Paylaş
Farkındayım, neredeyse her hafta aynı girizgâhta dolaşıyorum ama başka çare yok; çünkü ana ekseni ‘müzik’ olan filmler geçidi durmak bilmiyor. Malum kapıyı ‘A Star Is Born’ aralamıştı, ardından iki biyografik nitelikteki yapım, ‘Müslüm Baba’ ve ‘Bohemian Rhapsody’ geldi, peşi sıra ‘Whitney’ adlı belgesel buyur etti ve nihayetinde sahneyi ‘Yaz’ (‘Leto’) alıyor... Sinema âleminde özellikle bir önceki filmi olan ‘Öğrenci’yle (‘M’uchenik’) tanınan Kirill Serebrennikov imzalı bu haftanın müzikal yolculuğu, Sovyet Rock Tarihi’nde önemli yerleri olan iki büyük yeteneğin, Mayk Naumenko ve Viktor Tsoy’un hayatlarına odaklanıyor.
‘Yaz’, bu iki ismin mesleki yolculuklarına göz atarken hem masumane bir ‘aşk üçgeni’nde geziniyor hem de dönemin politik haletiruhiyesinden pasajlar sunuyor. Tarif edilen yer, 80’lerde giderek özgürlük çığlıklarının daha da yükseldiği bir ortamda, sonu Berlin Duvarı’nın yıkılmasına kadar varan sürecin belki de başlangıcı. Ve film, bu geniş başkaldırı cephesinin ‘müzik’ ayağında geziniyor. Öykü, genç Viktor Tsoy’un, rock camiası için çoktan efsane konumuna yükselmiş Mayk Naumenko’yla tanışması ve çok geçmeden ‘usta’sının kanatları altında yükselmesiyle başlarken, belli bir noktadan sonra romantizm koridorlarına sapıyor. Burada da Naumenko’nun karısı ve çocuğunun annesi Natasha’nın Tsoy’la olan ilişkisini görüyoruz. Bu, tabii ki bir açmaz. Film, üçlü dengeyi ölçülü biçili ve ahlaki yanlarını teslim ederek anlatıyor.
‘Batı özentisi’ bir müzik
Öte yandan siyah-beyaz çekilen ve kimi anlarında renklenen filminde Kirill Serebrennikov, Rus müzik gruplarının parti gözetimindeki kulüplerde, mekânlarda kitleleriyle buluşmalarını aktarırken yasaklarla, korku ve şüphelerle dolu bir dünyanın resmini de çiziyor. Temel mesele elbette ‘rock’n’roll’un Batı özentisi, dejenere bir yapıya sahip olduğu ve toplumun genel gidişatını, düzenini sekteye uğratacak meşgalelerden biri vasfıyla tehlike arz etmesiydi. Lakin devlet yine de bu işin ‘yerli’ (ve de milli) reflekslerle yapılmasına göz yumuyordu. Söz konusu müziğin icra alanı ise Leningrad’dı ve şehir, tarihsel geleneğini (yani yazı çizi sanatının buluşma noktası) müzikte de gösteriyor, birçok rock grubu sahnelerde arz-ı endam ediyor, konserler izleyenlerle dolup taşarken müdavimler hayranı oldukları sanatçıların ve grupların plaklarına sahip olmak için tatlı telaşların ve arayışların peşine düşüyordu.
Kirill Serebrennikov, döneme ait (iktidarda Brejnev vardı) bütün ana ve ara arterlerin detaylarını yansıttığı ‘Yaz’da son derece dinamik bir anlatım ortaya koyuyor, zaman zaman klipvari bir üsluba göz kırpıyor, arada sahaya bir ‘aktarıcı’ (karakterin ismi ‘Pank’) sürüyor ve genel çizgileriyle çok başarılı bir filme imza atıyor. Mayk Naumenko rolünde gerçek bir müzisyen olan Roman Bilyk’i, Viktor Tsoy’da Teo Yoo’yu, Natasha’da da Irina Starshenbaum’u çizgi üstü performanslarıyla karşımıza getiren ‘Yaz’, bir döneme hüzünlü, melankolik bakış, sarsıcı bir ağıt sanki...
