Paylaş
*
Ankara’nın Kıbrıs’ta çözüm istemesinin en önemli sebebi ise enerji.
Malum, son zamanlarda Doğu Akdeniz havzasında ardı ardına doğalgaz ve petrol yatakları keşfediliyor. Kıbrıs açıklarındaki “Afrodit” sahasında 200 milyar metreküp doğalgaz ve 3.7 milyar varil petrol olduğu ortaya çıktı. İsrail açıklarında da Tamar ve Leviathan sahalarında zengin doğalgaz yatakları bulundu.
İşte bu gazın dünya piyasalarına girmesinin tek uygun yolu da Türkiye-Kıbrıs-İsrail’in anlaşmasıyla kurulacak boru hatları. ABD başta olmak üzere Batı da canla başla bunu destekliyor. Bundan kâr edecek olan ise elbette sadece Batı, İsrail, Yunanistan ve Ada’nın iki kesimi değil. Bu anlaşmayla Türkiye önemli bir enerji köprüsü haline gelecek.
Dolayısıyla tüm bu aktörler çözümü destekliyor. Bu enerji potansiyeli, Türkiye-İsrail ilişkilerinin de normalleşmesinin arkasındaki en önemli sebepti.
BATI DEVREDE
EKONOMİK kriz de Kıbrıs’taki gelişmeleri tetikleyen bir diğer faktör. Tepav’ın (Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı) 2014’te yaptığı araştırmaya göre AB genelinde ekonomiden şikayet edenlerin oranı %72 iken, Güney Kıbrıs’ta %98’di. Bugün ise kriz çok daha derin. Yunanistan’ın ekonomik durumu doğrudan Kıbrıs Rumlarını da etkiliyor. Bu da Annan Planı’nı 2004’te reddetmiş olan Rum kesiminin çözüm iradesini arttırıyor.
Uluslararası konjonktür de çözümden yana. Ukrayna krizi sonrasında Rus gazının tedariki Batı için riskli hale gelmiş durumda. Bu da Doğu Akdeniz havzasına ilgiyi arttırdı. Dahası Ukrayna’da ve Suriye’de meydanı Rusya’ya kaptıran ABD, uluslararası arenada daha aktif olma peşinde. Kıbrıs da belli ki bundan nasibini alıyor.
*
Adada iki kesimin liderinin daha önce görülmemiş derecede uzlaşmacı tavrı da umudu arttıran etkenlerden. Son olarak: Türkiye’nin dış politikasında açılan yeni sayfa, belli ki, Kıbrıs dahil birçok ihtilafın çözümünü de kapsıyor.
İRAN TERS KÖŞE
BU hafta olan bir gelişme, hep düşündüğüm bir gerçekliği yine yüzüme çarptı. İran’ın eski cumhurbaşkanlarından, şu anki Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin akıl hocası ve onun temsil ettiği reformcu kanattan gelen Rafsancani, hayatını kaybetti.
Malum; İran, ABD ile 2015’te imzaladığı nükleer anlaşma sonrasında Batı sistemine entegre oldu. Böylelikle ülkedeki reformcu kanat, muhafazakâr cepheye karşı güçlendi.
Ancak yeni ABD Başkanı Donald Trump’ın İran karşıtı söylemi ve önümüzdeki dönemde muhtemelen bu yönde bir politika izleyecek olması, İran’daki dengeleri yerinden oynattı. “ABD ile anlaşmak şeytan işiydi” diyen muhafazakârlar, reformculara karşı seslerini yükseltmeye başladılar. Bu da önümüzdeki mayısta İran’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerini muhafazakârların kazanacağı endişesini beraberinde getirdi.
*
Rafsancani’nin ölümü ve cenazesi ise bir anda reformcuları sokağa döktü. Ve ülkedeki bu damarı alevlendirdi. Şimdi bu gelişmenin, mayısta Hasan Ruhani’nin tekrar seçilme şansını yükselttiği kanısı hâkim.
Yani o meşhur cümle, yine rüştünü ispat etti: İnsanlar planlar yaparken, Allah yukarıdan kahkahalarla gülermiş.
SIVI ZAMANLARIN ADAMI
ÜÇ gün önce, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük düşünürlerinden biri hayatını kaybetti. Zygmunt Bauman, Polonyalı bir sosyologdu. Ama bence asıl, “bugün”ün en iyi tercümanıydı. Yani yaşadığımız değişime, karşılaştığımız zorluklara, içinde bulunduğumuz yeni sisteme belki de en çok kafa yoran ve bunları en iyi açıklayan adamdı.
Bauman’ın en meşhur terimi ise “akışkan modernite”ydi. Buna göre toplumdaki değişim o kadar hızlandı ki, sıvılaştı. Akışkanlaştı. Ve değişimin kendisi, tek daim olan şey haline geldi. Bunun ortaya çıkardığı belirsizlik de, artık tek belirgin olan şey. Yani eski “katı” ve belirgin yapıların ve alışkanlıkların yerini; sürekli değişen, esnek ve muğlak yapılar aldı.
*
Bauman buna bugünün yeme-içme alışkanlıklarından tutun, sosyal medyaya, yaşadığımız aşklara ve içinde bulunduğumuz siyasi ve ekonomik düzene kadar herşeyi dahil ediyordu. Bugün NATO ve AB gibi uzun vadeli ve “katı” ittifakların yerini kısa vadeli, değişken ve belirsiz ortaklıkların alması bile bunun birebir örneği. Mesela DEAŞ’a karşı kurulan “sıvı” koalisyonun, bu savaş bitince dağılacak olması gibi...
Bauman haklı. Gittikçe “sıvılaşıyoruz”. “Sıvı zamanlarda” yaşıyoruz. Önemli olan ise; bu sıvının içinde akarken, yine de bazı yerleşik insani ve ahlaki değerlere tutunmamız. Onları pusulamız yapmamız. Ki Bauman gibi düşünürler de buna dahil. Yoksa her virajda savrulup gitmemiz içten bile değil.
Paylaş