Paylaş
Kök hücrelerden üretilen, bilinci olmayan bir insan bedeni... Acı çekmiyor, hissetmiyor, düşünmüyor. O bir ‘yedek beden’... Distopik gelecek romanı yazıyor olsaydım, bu girişle iyi bir kitaba başlayabilirdim. Ancak Stephen King’in bilimkurgu kaleminden aksaydı, eminim tam layıkını bulurdu. Hikâyesi bir yana, tıbbi ihtiyaçlar için insan bedenini sentetik ortamda üreterek ‘yedek parça’ olarak kullanma fikri biliminsanlarının oldukça ilgisini çekiyor. MIT Review’da yer verilen güncel makaleye göre yeni araştırma sahasının ismi ‘bedenoidler’. İngilizce ‘bodyoids’ kelimesinden GPT’nin haber özetleme sırasında ürettiği kelime ‘bedenoid’i hemen benimsiyorum. İşin aslı, kendim çevirsem muhtemelen aynı kelimeye varacağımı bildiğim için biraz içim cız ediyor. Aklıma iki hafta önce yazdığım, yapay zekânın bilişsel kabiliyetlerimizi yavaşlatma etkisi geliyor...
Yedek parça olarak beynimi değiştirmeyeceğimden eminim. Ancak vücudumun bir parçasını,
bir organını, dokusunu değiştirmem gerekse, laboratuvarda yatan kopyamın ya da tamamen kimliksiz bir bedenin parçasını ekletir miydim kendime? Etik öyle bir konu ki; kendine gelince işler değişebiliyor. Hayır, öyle olması doğru değil elbette, ancak insanın bakış noktası, fikirleri koşullarla birlikte değişebiliyor. Etik olarak hepimiz insan yaşamına saygı duymayı, onu korumak gerektiğini içgüdüsel şekilde biliriz. Baştan sona kavramsal olan etiği elle tutulur kılan şey tam da buradan gelir: İnsani duygular. Birilerinin zulme uğradığını gördüğümüzde kayıtsız kalamamamız örneğin; ki en doğrusu bu, öyle değil mi?
Peki, canlı ama ruhsuz bir varlıkla ilişkimiz, ondan bir kesitin alınıp insana eklenmesi fikri kulağa nasıl geliyor? İlk duyuşta rahatsız edici bir fikir olabilir fakat tavsiyem, o duygunun içinde çok kalmayın. Zira organ bağışı için bekleyen uzun sıralar, ilaç yapımı için harcanan hayvan yaşamları, basit dokuların bile elde edilmesinin güçlüğü ve dahası, ‘insanın yedek parçası olsa nasıl olurdu’ düşüncesini makulleştirmeye başlıyor. MIT’nin haberine göre güncel medikal çalışmalarda, kök hücrelerden insan embriyosunun ilk aşamalarına geçilen ilerlemeler kaydedilmiş. Diğer yandan yapay rahim teknolojisindeki gelişmeler, bu tasarıyı hayata geçirme ihtimalini kuvvetlendiriyormuş. Kök hücreden gelişen embriyoların yapay rahimlerde inkübe edilmesiyle tamamen insan bedeni dışında büyütülmüş bir ‘bedenoid’ yaratma vizyonu, fantezi olmanın ötesine geçebiliyor. Hiçbir bilinç emaresi göstermeyen, acı çekmeyen, hissi olmayan beden organizmasının desteğiyle tıp biliminin birçok temel sorununun aşılabileceği düşünülüyor.
Konuyu imgeledikçe, tam aynı olmasa da ‘Matrix’teki sıvı içinde yatan insan pod’larını düşünmeden edemiyorum. Elbette o bedenin nasıl hayatta tutulacağını kestirmek için henüz erken. Bu teknoloji
günün birinde gerçek olur mu,
garantisi yok. Gerçekleşirse birçoklarını etik olarak zorlayacağı, herkesin midesinin kaldırmayacağı kesin. Fakat böyle bir realitenin içine doğmuşsanız, pekâlâ normal gelebilir. 300 yıl sonra doğan biri, bir organı değişmesi gerektiğinde hastanelerin sunduğu yedek parçayı kullanmak için tereddüt etmez.
Kim fayda görecek?
Yakın geleceğin imkânlarına daha uygun bir seçenekse hastanın kendi hücrelerinden yedek parçalar üretmek. Halkın her kesimine hitap etmesi kurulu düzende pek mümkün olmaz ancak hiperzenginlerin faydasını göreceği muhakkak. Kendinden kopya bir bedenoidi olsun kim ister, kim istemez bilemeyiz. İnsanlığı ikiye bölecek bir konu daha çıkmış oldu. Pizza kenarını yiyenler ve bırakanlar arasında iyi-kötü ayrımı yapamayacağımız gibi bedenoid tercih edenler ve etmeyenler arasında da bu ayrımı yapabileceğimizi düşünmüyorum. Beni düşündüren, hücrelerin kolektif bilinci...
Spiritüel öğretilerde benlik bütünü, 4 elementten oluşur: Akıl, beden, kalp ve ruh... Bilinç, sadece zihni ve ruhu değil, duyguları ve fiziki bedeni de içine alır. Tümü ahenk içinde olduğunda, insan yaşamını üst bir kalitede ve derinlikte deneyimler. “Bir ben var benden içeru” dediği gibi Yunus’un, bedenin de kendi bilinci vardır. Şayet bir bedenoid doğarsa, insan bilincine sahip olmayabilir fakat o bedenin kendine has bir bilinci olur mu? Oldu diyelim, kendi hücrelerimizden yapılsa bile onun sahibi sayılır mıyız? Her şeyden öte biz, kendi bedenimize gerçekten sahip miyiz?
Uzayda zaman farkı kesinleşti!
Einstein’ın görelilik teorisi, hızlı giden nesne için zamanın daha yavaş geçeceğini öne süren bilimin en tanınmış savlarından biriydi. Bu, uzayda birbirinden farklı hızda hareket eden iki nesne için zamanın farklı akabileceğicani öne süren bir teoridir. Bu olgu, nihayet kesin değerlerle saptandı. NASA’nın Artemis görevi kapsamındaki çalışmalarla, Dünya üzerindeki uydulardaki atomik saatlerle Ay’ın mesafe ve hız değerleri kullanılarak, Einstein’ın izafiyet teorisindeki formüllere dayanır şekilde hesaplandı. Zaman, uydumuz Ay’da Dünya’daki saatlere kıyasla her gün 56 mikrosaniye daha hızlı (0.000056 saniye) geçiyor. Formüle göre aradaki mesafe galaksinin diğer ucu kadar uzak olursa aradaki fark haftalar kadar uzayabiliyor.
Paylaş