. 2 blok daha yapsaydı (quadruple-double) tarihte bunu gerçekleştiren 4. oyuncu olacaktı. Herkes, final serisinde, ‘‘Allah'tan, Duncan vardı’’ diye dua ediyor.

Jason Kidd, oyunu çok hızlı oynayan, müthiş bir guard. Ama iki tarafta birbirini çok iyi tanıdığı için New Jersey oyunu hızlandıramadı. Böylece Kidd'in harikalar yaratma şansı azaldı. Kidd set oyununda bire birde adam geçen ve şutları sokan bir yıldız değil. Amerikalılar, bir ara Lary Bird ve Magic Johnson'ı aramışlardı. Ama şimdi Michael Jordan'ı, Kobe Bryant'ı, Shaq'lı Lakers'ı aradılar. Kidd bu açığı kapatacak oyuncu değil.

Onsuz çok zor

Bu final serisinden mutlu ayrılan bir isim var, David Robinson. 14. senesini geride bırakan Amiral, son çeyrekte en iyi oyununu oynayarak, basketbola veda etti. Robinson, Tim Duncan geldikten sonra basketbol sahalarında çok az görülen bir şey yaptı. Liderliği ve skorerliği ona bıraktı. Görev adamı olmayı kabul etti. Onun için Duncan, ‘‘Benim idolüm Robin-son'dı. Artık basketbolu bırakacak, onsuz basketbol nasıl olacak diye kendime soruyorum’’ dedi.

San Antonio'nun şampiyonluğu kazanmasında en önemli etken, şüphesiz eski bir kolej hocası olan Asistan Coach P.J. Carlecimo oldu. Başantrenör Popoviç, zone savunmayı sevmiyordu. Ama Carlecimo sezon başından bu yana, ‘‘Zone savunma yapalım’’ diye diretti. San Antonio final serisinde zone savunma yaptı ve kazandı. Jersey'in, zone savunmaya karşı, zone’un göbeğine koyacak etkili oyuncuları yoktu. Dolayısıyla bu savunmaya karşı koyamadılar. Final serisinden sonra Popoviç de, zone savunmayla gelen bu başarının arkasında Carlecimo'nun büyük rolü olduğunu kabul etti.

Kidd'in zor kararı

Önümüzdeki sezon Jason Kidd artık serbest oyuncu. Kidd'i, San Antonio almak istiyordu. Hemen hemen herkes, ‘‘Duncan ile Kidd birlikte oynarsa bu müthiş bir ikili olur’’ diyordu. Ama şimdi bu konuda şüpheler var. San Antonio'da Tony Parker bazı maçlarda o kadar iyi oynadı ki, ertesi gün gazetelerde Kidd'e yönelik yazılar çıkmaya başladı, ‘‘Sen evinde otur’’ diye. Parker onun önünü tıkar gibi oldu. Ayrıca yedek guard Speedy Claxton da iyi oynadı. Kidd'in eşi başarılı bir yazar. Onun New Jersey'den ayrılması zor. Bunu o da biliyor ki, maç sonunda, ‘‘Ne yapacaksın’’ sorusuna, ‘‘Hayatımın en zor kararı’’ yanıtını verdi.

Jersey'in coachu Scott'ın derdi, Afrikalı oyuncu Dikembe Mutombo'ydu. Mutombo, NBA'in gelmiş geçmiş en iyi savunmacılarından biri. Ama hücumda pasif, etkisiz. Onun, Duncan'ı tutması gerektiği ileri sürülüyordu. Ama coachu onu çok az oynattı. ‘‘Mutombo daha fazla oynasaydı ne olurdu?’’ sorusu herkesin kafasında yanıtsız kaldı.
Yazının Devamını Oku

