Paylaş
Sinema âlemi Ruben Östlund’u ‘Turist’le (‘Force Majeure’) tanıdı. 2014 tarihli filmde Alpler’de tatile giden bir çift üzerinden erkeklik hallerine vurgu yapılırken nefis bir hal ve gidişat panoraması çiziliyordu. İsveçli yönetmen şimdi de son çalışması ‘Kare’yle (‘The Square’) huzurlarımızda.
Filmin öyküsü kısaca şöyle: Bir modern sanat müzesinin yöneticisi olan Christian, Arjantinli bir sanatçının ‘Kare’ adlı sergisinin çalışmalarını yürütmektedir. Projenin tanıtımını teslim ettikleri ekibin ‘cin fikirli’ genç kadrosu ilgi çekmek adına ‘spektaküler’ çözümler peşinde koşarken Christian farklı bir derdin içine düşer. Cüzdanını ve telefonu çaldırır; lakin kayıpları bulmak adına gerçekleştirdiği plan işleri rayından çıkarır ve bütün dengeleri altüst olur.
‘Kare’de, ‘Turist’ten izler bulmak mümkün. Christian, ‘erkeklik’ hallerinin üst sınıftaki uzantısı gibi. Kibri, kendine olan hayranlığı, kadınlarla olan ilişkileriyle... Ama filmin ana meselesi ya da Östlund’un derdi aynı sularda bir kez daha gezinmek değil. ‘Kare’, mülteci sorunuyla bambaşka dertlerin peşine düşen Avrupa’nın hali pürmelalinden kesitler sunuyor. Christian kendisini, izlerin götürdüğü yerde, adeta ‘olağan şüpheli’ sıfatıyla hayatlarını sürdüren göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı meskunda buluyor. Çalınan eşyalarını bulma yöntemi olarak da her bir dairenin posta kutusuna yazdığı bir ‘tehdit’ mektubunu koyuyor. Bu da herkesi ortak bir parantezde ‘suçlu’ konumuna taşıyor.
‘Yeni Haneke’ mi?
Lakin Östrund’un kendisinin kaleme aldığı senaryonun ilgi alanları bu limanlarla sınırlı değil. ‘Kare’, genç tanıtımcılar üzerinden günümüz dünyasının sosyal medya merakları, gösteriş ve ilgi histerisi gibi duraklara da uğruyor. Ayrıca filmin isminin aynı zamanda ‘Meydan’ anlamına gelmesi de, öyküyü farklı bir metaforun sularına çekiyor. ‘Kare’ asıl darbesini final bölümünde vuruyor. Bir sanat buluşmasında, davetlilere sunulan ve bir noktadan sonra rayından çıkan ‘özel performans’, modern insanın sabrının, korkularının, suskunluğunun, güce karşı boyun eğmesinin sınırları etrafında seyircisini de özel bir teste tabi tutuyor.
Oyunculuk performanslarına göz atarsak... Christian’da Danimarkalı aktör Claes Bang (ki ünlü İskandinav dizisi ‘Köprü’nün de oyuncularından), karakterinin küçük burjuva özgüvenini, korkularını, ikilemleri, ‘erkeklik’ hallerini aktarmada gayet iyi. Keza ‘Mad Men’ ve ‘The Handmaid’s Tale’ dizilerinden de hatırlanan Elisabeth Moss da Amerikalı gazeteci Anne’de, Christian’ın taşıdığı maskeleri indirmekte mahir bir tipleme çiziyor. Performans gösterisinde ortalığı karıştıran Oleg’de ise ‘Kong: Kafatası Adası’nda Kong’u, ‘Maymunlar Cehennemi: Savaş’ta Rocket’ı canlandıran Terry Notary’yi izliyoruz.
Sonuç? ‘Kare’, belki 142 dakikalık süresi boyunca farklı noktalara (sanat, ifade özgürlüğünün sınırları) da uğrayarak odak kayması yaratıyor ve yer yer dağılıyor gibi gelebilir ama nihayetinde Östlund her şeyi toparlıyor. Bazı noktalarda (vatandaşı) Roy Andersson dokunuşu hissedilse de aslında filmin genel havası Batılının ‘öteki’yle olan vicdani hesaplaşması açısından Haneke’nin ‘Saklı’sını fazlasıyla andırıyor. Gelecek ne getirir, bilmek zor tabii ama ben naçizane, İsveçli yönetmenin insanlık dertleri açısından Avusturyalı ustanın izinden gittiği ve giderek bayrağı da devralacağı kanısındayım.
KARE (5 üzerinden 4 yıldız)
Yönetmen: Ruben Östlund
Oyuncular: Claes Bang, Elisabeth Moss, Terry Notary, Dominic West, Christopher Leasso, Marina Schiptienko / İsveç yapımı
Gerçi yeterince paslandı ama…
Serilerin genel mantığı gereği, sonradan eklenen halkalar ‘öncü’yü aratır. ‘Testere’, sinema tarihinin en uzun serilerinden biri olduğu için bu genel kabulden kurtulması ihtimal dışıydı tabii ki. Bu nedenle her yeni adımı, zihnimizde öncelikle “Yetti ama” mantığını üretti.
