Paylaş
'Spor filmleri’ denen kategorinin kendine özgü ritüelleri ve genel çizgileri vardır. Dalına göre bireysel başarılar ya da takım ruhunu anlatan öykülere kulak kabartılır ama asıl kalıcılığı sanırım meselenin arka planına yerleştirilen unsurların sağlamlığı ve derinliği belirler. Meseleye bu perspektifle bakıldığında ‘Cehennemde İki Devre’, ‘Ateş Arabaları’, ‘Kızgın Boğa’ gibi yapımların neden hafızalarımızda özel yerleri kapladığını açıklamak daha kolay.
Madem bu hafta salonlarımıza ‘efsane yarış atı’ Bold Pilot’ın öyküsünü anlatan ‘Bizim İçin Şampiyon’ uğruyor, o halde önce aynı kulvarda ‘yarışan’ iki önemli Hollywood yapımı filmi hatırlayalım ve düğümün ucunu coğrafyamıza bağlayalım. Gary Ross’un 2003 tarihli çalışması ‘Seabiscuit’, yalnızca yarışlarda boy gösteren bir atın değil, ‘29 Ekonomik Bunalımı’nda ayakta kalmaya çalışan bir ulusun çabalarını da anlatıyordu. Çünkü bu at, alt sınıflar için umudun ifadesiydi ve o yarışları kazandıkça, kitleler de ondan aldıkları ilhamla hayata yeniden sarılıyordu. 2010 yapımı ‘Secretariat’ta da ‘Braveheart’ın senaristi olarak tanıdığımız Randall Wallace rekorları hâlâ kırılamayan ve 1989’da hayata veda eden bir atın hikâyesini perdeye taşırken, sahibesinin onun için verdiği mücadeleyi de perdeye taşıyordu. Asıl adı ‘Big Red’ olan ve ‘resmi’ yarışlara ‘Secretariat’ ismiyle katılan bu efsane ‘Kentucky Derbisi’ni, ‘Preakness Stakes’i ve ‘Belmont Stakes’i, yani ‘Triple Crown’ olarak adlandırılan seriyi tüm zamanların en hızlı dereceleriyle kazanarak tarihe geçiyordu.
Umudun simgesi...
‘Bolt Pilot’ da bu iki mutena ‘meslektaşı’ gibi Türkiye sınırları içinde performansıyla zihinlerde yer etmiş ve rekorlara imza atmış muhteşem bir yarış atıydı. Ahmet Katıksız imzalı ‘Bizim İçin Şampiyon’, işte bu efsanenin öyküsünü seyircisiyle paylaşıp vakti zamanında kendisiyle özel gönül bağı kurmuş seyirciyi hatıralarıyla buluştururken girişte bahsettiğimiz ‘Spor filmleri’ ritüellerinin, üstesinden gelmeye çalışmış. Yönetmen Katıksız’ın Serkan Yörük’le kaleme aldığı senaryo sadece özgürlüğüne düşkün, canı çekince starta giren, sakinleşmek ve yarışmak için koca hipodromdan sessiz olmalarını isteyen (!) ‘özel’ ruha sahip bir atın başarısına odaklanmamış; film önce ‘Bold Pilot’la nice zaferlere imza atan jokeyi Halis Karataş’ın Sivas’ın bir köyünden İstanbul’a taşınan öyküsünü, daha sonra da paralel biçimde Karataş’la efsanevi atın tanışma, birbirlerine alışma, yarışmalara katılma, giderek ulusal ve nihayetinde uluslararası bir ‘ikili’ye dönüşme süreçlerini aktarıyor. Tabii bu arada atın sahibi olan Atman ailesinin kızları Begüm’le Halis’in zaman içinde yeşeren aşkları, Begüm’ün nükseden kanseriyle birlikte yaşadıkları zorluklar ve bu aşamada Bold Pilot’ın hem sahibesi hem için kitleler için umudun simgesi haline gelmesi filmin uğradığı ana duraklar...
