Hal böyle olunca tüketim düştü, üretim durdu ve enerji ihtiyacı azaldı. Temel tüketim ihtiyaçları için hane halklarına ve işletmelere devletler destek yaptı ve bunu da para basarak gerçekleştirdi. Şimdi bu destekler enflasyon olarak dönüyor karşımıza.
Üretimdeki daralmanın ardından hızlı toparlanmada, başta enerji ve hammaddelerde arz sıkıntısı yaşanıyor Bu da mamül ürün fiyatlarının artışına neden oluyor. Yani enflasyonu tetikliyor. Fiyatlar arttıkça tüketim isteği de azalıyor. Hal böyle olunca durgunluğun ayak sesleri de geliyor. Hatta durgunlukta enflasyonun da devam edeceği, yani stagflasyonun yaşanacağı da dile getirilmeye başladı.
Geçen yıl nisan ayında 20 dolar seviyesine inen ham petrol fiyatları, bugün 80 dolarlara dayandı. Tüketim düştüğü için enerji fiyatları düşmüştü. Tüketim artmaya başladıkça, enerji fiyatları da çıkışa geçti.
Çin’de enerji krizi konuşuluyor. Dünyada enerji tüketiminde dağılım şu şekilde; petrol (%33), kömür (%30) ve doğal gaz (%23). Bunların hepsi yenilenemez enerji kaynakları. Yenilenebilir enerji kaynaklarına acil ihtiyacı var dünyanın. Belki bu gidiş bir yandan bedava olan yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesini sağlar dünyamızın. Böyle olması halinde küresel ısınma da, ekonomik gerekçelerle yavaşlatılmış olur. Pahalı olan, karbon salımı yüksek enerji kaynakları yerine, hammaddesi bedava olan su, rüzgar ve güneşe yönelerek, hem dünyamızı kurtarmış oluruz, hem de ekonomik sorunlarımıza çözüm üretmiş oluruz.
Avrupa’da enerji sıkıntısı nedeniyle fabrikaların durma noktasına geleceği yazılıyor. Çin’de ciddi elektrik kesintileri olacağı ifade ediliyor.
Elektriğin önemli bir kısmını termik santrallerden sağlayan Çin, dünya piyasasından da kömür çekiyor. Hal böyle olunca başta kömür ve doğalgaz zamlanıyor. Kömürün tonu geçen yıla göre neredeyse yüzde 80 artmış durumda.
Hep beraber göreceğiz. Yeşil ekonomi bugün ve yarının temel konusu olacak. Değişim belki de kaçınılmaz olarak yakında hayatımızın ayrılmaz parçası olacak. Özellikle batarya teknolojileri. Bu durumda daha da mobil hale gelebileceğiz ve belki hayallerimizin de ötesinde bir dünyaya doğru gideceğiz.
Bu iki kelime içinde bulunduğumuz kapitalist ekonominin de temellerini oluşturur. Bazen yapay talepler oluşturulsa da genellikle arz, gerçek taleplerin giderilmesi için hizmet sunar. Hoş günümüzde insanların maddi ihtiyaçları yerine, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını körükleyen ve gerçek bir ihtiyaçların ötesine ulaşan talepler oluştuğu da aşikar.
Ancak konumuz bu değil. Gerçekten arz ve talep dengesi fiyatları nasıl etkiliyor, biraz buna bakalım. Özellikle de okulların açılacağının ortaya çıkmasıyla birlikte, giderek artan ev kiraları ve ev fiyatları konusuna gelelim.
Konut talebini etkileyen ağırlıklı faktörler, konut fiyatları, kredi faiz oranları, ekonomik beklenti, demografik durum, gelir durumu ve beklentisi. Konut arzı için de yine konut fiyatı, faiz oranları, maliyet artışları (enflasyon), ekonomik beklenti, siyasi politikalar da önemlidir. Konut talebi için belki de bir eklenti de tüketim amaçlı ve yatırım amaçlı konut talebi olarak ele alınabilir.
*
Önce arz tarafına bir bakalım. Faizler yükseldi. İnşaat maliyetleri için alınan kredinin faiz maliyeti, doğal olarak tüketici fiyatına yansıdı. Döviz kurundaki oynaklık, enerji maliyetlerinin artışı gibi nedenlerle konut üretim maliyeti, TÜİK verilerine göre, bir yılda yüzde 44.76 artmış durumda. Yani geçen yıl 400 bin liraya mal olan bir ev bugün 576 bin liraya mal oluyor. Enflasyon beklentisi. Enflasyonun düşeceğine inanç azalınca konut fiyatları da daha yukarı çıkıyor. Pandemi de buna eklenince konut üretimi durmasa da istenilen oranda artış sağlanamıyor.
