Paylaş
Bunların hepsi gerçeğe dayalı önemli tespitler, ama bu tespitlerin yapılması yararlı ve yeterli olmuyor. Katar Krizi'nin çözümünde Türkiye yerine başka ülkelerin girişimleri, kolaylaştırıcı rolleri ve arabuluculuk faaliyetleri öne çıkıyor. Demek ki krizler tarihi ilişkilerle değil güncel ve vizyon sahibi dış politika ile çözülüyor.
Türkiye Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından itibaren 1991 yılından 2009 yılına kadar dış politikasında tüm bölgelere yönelik ayırımcılıktan uzak olan, eşitlikçi, taraf tutmayan ve sorunların çözümü için tüm aktörlerle diyalog içinde olmaya özen gösteren bir dış politika çizgisi izlemişti.
Bu vizyoner dış politika çizgisi Türkiye'yi söz konusu yirmi yıla yakın sürenin son bölümünde Irak ile komşuları, İsrail ile Filistin, Suriye ile İsrail arasındaki sorunlar hakkında daima görüşlerine başvurulan ve bu sorunların çözümü için kolaylaştırıcı rol üstlenmesi istenen bir bölgesel aktör konumuna yükseltmişti.
Türkiye Körfez bölgesindeki ülkeler arasında kurulmuş olan Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ile stratejik diyalog ortaklığı ilişkisi içinde bulunuyor. Bölgenin çok taraflı oluşumlarıyla da güvene dayalı ilişkiler geliştirmiş iken Türkiye'nin Katar Krizi bağlamında bütün bu birikimlerinden yararlanamıyor olması üzücü oluyor.
Avrupa Birliği Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini'nin Katar Krizi'nin çözümünde Kuveyt'in girişimlerinden başka hiçbir ülkenin arabuluculuk girişimlerine ilgi duymadıklarını açıklaması Türkiye'nin bölgedeki olumlu ve yapıcı aktör olarak görülme özelliklerini AB gözünde artık kaybettiğini gösteriyor.
Katar ile ilişkilerini kesen ve bu ülkeye bir abluka uygulamaya başlayan ülkelerin başında Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn, ve Birleşik Arap Emirlikleri geliyor. Körfez denince bu ülkelerin Katar'dan daha az önemli oldukları ileri sürülemez. Ancak bu ülkelerin tümünün ortak özellikleri Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da başlayan Arap Uyanışı sonrasında bölgede Müslüman Kardeşler mensubu siyasi oluşumların birden bire öne çıkmasından duydukları rahatsızlık.
Bu rahatsızlık bölgeyi bu şekilde keskin bir kutuplaşmaya götürmeden de giderilebilir, daha demokratik bir anlayışla toplumların içindeki tüm dinamiklerin birbirleriyle barış içinde bir arada yaşayabilmeleri için politikalar üretilebilirdi. Ancak kimse bunu denemeyi tercih etmedi. Tüm bölgede etkin olan "seçim sandığından çıkan sonuca dayalı çoğunlukçu yönetim anlayışı" uzlaşıdan uzak, kazananın her konuda kendi görüşünü dayattığı bir model uygulamaya başlayınca da bölge tam bir kaosa sürüklendi.
Önce Mısır'da askeri darbe oldu. Ardından Suriye karıştı ve iç savaş patladı. Uluslararası toplumun gözünde oluşan algı bütün bu gelişmelerin ardında Müslüman Kardeşler'e yakın grupları desteklemesi nedeniyle Katar'ı işaret ediyordu.
Donald Trump'ın başkan seçilmesiyle birlikte ABD'nin Ortadoğu'ya bakışı radikal bir değişime girdi. Artık ABD bölgede terörü kökünden kazımak için kolları sıvamış durumda. Bu yaklaşımı bir bakıma El-Kaide ve Usama bin Laden'in ikiz kulelere yapılan saldırının bedelini ödemeleri üzerine kurulu terörle mücadele anlayışına benzetmek mümkün.
Trump'ın Suudi Arabistan gezisi sırasında yaptığı temaslar sonunda bölgede teröre destek veren ülkelere bu destekten vazgeçmeleri çağrısında bulunduğunu vurgulaması, bu konuda bölge ülkelerinden aldığı yanıtların da Katar'ı işaret ettiğini açıklaması adeta Katar'ın başına gelenlerin habercisi gibi görülüyor. Nitekim, Suudi Arabistan bölgede teröre destek veren ülkeler olarak Katar ve İran'ı görüyor. İran daha büyük bir lokma olduğu için de Katar'dan başlamayı tercih ediyor.
Almanya Dışişleri Bakanı'nın Katar Krizi'ne ilişkin açıklamalarında bölgede yeni gerginliklerin, hatta savaş olasılığının bile endişe kaynağı olduğunu dile getirmesi dikkati çekiyor. Dolayısıyla Katar Krizi ciddi. İran'daki son parlamento baskını göz önüne alınırsa kaosun yeni hedefinin bu ülke olduğunu düşünmek bile mümkün. Kaldı ki, ABD'de yeni yönetim Ortadoğu vizyonunu IŞİD'le mücadele kadar İran'la gerginlik üzerine kurgulamayı planladığını da açıkça itiraf ediyor.
Türkiye bu krizde önemli bir kolaylaştırıcı ve arabulucu olabilirdi. Ancak ne AB ile ilişkilerimizin, ne de ABD ile ilişkilerimizin içinde bulunduğu durum bizi bu konuma yakınlaştırıyor. Üstelik, Türkiye son yıllarda uluslararası toplum tarafından Katar'la o kadar çok özdeşleştirildi ki, Katar'a yönelik tüm iddialar dolaylı olarak Türkiye için de söyleniyormuş gibi bir algı oluşuyor.
Türkiye'nin Katar Krizi'nin çözümüne olumlu katkı yapmak yerine apar topar Katar'a asker gönderme kararı alması ise bu krizde tarafsız olarak algılanabilme olasılığını artık tamamen ortadan kaldırdı. Böylece iç politikaya yeni bir dış politika malzemesi daha bulundu. Ama tarafsız ve dengeli dış politikadan uzak yaklaşım devam ediyor. Katar Krizi sürdükçe de Türkiye akıntıya kürek çekmeye devam edeceğe benziyor.
Paylaş