Hâlâ kırılamayan rekor
Katıksız’ın akıp giden rejisi, yarış sahnelerine (hem yakın hem de genel planlar itibariyle) hâkimiyeti, Serkan Güler’in kadrajları derken ‘Bizim İçin Şampiyon’ teknik anlamda sınıfı geçiyor. Öykü, ikinci yarıda melodrama fazlaca göz kırpıyor ki, basın gösterimi sonrası kimi eleştirmen dostlar filmin en büyük zaafının bu olduğunun altını çizdi. Ben de öykünün, el attığı harmanın duygusal tonlarına, evet biraz fazla yüklendiğini kabul ediyorum ama hedef buymuş. Ve başta ‘Karataş-Bold Pilot ekürisi’nin 1996 yılı Gazi Koşusu’ndaki 2.26.22’lik hâlâ kırılamayan rekoru dahil birçok yarış başarısıyla birlikte sınıfsal farklılıklara rağmen yaşanan bir aşk hikâyesi, zaman zaman gözyaşları eşliğinde perdeye belli ölçülerde başarıyla taşınmış.
Halis Karataş’ta Ekin Koç’un, Begüm Atman’da da Farah Zeynep Abdullah’ın canlandırdıkları karakterleri inandırıcı kıldıklarını söyleyebilirim. Finaldeki gerçek görüntüler ve yazıyla ifade edilen tarihsel hatırlatmalar biraz fazla tutulmuş, bu cephe daha kısa ve öz halledilebilirdi.
Sonuç itibariyle ‘Bizim İçin Şampiyon’, sinemamız adına kendi alanında bir ilk. Ve duygusal tortu bakımından seyirci zihnimizde ‘Müslüm Baba’ türü bir iz bırakıyor. En azından bendeki hissiyatı böyle oldu...
Olmaz olsun böyle gelecek!
‘Altmış Dakika Savaşı’ denen felaketin ardından gezegende kartlar yeniden dağıtılmıştır. Paletler üzerinde hareket eden büyük kent teşekkülü, ihtiyaçlarını daha küçük ölçekli yapıları bir tür istila ederek karşılamakta, ele geçirilen merkezlerin nüfuslarını da kendine katmaktadır. Londra isimli bu merkezin yuttuğu son yerleşim içindeki genç bir kız, sistemin bilimsel kanadındaki en üst kişiye, Thaddeus Valentine’a bıçakla saldırarak yaralar. Alt sınıf temsilcisi genç Tom, eylemi önlemek isterken kendisini bambaşka bir serüvenin içinde bulur.
Philip Reeve’nin ‘Yürüyen Kentler’ adlı dört kitaplık serisinden sinemaya uyarlanan ‘Ölümcül Makineler’ (‘Mortal Engines’), annesini öldüren ihtiraslı bir bilim insanından (ismi Thaddeus Valentine) intikam almak için harekete geçen genç kızla (ismi Hester Shaw) ona yardımcı olan genç bir şehirlinin (ismi Tom Nastworthy) mücadeleleri eşliğinde distopik bir hikâye anlatıyor. Filmi, insanlığın, gelişmişliğiyle paralel biçimde artan yıkıcılığı ve karşı tarafı yok etme histerisiyle tarihe gömdüğü uygarlıkların ardından gelinen noktada; hâlâ ayrı reflekslere sahip kötücülükle iyiliğin savaşı şeklinde özetlemek mümkün. Kuşkusuz öykünün alt metninde sömürgecilik, göçmenlik, sınıf meseleleri, açgözlü kapitalizm, savaş özlemi, zenginler ve yoksullar gibi ara sokaklar var…
‘Mad Max’ tadı…
Öte yandan Peter Jackson’ın senaryoya katkıda bulunmasının yanı sıra yapımcılığını da üstlendiği ‘Ölümcül Makineler’de, yönetmen Christian Rivers bilgisayar vasıtasıyla yaratılmış son derece etkileyici bir dünya kurmuş (ki kendisi eski bir özel efektçi). Yürüyen kent Londra, tasarım olarak Pieter Bruegel’in ‘Babil Kulesi’ni andırırken genel atmosfer ‘Mad Max’i akla getiriyor. Kimi kadrajlar ve de araç dizaynları da fazlasıyla ‘Star Wars’ kokuyor, keza Tom karakteri de fizik olarak Luke Skywalker çağrışımı yapıyor. ‘Kalpsiz’ metal karakter Shrike’ın Hester’le ‘baba-kız’vari ilişkisi, ‘Avengers’taki Thanos-Gamora eşleşmesini andırıyor.