Yönetmeni ev hapsinde...
Öte yandan film kuşkusuz Leningrad’da (şimdiki adı Saint Petersburg) geçmesi ve aynı dertler etrafında yüzmesi bakımından da, bu yılın en iyilerinden olan ‘Dovlatov’la birinci elden akraba... Ayrıca ‘Yaz’, seyircisini ‘Psycko Killer’, ‘All the Young Dudes’, ‘The Passenger’ gibi rock klasikleriyle keyifli müzikal yolculuğa çıkarmak; David Bowie, Talking Heads, Iggy Pop, Blondie, The Velvet Underground, Bob Dylan, T. Rex, Led Zeppelin gibi şarkıcı ve gruplar üzerinden yapılan muhabbetlere kulak kabartılmasını sağlamak; ‘Zoopark’ ve ‘Kino’ gibi grupların varlığına dikkat çekmek türünden işlevlere (!) de sahip. Serebrennikov’un filmini özellikle ‘Almost Famous’, ‘Velvet Goldmine’, ‘24 Hour Party People’ veya ‘Backbeat’ türü, geçmişte benzer rotaları kullanmış yapımlardan hoşlananlara tavsiye ediyoruz.
Son bir not: ‘Yaz’ bu yıl ilk kez Cannes’da gösterilirken tiyatro kökenli yönetmeni ev hapsindeydi (hâlâ da öyle). Çünkü Moskova Tiyatrosu üzerinden devlet fonları aracılığıyla zimmetine para geçirmekle suçlanıyordu. Bu suç çoklarına göre, önceki filmi ‘Öğrenci’yle Putin yönetimine eleştirilerde bulunmasının ardından icat edilmiş. Benzer şekilde ‘3 Faces’ (‘3 Yüz’) filmi, bu yıl Cannes’da yarışırken İranlı yönetmeni Cafer Panahi de tıpkı Serebrennikov gibi kendi ülkesinde ev hapsinde tutuluyordu.
YAZ (5 ÜZERİNDEN 4 YILDIZ)
Yönetmen:
Kirill Serebrennikov
Oyuncular:
Teo Yoo, Roma Zver, Irina Starshenbaum, Philipp Avdeev,
Evgeniy Servin,
Aleksandr Gorchilin,
Vasily Mikhailov,
Aleksandr Kuznetsov,
Nikita Yefremov
Rusya-Fransa
ortak yapımı
Onur Ünlü ve aşırı karmaşık hikâyesi...
Alabildiğine karmaşık ilişkiler, nasıl daha da karmaşık bir hale gelir? Ve bu karmaşıklıktan kıyamet kopar mı? ‘Put Şeylere’, son dönemin en üretken yönetmeni Onur Ünlü’nün belki de fikriyat açısından en verimli, tartışma masasına sürdükleri bakımından da en çok malzeme sunan, barındıran çalışması. Eh, bu veriler ışığında da üzerinde yazıp çizmesi en zor filmi!
Bir kere klasik bir anlatımdan, bildiğimiz dramaturgiden, kurgusal yapılardan uzak duruyor ‘Put Şeylere’. Ama zor ve meşakkatli gibi görünen bu çaba, nihayetinde kendince bir rotaya oturuyor ve gemi, yeni bir limana varıyor. Öykü zaman zaman yamyamlık, ensest gibi meselelere uğrarken film, çoklukla kimilerince ‘aşırı geveze’ parantezi içinde tanımlanacak diyaloglar eşliğinde ilerliyor (ki ben Ünlü’nün bu gevezeliklerini sevenler safındayım). Metnin felsefi, edebi ve tarihsel göndermeleri de bütün bu diyaloglarda kıyıya vuruyor. Aynı olaylara sanki farklı açılardan, bireylerden, değişen konumlardan bakıyormuş hissi veren akış, kim bilir belki de Onur Ünlü’nün bilinçaltından ve de üstünden peliküle yansıyanlardır...
