2017'de küresel ilişkilerin yeni parametreleri

Çift kutuplu dünya sisteminin ortadan kalkması ve bunu izleyen dönemin kaçınılmaz olarak kısa süreli bir tek kutupluluk denemesinden geçmesi bugünün yeni dünya düzeninin de alt yapısını oluşturdu.

Haberin Devamı

Yeni sistemi "gevşek çok kutuplu sistem"  olarak tanımlayanların sayısı giderek artıyor.


Bu çok kutuplu ortam değişken gruplaşmalar oluşturuyor ve bu gruplar arasında geçişkenlik artıyor. Bir diğer deyişle, bir aktör birden fazla grupla farklı zamanlarda ve farklı konularda birliktelik gösterebiliyor. Sistemin "gevşek" olarak nitelenmesinin sebebi bu.


Bazı ülke gruplarının, örneğin Avrupa Birliği'nin (hatta belki de NATO'nun) içindeki üyeler bu çok kutuplu ortamın gevşekliği yüzünden ayrı ayrı davranışlarda bulunabiliyorlar. Bu da örgütlerin ve ülke gruplarının bütünlüğünü etkileyen bazı  zaafiyetler ortaya çıkarabiliyor.


Öte yandan, yeni sistem aynı zamanda kendi içinde gizli bir çift kutupluluğu da barındırıyor.


Biraz daha açalım: Yeni sistemin en önemli iki "büyük" aktörünün  ABD ve Rusya Federasyonu olacakları konusunda kimsenin kuşkusu yok. Rusya, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından bu yana geçen yirmibeş yılı toparlanmak, bu yıkımın psikolojik etkilerini aşmak ve yeniden küresel bir aktör olarak görülmek bakımından iyi değerlendirdi.


ABD ise, belli bir süre tek kutuplu sistem içinde en büyük aktör olarak kalmanın verdiği özgüvenle Afganistan ve Irak üzerinde denediği çözüm girişimlerinden dolayı ciddi bir imaj kaybına uğradı. ABD'nin yumuşak güç kullanımını öne çıkaran ve Obama döneminde ABD'nin dış politikasında önemli bir dönüşüm olarak görülen anlayış bu yüzden geliştirildi.


Trump döneminde izlenecek tutumun nasıl olacağı konusu küresel gündemi meşgul eden soruların başında geliyor. Her hal ve karda yeni parametreleri büyük ölçüde ABD-Rusya arasındaki ilişkilerin belirlemeye devam edeceği anlaşılıyor.


Trump'ın bu konuda verdiği işaretlerin çok net olduğunu söylemek güç. Yeni ABD yönetimine getirilen şahsiyetlere bakılırsa Trump döneminin kendi içinde iyi bir ahenk yakalayacağını ummak da hayli zor.


Savunma Bakanlığı'na atanan Orgeneral Mattis'in bir yandan islam dünyasında hızla yayılan radikal ve terörist unsurlara karşı mücadeleyi, bu bağlamda IŞİD'le savaşı önemsediği biliniyor. Öte yandan, Mattis İran'la düzelme yoluna giren ilişkilere de kuşku ile bakıyor.


Ama, en önemlisi Mattis'in Rusya konusundaki düşünceleri. Bu ülkeye karşı yumuşama özellikleri taşıyan bir politikanın doğru olmadığına inanması Mattis'in başına geçeceği Pentagon'un yeni dünya sistemine bakışını da etkileyecek. Pentagon için yeni hasımların IŞİD, İran ve Rusya olarak görüleceği anlaşılıyor.


Trump'ın Dışişleri Bakanı olarak atayacağı Tillerson ile Savunma Bakanı Mattis'in kuracakları çalışma anlayışı herhalde yeni ABD yönetiminin özelliklerinden birini oluşturacak. Tillerson'un Rusya Devlet Başkanı Putin ile tanışıklığı, Rusya ile olan ilişkilere daha olumlu bakması, Trump'ın da yeni dönemde Rusya ile birlikte çalışabilmenin koşullarını yaratmak için çaba harcayacağını dile getirmiş olması ister istemez Dışişleri Bakanlığı ile Pentagon arasındaki geleneksel görüş farklılıklarının Trump döneminde de devam edeceğine işaret ediyor.