*
Talep cephesinde ise durum şöyle; tüketim amaçlı konut almak isteyenler, kendi gelirleri artan konut fiyatlarının altında kalıyor. Artan kredi maliyetini karşılamak mümkün görünmüyor. Enflasyon beklentisi burada da önemli ancak fiyatların artacağı beklentisine rağmen ev almaya güç yetmiyor. Yatırım amaçlı ev alanların sayısı burada biraz daha artıyor galiba. Konutun diğer yatırım araçlarından daha çok getireceği beklentisi elinde para olanları konuta yönlendiriyor. Zaten istenen seviyeye ulaşamayan konut üretimi, artan maliyet ve kredilerin yüksek olması nedeniyle konut satışını değil kiralamayı özendiriyor. Buna bir de üniversitelerdeki öğrencilerin barınmaları dahil olunca özellikle büyük şehirlerde ev fiyatları doğal olarak yükseliyor.
Türkiye’de üretilen meyvenin yüzde 3.5’i, sebzenin de yüzde 7’si bu topraklarda yetişir. Hele bir “Bursa Siyahı” var ki başka yerde bulamazsınız.
Mevsimidir. Buldukça alın yiyin. Tabi iyisini bulabilirsiniz. Malum iyileri ihracata gidiyor. Ufakları da bize düşüyor. Geçen yıl 22 liradan açılan Bursa siyah inciri piyasası, bu yıl da ihracat için 30 liradan açılmış. Bakınca yüzde 40’a yakın bir zam. Ama işin rengi öyle olmamış. Tüccarlar birden bire fiyatı 12 liraya kadar indirmiş. Çiftçi isyanda. Zaten istenilen verimi bu yıl alamadıklarını, rekoltenin düşük olduğunu söylüyorlar. Az olan ürünün de ucuza gitmesine gönülleri razı değil. Valla bizim de gönlümüz razı değil. Bu kadar güzel bir meyveyi en ucuz 20, en pahalı 30 liraya almış birisi olarak, bu fiyatlara iç piyasaya sürseniz kapış kapış gider derim.
*
Bursa incir üretiminde de Aydın ve İzmir’in ardından üçüncü sırada. Bursa’da üretilen incir Aydın ve İzmir’e göre farklı. Bursa inciri yaş olarak tüketilirken, Aydın ve İzmir’deki incirler ağırlıklı olarak kuru olarak piyasaya sürülüyor. Dünyada da bu konuda birinci sırada yer alıyoruz.
Dünya lideri olduğumuz inciri daha da ileri götürmek işten bile değil. Burada kooperatifleşmek çok önemli. Kooperatifleşmeyi devlet olarak gerçek anlamda özendirmeliyiz. Sadece incirde değil tüm tarımsal üretimde kooperatif üreticinin daha öngörülü bir üretim yapmasını sağlayacaktır.
*
Bursa Siyahı, Deveci Armudu, Çağrışan Karası Üzümü, Gemlik Zeytini, Trilye Zeytini, Bursa Şeftalisi, Bursa Kestanesi. Bu arada menşei bu bölge olmasa da tarihte kavun ve karpuzda sarayın ihtiyacını Karacabey ve Mustafakemalpaşa’nın karşıladığını da hatırlatayım. Dondurmada kullanılan hırsız almaz kavunu, kasa kavunu ve karpuzda bu iki ilçe oldukça iddialı. Ayrıca, İnegöl ve Keles civarında yaban mersini üretimi artıyor. Kivi üretimini de sevdi Bursalılar.
Sadece gençler mi bizler de artık akıllı telefon, tablet ve bilgisayar olmadan yaşayamıyoruz. Durum gerçekten bu mu?
Gelin birlikte, TÜİK’in yayınladığı “Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması” sonuçlarına bakalım.
2021 yılında hanelerin yüzde 92’si, evden internete erişebiliyor. Bu oran geçen yıl yüzde 90,7 imiş. Pandemiyle birlikte evden eğitim ve evden çalışmanın da bunda etkisi olmuştıur. Ama rakam gerçekten çok yüksek. İnternet kullanım oranı da, 16-74 yaş grubundaki bireylerde, yüzde 82,6 olmuş. Bu oran, bir önceki yıl yüzde 79 çıkmış. Erkekler 87,7, kadınlar ise yüzde 77,5 oranında internet kullanıyormuş.
İnternetin neredeyse tüm evlere girmesi, girdiği evlerde de çok yaşlılar dışında, yine neredeyse herkesin kullanması, internetle yapılan işlerin de artmasına neden olmuş.
Bunların başında e-devlet hizmetlerinin kullanımı geliyor. E-devlet hizmetlerini kullanma oranı son bir yılda 58,9 olarak gerçekleşmiş. Daha önce bu rakam, yüzde 51.5 olmuş.
