Paylaş
ABD ve Rusya arasında Suriye'de artan gerginliğin yeni bir dünya savaşının hazırlığı olduğu hakkında yapılan yorum ve tahliller günden güne artıyor.
Daha vahimi, bu gerginliğin bir dünya savaşına dönüşmesinden de öte, savaşın taktik nükleer silahların kullanılmasıyla tırmanacağı, bu başlangıcın da giderek topyekün bir nükleer dünya savaşına doğru evrileceği ortaya koyulan senaryolar arasında yer alıyor. Bazı ülkelerde bu senaryolar üzerinden simülasyonlar ve tatbikatlar dahi yapılmaya başlandı.
"Arap Baharı" adı verilen toplum hareketlerinin temel dinamiğini bölgemizdeki otoriter, totaliter, anti-demokratik ve tek adam idaresine göre kurulan yönetimlerin yarattıkları eşitsizlik, adaletsizlik, hukuksuzluk ve yolsuzluk sonucunda ortaya çıkan özgürlük, eşitlik ve demokrasi özlemi oluşturdu.
Bugün gelinen noktada bölgede daha adil ve daha eşitlikçi yönetimlerin ortaya çıktığını ve daha özgür toplumların yaşadığını söylemek zor. Halk hareketleri daha fazla barış, demokrasi ve özgürlükçü ortamlarla sonuçlanmadı. Aksine, daha fazla otoriterleşme, eşitsizlik, adaletsizlik ve hukuksuzluk doğurdu.
Libya ve Yemen'de durum ortada. İç savaş "Gri'nin elli tonu" gibi farklı safhalar halinde devam ediyor. Mısır'ın henüz tam anlamıyla istikrar ortamına kavuştuğu söylenemez. Öte yandan, Kuzey Afrika'da altı yıl önce başlayan dalga batıya ve güneye doğru ilerliyor. Çad, Mali, Nijer, Cezayir ve Fas da bu dalgalanmanın etkilerini hissediyorlar. Ortadoğu'da körfez ülkelerinde de durum farksız.
Irak ve Suriye ise birleşik kaplar yasasının toplum hareketlerine yansıyan bir açık laboratuvar deneyi gibi IŞİD'in doğu-batı ve kuzey-güney arasındaki hareketliliğinin verdiği dinamizmle bölgenin ortak terör yatağı haline geldi. Dolayısıyla, bir yandan Musul, bir yandan Rakka derken, doğudan ve batıdan sıkışan bu hareketin de bir şekilde başka mecralara doğru kayması ve kendine yeni yerleşim alanları araması kaçınılmaz.
Türkiye bölgesindeki hareketlerle başlangıcından itibaren yakın şekilde ilgilendi. Bu ilginin zaman içinde safha safha değişik yöntemlerle ifade edildiği de görüldü. Türkiye kendi yaklaşımlarını kendi tanımladığı ilkeler ve prensipler doğrultusunda belirlerken, zaman içinde Türkiye'nin yaklaşımları hakkında bölgede ve dünyada da safha safha değişik algılar oluştu.
Türkiye'nin belli bir dünya görüşü üzerine kurulan ve onu hayata geçirmek maksadıyla bu hareketlere katılan grupları desteklediği düşüncesi en yaygın kanaati oluşturuyor. Mezhepçi bir yaklaşım içinde olduğu inanışı da bu yaygın kanaatten kaynaklanıyor.
Bu algı Türkiye'nin yakın çevresinde tarihi bakımdan akrabalık ilişkileri içinde bulunduğu coğrafyaya gösterdiği ilginin kuşkuyla karşılanmasının başlıca nedenini oluşturuyor. Musul ve Halep için yana tutuşa birşeyler yapmaya çalışsak da, oradaki halklara, bölgede yaşayan komşu ülkelerin yönetimlerine ve uluslararası kamuoyuna yeterince inandırıcı ve samimi gözükmüyoruz. Bu durum daha çok hırçınlaşmamıza, daha çok hırçınlaşmamız da kuşkuların daha çok artmasına yol açıyor.
Türkiye içinde siyasetin giderek daralan bir platformda sıkıştığı ve çıkış üretemediği bir konumdayız. Bu durum Türkiye'nin sınırlarının ötesinde başlatmış olduğu harekatın siyasi ve askeri stratejik hedeflerinin toplumda ve parlamentoda demokratik, şeffaf ve özgürlükçü bir ortam içinde tartışılmasının da önünü tıkıyor.
Önümüzdeki günlerde Suriye'de durum daha da karışacak. Halep'te muhalefetin başlattığı mukavemet muharebeleri rejim güçleriyle Suriye muhalefeti arasındaki savaşın daha da keskinleşmesine yol açacak.
Rusya şimdilik rejim güçlerine verdiği hava desteğini askıya aldı. Ancak bu durumun kalıcı olmasını beklemek yanıltıcı olur. Zira Halep, Suriye'de çözüm için masaya oturulduğunda rejimin ve onu destekleyen Rusya'nın güçlü bir konumda olması için verilen mücadeledeki en büyük lokma. Tabii ortada masa falan kalırsa...
Öte yandan, ABD ve Türkiye'nin birlikte destekledikleri ve kendi içinde bütünlük gösteren bir muhalefet yok. Dolayısıyla, Türkiye kısa zamanda kendini Fırat Kalkanı harekatını başlatırken desteklediği Suriye'li muhalefet unsurlarının arkasında, ancak Rusya, Suriye rejimi ve ABD'nin destekliyor gözüktüğü diğer grupların karşısında bulacak. Türkiye'nin PYD ile ilgili yaklaşımı ise Suriye denklemini daha da karıştırıyor.
Musul'da da durum farksız. Başika'da eğittiğimiz Ninova Muhafızları Musul harekatında, sınırlı ölçüde de olsa, ilerliyor ve Irak ordusuyla eşgüdüm sürdürüyorlar. Ancak bizim başından beri karşı olduğumuz ve endişelerimizi dile getirdiğimiz bir durum hafta sonundan itibaren oluşmaya başladı. Irak'lı Şii milis gücü Haşdi Şabi Telafer'e harekat başlattı. Bu durumun bir Türkmen mezhep savaşına dönüşmesi ve büyük bir katliam oluşturması ihtimali herkesi ürkütüyor.
Bütün bunlar olurken, ABD'de yaklaşan başkanlık seçimlerinin nasıl bir sonuç doğuracağı belirsizliğini koruyor. Seçimin sonucu ne olursa olsun, bir rejim modeli olarak şimdiye dek en başarılı işlerliğe sahip olduğu ileri sürülen örneğin ABD toplumunda yarattığı kutuplaşmanın kalıcı olacağı, bunun da ileride yeni toplumsal çalkantılara yol açabileceği söyleniyor.
Parlamenter demokrasinin erdemine olan inanç tüm dünyada toplumsal huzur, barış, özgürlük ve halk iradesinin en eşitlikçi şekilde temsili bakımından otoriterleşmenin ve anti-demokratik eğilimlerin karşısındaki tek güvence olmaya devam ediyor.
Paylaş