Avrupa Birliği ile ABD arasında Rusya'ya karşı izlenecek tutum konusundaki görüş birliğinin ise giderek zayıflamakta olması dikkati çekiyor. Rusya'nın 2014 yılında Kırım'ı ilhakı ve Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü ihlali sonucunda "Batı"nın Rusya'ya karşı uyguladığı yaptırımların son zamanlarda giderek daha çok sorgulandığı gözden kaçmıyor. Rusya da, geçmişte Sovyetler Birliği döneminde yapıldığı gibi, Batı toplumları ve ittifakları içindeki görüş farklılıklarını istismar etmek için fırsat kolluyor.


Sovyetler Birliği döneminde Avrupa ülkelerindeki sol akımlar Moskova tarafından desteklenirdi. Bugün ise Rusya ile olan ilişkilerde sertlik yanlısı tedbirler yerine daha yumuşak politikalar izlenmesini savunan grupları aşırı sağ gruplar oluşturuyor.


Örneğin, Rusya'nın Fransa'da Marine Le Pen'in başında olduğu Ulusal Cephe hareketine, İtalya'da ise Beş Yıldız ve Kuzey Ligi hareketlerine finans desteği sağladığına ilişkin duyumlar dikkati çekiyor. Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan'da da Rusya ile olan ilişkilerin içinde bulunduğu durumdan memnun olmadıklarını dile getiren siyasi partilerin sayısı az değil.


Türkiye'ye gelince, son zamanlarda kendilerine "Avrasya'cılar" adı verilen bir grup ortaya çıktı. Bunlar Türkiye'nin batı ile olan ilişkilerine daha fazla mesafe koyması gerektiğini, İran ve Rusya ile daha yakın eşgüdüm içinde bulunmasının yararlı olacağını savunuyorlar.


Bütün bu gelişmeler Rusya'nın gerek AB gerek NATO içinde farklı görüş ve düşüncede olan gruplarla yakınlaşmasına, onların oluşturdukları fay hatlarının genişlemesi için çalışmasına yardımcı oluyor. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilere bakarken bu tespiti de hatırda tutmak gerekiyor.


Özetlemek gerekirse, uluslararası ilişkilerde yeni düzenin parametrelerini üç temel soru oluşturuyor: ABD ile AB arasındaki bütünlüğün ne ölçüde zayıflayacağı; AB'nin kendi içindeki tutarlılık ve dayanışmanın ne ölçüde sürdürülebilir olacağı; ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerin nasıl tanımlanacağı.


Bizi en çok ilgilendiren, bu belirsizliklere gebe, gizli çift kutupluluğa doğru evrilme eğilimi taşıyan, gevşek çok kutuplu sistem içinde Türkiye'nin kendine nasıl bir yer bulacağı.


Türkiye'nin iki önemli sıkıntısı var: biri ülkenin güvenliğini ve istikrarını doğrudan etkileyen Suriye sorunu, diğeri ise ona bağlı olarak giderek büyüyen Kürt sorunu. Bu sorunlar sadece Türkiye'yi değil bölgenin geleceğini ve dünyayı da ilgilendiriyor. Dolayısıyla, ABD, Rusya ve gevşek çok kutuplu sistemin diğer aktörlerinin bu sorunlar hakkında aralarında varacakları anlayış Türkiye'nin kendine aradığı yerin anlaşılmasına da yardımcı olacak.


Türkiye bu konularda sözünü ettiğimiz aktörlerin hiçbirinin politikalarıyla uyumlu davranamıyor. Açıkçası, içinden kolaylıkla çıkılamayacak bu denklem Türkiye'nin temel dış politika sorunu olmaya devam ediyor.

Yazarın Tüm Yazıları