Elbette ekonomi için en önemli veri ticaret boyutu. İnternet üzerinden mal veya hizmet siparişi verme ya da satın alma oranı yüzde 44,3’e çıkmış. Bu oran geçen yıl yüzde 36.5’teymiş. İşin ilginç yanı benim ve belki bir çoğumuzun sandığının aksine internetten alışveriş yapanların çoğu erkek. Erkekler yüzde 48,3, kadınlar yüzde 40,3 oranında internetten alışveriş yapmış. En çok 70.7 ile giyim, ayakkabı ve aksesuar satın alınmış. Bunu yüzde 40,8 ile yemek siparişi takip etmiş.
Abone olunan dijital içeriklerde film ve dizi izlenme oranı yüzde 30.6.
Son aya bakın, Doğu Akdeniz krizi tatile girerken, Afganistan masamıza önce Kabil Havaalanının Türkiye tarafından kontrol edilmesiyle gündeme geldi. Ardından düzensiz Afgan göçü ve nihayetinde, Taliban’ın Afganistan’da iktidarı ele geçirmesiyle devam eden bir süreç.
*
Mısır, Suriye, Yunanistan, Ermenistan, Kuzey Irak ve son günlerin ilginç gelişmesi Birleşik Arap Emirlikleri ile gerilimin yumuşama sinyali de dış politika alanında yaşanan gelişmeler. Her biri aylarca konuşulabilir ama bizim öyle bir vaktimiz hiç olmuyor.
Ardından orman yangınları. Ciğerimiz yanıyor derken, daha acımızı yaşayamadan bu kez sel felaketleri. Kastamonu, Bartın ve Sinop’ta onlarca cana mal olan insan hatasının sonucu büyük yıkım. Enflasyonda giderek artan rakam. Küresel ısınma, iklim değişikliği ve pandemi. Yazarken yoruldum.
*
Bir de bunlara kişisel gündem eklenince, başa çıkmak gerçekten zor bir hal alıyor.
Türkiye gerçekten büyük bir ülke, elbette çok gündemi olacak ve konunun muhatapları bunları bu ülke halkının çıkarına yönetecek. Ama bizim en büyük gündemimiz, kısa dönem içinde pandemi ve ekonomi olarak önümüzde duracak gibi. Afganistan’la ilgilensek de sel ve yangınlar konusunda üzülüp yardıma koşsak da, onlar geride kalacak (kaldı bile) ama ekonomi ve pandemi tüm yakıcılığı ile karşımızda olacak. *
İşte tam da böyle bir durumu yaşıyoruz. Herkes küresel ısınma ve iklim değişikliğinin, insan varlığını tehdit edeceğini öngörüyor ancak kimse net bir şey yapmıyor, yapamıyor.
2015 Paris Anlaşması’yla, küresel sıcaklık artışının, 1.5-2 santigrat derecede tutulması öngörülüyor. Görünen o ki bu hedef artık çok zor. Birbiri ardına açıklanan raporlar durumun parlak olmadığını bize gösteriyor.
*
Birleşmiş Milletler bünyesindeki Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) açıkladığı yeni raporda, “İklim krizinin her yerde daha önce hiç görülmemiş düzeyde kötüleştiği” ifade edilirken, bunun sorumlusunun da insan olduğu açıkça ifade edildi.
Raporda katı bir çözüm bulunamazsa, 2030’a kadar 1.5 derecelik artışın gerçekleşeceği de kaydediliyor.
*
Son derece net olarak kırmızı alarm veren raporda, küresel ısınmayla sıcak hava dalgalarının artacağı, sıcak mevsimlerin uzun, soğuk mevsimlerin ise kısa olacağı da dile getiriliyor.
Neşe dolmuş, neşe dağıtır olmuştuk, tüm sıkıntılarımıza rağmen. Hayat pahalıymış, “Sonra bakarız” dedik. Pandemi, “e alıştık” artık. Ama ormanlar yanmaya başlayınca kimsede ne neşe kaldı ne huzur.
Yanan ağaçları, yiten canları ölen insanları gördükçe, duydukça herkes bir telden çalmaya başladı. Tam bir kakofoni yaşıyoruz. Bir millet olmanın değerleri, yanan ağaçlar gibi yok olup gidiyor sanki. Son yıllarda milletçe karşı durmamız gereken tüm büyük olaylarda, kamplaşmaktan başka bir şey yapamıyoruz. Umudunu yitiren topluluk görmeye başladım. Bir tarafta her söylenene inananlar, diğer tarafta tüm söylenenlere kulak tıkayanlar.