Performanslara gelince; kadroda yer alan ve ilk kez izlediğimiz genç oyuncuların hepsi gayet iyi, öykünün ‘kötü adam’ Valentine’da ise Hugo Weaving etkileyici bir portre çiziyor.
Malum, son dönemde çok satan serilerin yansıması olarak genç kuşaklara seslenen distopik uyarlamalar izliyoruz. ‘Açlık Oyunları’, ‘Uyumsuz’, ‘Labirent’ gibi serilerin ardından ‘Yürüyen Kentler’in bu ilk adımı niteliğindeki filmin devamı gelir mi bilemiyorum ama ‘Ölümcül Makineler’ ilgi çekici bir evren sunuyor. ‘Açlık Oyunları’ hep belli bir standardı tutturdu ama ben bu filmin, aynı kulvardaki yapımların en iyisi olduğu kanaatindeyim. Özellikle sosyolojik göndermelerini (ve de ‘Kentsel Darwincilik’ tanımını) bir hayli beğendim. Sonlara doğru senaryo az biraz dağılsa da gelen toplamda kayda değer bir çaba olduğu düşüncesindeyim…
(Üç buçuk yıldız)
Ölümcül Makineler
Yönetmen: Christian Rivers
Oyuncular: Hera Hilmar, Robert Sheehan, Hugo Weaving, Leila George, Ronan Raftery, Jihae, Stephen Lang, Colin Salmon, Patrick Malahide
Yeni Zelanda-ABD ortak yapımı
Bu ‘Randevu’ kaçmaz...
TÜRSAK (Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfı) tarafından düzenlenen ‘Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali’nin bu yılki ‘randevusu’ yarın başlıyor.
11 Kasım’a kadar sürecek organizyon bu yıl, ‘Çağdaş Fransız Sineması’, ‘Fransız Sinemasının Büyük Ustaları’ ve ‘İlk Randevu’ bölümleriyle sinemaseverlerin karşısına çıkacak. Fransız Kültür Merkezi işbirliğiyle gerçekleştirilen ve çağdaş Fransız sinemasının henüz Türkiye’de gösterime girmemiş örnekleriyle Fransız sinemasının büyük ustaları tarafından çekilmiş klasikleri bir araya getiren ‘Odak Ülke: Fransa’ bölümü seçkisi Fransız Kültür Merkezi sinema salonunda seyirciyle buluşacak. ‘İlk Randevu’ bölümünde ise Vuslat Saraçoğlu’nun ‘Borç’, Banu Sıvacı’nın ‘Güvercin’, Erkan Tunç’un ‘Martı’ ve Burak Çevik’in ‘Tuzdan Kaide’ filmleri gösterilecek.
Diğer seçenekler...
Haftanın yenilerinden ‘Don Kişot’u Öldüren Adam’, Terry Gilliam imzasını taşıyor, filmin başrollerinde Adam Driver, Jonathan Pryce, Joana Ribeiro, Olga Kurylenko, Stellan Skarsgard ve Oscar Jaenada gibi isimler var. ‘Son Çıkış’ı Ramin Matin yönetmiş, oyuncular Deniz Celiloğlu, Ezgi Çelik, Pınar Töre ve Gizem Erdem. ‘Paranın Kokusu’ Ahmet Boyacıoğlu imzalı bir yapım, kadroda Murat Kılıç, Şevval Sam, Emrah Kolukısa ve Rıza Sönmez gibi isimler yer alıyor. ‘Kafalar Karışık’ta başrolleri Atakan Özyurt, Bilal Hancı, Fatih Yasin, Erkan Can, Metin Akpınar, Güven Kıraç paylaşıyor, yönetmen Yücel Yolcu. ‘Sihirbazın Balonları’ (‘A Wizard’s Tale’) adlı animasyonu Andres Couturier ve Todd Resnick ikilisi yönetmiş. Yerli gerilim ‘Şeytan Geçidi: Enhara’da Hakan Yusufoğulları, Yasemin Yıldız Gürler, Ali Burak Küçük ve Tayfun Turhan başrollerde, yönetmen Onur Aldoğan.
Paylaş