Egoizm bitirdi

17 Mayıs 2003
<B>Son 3 yılın şampiyonu Lakers neden kaybetti? Niye NBA'de 4 yıl üst üste şampiyon olan bir takım çıkmıyor?</b> NBA tarihinde üç kere üst üste şampiyonluğu kazandıktan sonra, bunu tekrarlayıp dördüncü kez şampiyon olan takım yok. Ne oluyorsa oluyor 3. seneden sonra gerilim artıyor. Kazanma hırsı yerini bir dereceye kadar gevşemeye, bıkkınlığa, aşırı bir alışkanlığa bırakıyor. Herkes onların kazanmasına kesin gözüyle bakıyor, onları kazanmaya mecbur görüyor. Jordan'lı, Chicago'da da bu böyle olmuştu. Jordan, 1 yıl golf oynadıktan sonra takımına döndü. Chicago yeniden şampiyon oldu. 3 yıllık bir başarıdan sonra herkes onları yenmeye uğraşırken, oyuncuların aklında yenilmemek var. Tek hedefleri elde ettikleri başarıyı tekrarlamak oluyor.

Geçmişte Shaq ve Kobe ile büyük başarılara imza atan Lakers, yine bu ikili yüzünden mi kaybetti?

Teknik ve taktik olarak 2 süper starın oynadığı takımların avantajları kadar büyük dezavantajları da var. Shaq O'Neal ve Kobe Bryant'ın oynadığı Los Angeles Lakers için, ‘‘Eğer basketbol 2 topla oynansa onları kimse yenemez’’ diyorlar. Özellikle Kobe, özgürlükle egoizmi karıştırıyor. İşte Lakers bunu çözemedi. Yattığı hastaneden koşup gelen ve adeta hayatı ile oynayan Phill Jackson gibi bir coachın başlarında bulunduğu gelmiş geçmiş en tecrübeli kadro bile bunu başaramadı.

Ya Kobe ile Shaq'ın dışında kalan oyuncular?. Lakers sadece Shaq ve Kobe'den mi ibaret?

Başarı için onların da gerekli performansı göstermesi lazım. Yıllarca, bu oyunculara, ‘‘Görev adamı’’ dendi. Görev adamı, kendisinden bir şeyler beklendiğini biliyor ve bu deyim onlara gurur veriyordu. Ama seneler geçtikçe bu kavram değişti. ‘‘Roll player’’ (Figüran oyuncu) kavramı yerleşti. Bu kavram onların sporcu kişiliklerini ve performanslarını törpüledi. Kritik anlarda ortaya çıkmaları gerektiğinde o cesareti ve kişiliği bulamaz oldular.

Spurs'un başarısının sırrı ne?

Başlarındaki Popoviç, oyuncuları arasında anlaşmayı ve uzlaşmayı fevkalade iyi başaran, bir sinerji üstadı. Onun yönetiminde 1+1, 3 edebiliyor. Eski bir yüzücü olan ve ABD'deki bir tayfun sonrası spor yaptığı havuz yıkılınca basketbola dönen Tim Duncan da orada. Duncan çok gayretli ama bir o kadar da endişeli bir adam. Duncan'ın bu güne kadar ki görüntülerinde hep bir telaş ve faltaşı gibi açılmış gözleri vardı. Bu görüntüye hemen herkes alışmıştı. Bu maçtan sonra ilk defa onun gülümseyen bir fotoğrafını yakalamışlar. ABD'liler bu fotoğraf için, ‘‘En çok aranan ve nihayet bulunan bir görüntü’’ diyorlar ve ekliyorlar, ‘‘Tim basketbolu büyüten bir tayfun oldu’’ Guardları ise Tony Parker... NBA tarihinde ilk defa Avrupalı bir guardla, bir takım konferans finaline çıktı. Son maçta 27 sayı kaydeden Parker'in ortaya koyduğu performans, tüm Türk çocuklarına örnek olmalı. Herkes 1 metre 85 cm boyundaki Parker'e bakıp itimadını güçlerndirmeli.
Yazının Devamını Oku