Ormanların yanmasıyla birlikte kutuplaşmamız da kendisini yanıcı bir şekilde ortaya koydu. Kimsenin kimseye güveni kalmamış. Kimisi haklı eleştiriler yaparken topa tutuluyor, kimisi görev yaparken haksızlığa uğruyor. Şu yangını söndürelim ardından da eleştirilerimizi sıralarız diyen olmadığı gibi, biz de yanlışlar yaptık ve gereğini yaparız diyen de yok. Hal böyle olunca yanan sadece ormanlar olmuyor, birlik ve beraberlik de yanıyor. Her iki kutup da aslında ülkeye ne kadar büyük bir kötülük yaptığının ya farkında değil ya da buradan bir sonuç bekleniyor. Kutuplaşan bir ülkede doğruyu bulmak, güzele ulaşmak çok da imkanlı görünmüyor.
Burada elbette en büyük görev 20 yıla yakın ülke yönetiminde söz sahibi olan iktidara düşüyor. Ortamın acilen soğutulması gerekiyor. Bir yolunu bulmak zorundalar. Muhalefetten de en azından hayati konularda nasıl ortak tutum takınılacağı konusunda daha sağduyulu bir yaklaşım şart.
Aksi halde orman yangınlarını aratacak günler sandığımıdan daha yakın. Ayrışmış bir milletin ateşini söndürecek mekanizmaları bulmak hiç de kolay olmayacak.
Karşıtlık ve korku üzerine inşaa edilen yapıdan kimsye fayda gelmiyor. Kendi tarihimiz incelemek bile bunun için gözlerimizi açmaya yeter. Bu ülke bizim. Ormanıyla, kurduyla kuşuyla, sağdan soldan tüm akımlarıyla bizim bu ülke. Hadi gelin büyük ustanın sözlerine bakalım birlikte.
Davet
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Gördüm ki, mülteciler, pandemi, aşı olmayanların yanı sıra fakirleşme de en önemli konuların içinde. Hem de öyle böyle değil, aniden ortaya çıkmış bir fakirleşme duygusundan bahsediyorum. Birden bire artan ev fiyatları, dışarda yemek yemenin artık bir zenginlik göstergesi olması, tatilin sadece cepleri değil, cebe girmemiş olan gelirleri de tutuşturduğu konuşuluyor.
Ancak ona rağmen iğne atsan yere düşmeyen tatil kalabalıkları, restoranlarda ödenen korkunç faturalara rağmen doluluğun düşmemesi, bir hafta 4 kişi için ödenen 200 bin liraları aşan otel faturaları da yok değil.
Yani bir taraftan fakirleşmekten bahsederken, diğer taraftan frene de basamıyor ve tüketmeye de devam ediyoruz. Burada bizi zor pandemi koşullarının ardından gelen açılma duygusu güdülüyor belki. Belki de gelecekte her şeyin daha da zor ve pahalı olma ihtimaline karşı şimdiden yatırım ve harcama yapma anlayışı. Bunların bile bir mantığı var ancak asıl sorun, ya hiç düşünmüyorsak hareket ederken. İşte o zaman gelecekte yaşanacak bireysel krizleri beraber göreceğiz. Ve bu bireysel krizler toplumsal krize dönme potansiyeline sahip hiç kuşku yok ki.
*
Konut fiyatları aldı başını gidiyor. Sıfır konut bulmak zorlaşıyor. Krediler yükseldiği için ipotekli satışlar düşmüş durumda. Rakamlar daha açıklayıcı olacak. TÜİK verilerine göre geçen yıl haziran ayında 190 bin konut satıldı. Bu yıl haziranda yaklaşık 135 bin. Geçen yıl 190 binin neredeyse 59 bini sıfır konutken, bu haziranda 40 bin sıfır konut üretilebildi. Geçen yıl ipotekli satış miktarı 101 bin 500 iken bu yıl sadece 28 bin 878’de kaldı. Yani cebinde parası olan konutu aldı. Konut fiyatları sadece Türk lirası olarak değil dolar olarak da artıyor. Geçen yaz 80 bin dolar olan bir konut bu yıl 100 bin dolar (Kişisel gözlemime dayanarak veriyorum bu fiyatı).
Sadece bu cephede değil otomobil piyasalarında da işler bir garip. Ocak-Haziran döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre trafiğe kaydı yapılan taşıt sayısı yüzde 56,5 artarak 607 bin 289 oldu. Bunun da 343 bin 190 adedi otomobil. Yani ayran ve tahtırevan ikilemini burada da yaşıyoruz sanırım.
*
Kişi başına düşen milli gelirimiz 8 bin dolarlar civarında yani bu rakam elimizde olsa bile ev, eşya, otomobil alıp, yiyip içip, tatil yapmak ve çocuğumuzu okutmak çok da mümkün değil. Zaten bu rakama ulaşanların sayısı da ülkenin sanırım yarısını bulmuyordur.