İlk hamlesi James Wan’dan gelen, sonrasında değişik dokunuşlarla sürekli kendini tekrarlayarak ilerleyen serinin son filmi ‘Testere: Jigsaw Efsanesi’, ‘temdit penaltısı’ niteliğinde. Çünkü bütün kanlı cinayetlerin müsebbibi olan John Kramer, namıdiğer ‘Testere’ öleli 10 yıl olmuştur. Lakin aynı yöntemleri kullanan ve John Kramer’in ses tonu, vurguları ve üslubuyla ortaya çıkan bir seri katil vardır. Acaba Kramer ölmemiş midir?
‘Daybreakers’ ve ‘Predestination’ adlı filmleriyle hatırladığımız Almanya doğumlu Avustralyalı kardeş yönetmenler Michael ve Peter Spierig’in (İkizler) imzasını taşıyan ‘Testere: Jigsaw Efsanesi’, başlarda sıksa da belli bir noktadan sonra ‘Katil kim?’ sorusu eşliğinde kendince polisiye bir tada kavuşuyor ve nihayetinde belli ölçülerde tatmin edici bir film olarak sona eriyor. Kurgusal açıdan kimi numaraların karşılığını bulduğu yapımda dedektif Halloran, adli tıpçı Logan Nelson, asistanı Bonneville derken gayet iyi bir ‘gizem üçgeni’ kuruluyor. Ama Spierig kardeşler, işin kanlı sahneler boyutunu abartmışlar ve filmi, bu yolun manasızlık zirvesi olan ‘Hostel’ seviyesine çekmişler (ya da düşürmüşler).
TESTERE: JIGSAW EFSANESİ (5 üzerinden 2,5 yıldız)
Yönetmen: Michael-Peter Spierig
Oyuncular: Matt Passmore, Laura Vandervoort, Tobin Bell, Hannah Emily Anderson, Callum Keith Rennie, Paul Braunstein / ABD yapımı
YouTube’dan sinemaya...
Haftanın yenilerinden ‘OHA Diyorum’, kuşak itibariyle uzak olduğum bir dünyanın ifadesi. Şöyle açalım; bu filmin ana karakterlerini canlandıran arkadaşlar ‘YouTube fenomenleri’ymiş. Dolayısıyla hazır bir kitleleri varken, onların rol aldığı bir film çekmek mantıklı bir hamle. Bu hamleye soyunan isimse eski bir gazeteci (benim de bir zamanlar Aktüel dergisinden mesai arkadaşım olan) Ersan Özer. Sevgili Ersan, her daim yeni fikirlerin icracısı olmuştur. Nitekim bir zamanların sosyolojik hamlelerinden ‘itiraf.com’un da yaratıcısıdır kendisi.
Filme gelince; ‘OHA Diyorum’ bir yol hikâyesi anlatıyor. Üç ahbap çavuştan Fırat’ın arabası çalınır. Araba önemli değildir, lakin araçla birlikte kızının doğum günü için bastıracağı resimlerin bulunduğu hard disk de gitmiştir. Bu durumda Fırat, yakın dostları Melih ve Alper’le hırsızların peşine düşer ve Kırklareli’ne kadar sürüklenir.
‘OHA Diyorum’, sinematografik olarak heyecan vermese de hayranları için, sevdikleri yüzlerin sürüklediği, kendilerine özgü jargonun ya da simgelerin öne çıktığı bir yapım olmuş. Sözün özü bize seslenmese de kitlesi açısından uygun bir proje olduğu açık. Filmin oyunculuk bakımından en iyi performansı ise ‘Hırsız kız’ rolündeki Zeliha Gümüş’ten geliyor.
OHA DİYORUM (5 üzerinden 2 yıldız)
Yönetmen: Ersan Özer
Oyuncular: Melih Abuaf, Fırat Sobutay, Alper Rende, Bahar Şahin, Mert Karadaş, Egemen Sancak, Zeliha Gümüş, Begüm Çağla Taşkın, Sezgi Sobutay, Sıla Erkan / Türkiye yapımı
Diğer seçenekler...
Bu haftanın yenileri arasında yer alan ‘Dünyanın En Güzel Kokusu 2’yi Mustafa Uğur Yağcıoğlu yönetmiş, oyuncular Rıza Kocaoğlu, Tuba Ünsal, Bestemsu Özdemir ve Ege Aydan. ‘Macera Günlükleri: Sihirli Adaya Yolculuk’ (‘The Shonku Diaries: A Unicorn Adventure’) ise haftanın tek animasyon seçeneği. Filmin yönetmeni Kamal Bansal. Bir başka yerli seçenek olan ‘Ketenpere’ Kamil Çetin imzasını taşıyor, oyuncular ise şöyle: Şafak Sezer, Hakan Ural, Mehmet Esen ve Elif Erol.
Paylaş