Peki bundan sonrası? Bu, dramatik yapıyı bozma çabasında ısrar mı yoksa eski usul anlatıma dönüş mü? Ne fark eder ki, ister öyle ister böyle; yeter ki anlatılmaya değer bir öykü, ilgimize mazhar bir anlatım olsun. Bunlar da zaten sinemanın temel dertleri...
Yalnızlık ömür boyu
Noel’le birlikte hatıralardan süzülüp gelen unutulmaz bir karakter vardır: Dickens’ın ‘A Christmas Carol’ındaki Ebenezer Scrooge. Bu klasiğe modern zamanlarda Theodor Seuss Geisel’in ‘How the Grinch Stole Christmas!’ın ‘yeşil’ yaratığı eşlik eder olmuştur. Geçmişte de siluetini perdeye aksettiren ‘The Grinch’, bu kez bir animasyon filmiyle huzurlarımızda.
Hikâye kısaca şöyle: Crumpit Dağı’nın tepesindeki mağarasında yaşayan ve aşağıdaki yerleşim olan Whoville sakinlerinden nefret eden yeşil tüylü Grinch, benzer şekilde Noel’den de hiç hoşlanmamaktadır. Çünkü bir yetim olarak yetişen Grinch’in, ‘mutluluk’ kavramıyla problemi vardır; Noel de yöre sakinleri için ‘mutluluk’ demektir. Yalnızlığın yarattığı öfkeyle harekete geçen yeşil yaratık, ‘Noel Baba’ kılığında evlere dadanarak hediye vermek yerine eldekileri alır. Ama bu esnada karşılaştığı minik Cindy Lou-Who, onu kişiliğinin karanlık yanıyla yüzleşmeye iter...
Bu öyküyü en son ‘Grinch’i Jim Carrey’nin canlandırdığı, 2000 tarihli Ron Howard imzalı yapımda izlemiştik. Yeni animasyon versiyon yetişkinler açısından çok heyecan verici olmasa da miniklere görsel açıdan renkli bir dünya sunuyor. Filmin orijinalinde Grinch’i Benedict Cumberbatch, Türkçe versiyonda ise Yekta Kopan seslendiriyor.
Diğer seçenekler...
‘Bizi Hatırla’, Çağan Irmak imzasını taşıyor. Filmde başrolleri Altan Erkekli, Tolga Tekin, Özge Özberk ve Binnur Kaya gibi isimler paylaşıyor. Yanlış hatırlamıyorsak bugüne kadar vizyona çıkan bütün Çağan Irmak filmlerinin basın gösterimleri yapılmıştı, lakin bu kez Irmak imzalı bir yapım, gösterime çıkmadan önce sinema yazarlarıyla buluşturulmadı. Dolayısıyla bu yüzden filme ilişkin bir yazı kaleme alamadık, bilginize... Tarihsel aksiyon ‘Deliler: Fatih’in Fermanı’nı Osman Kaya yönetmiş, başrolleri paylaşan isimler şöyle: Cem Uçan, Erkan Petekkaya, Nur Fettahoğlu ve Yetkin Dikinciler. ‘Şahıs 46’da ise Hüseyin Ezgi Taşkın, Melis Tamtaş, Ramazan Mert Durak ve Melisa Akpolat gibi isimler rol alıyor. Filmin yönetmenleri Çağatay Düz ve Ege Demirbüken. Thomas Stuber imzalı ‘Muhtemel Aşk’ın (‘In den Gangen’) başrollerinde Sandra Hüller, Frans Rogowski, Peter Kurth gibi oyuncular var. ‘Robin Hood’u Otto Bathurst yönetmiş, oyuncular Jamie Dornan, Taron Egerton, Ben Mendelsohn ve Jamie Foxx.
Paylaş