Paylaş
Evet, sinema salonlarına bu aralar uğrayan en gereksiz dizide son nokta konuluyor. Bize de bu durumda, “Şükürler olsun” demek düşüyor. Dönem ödevi yapmak için gittiği Christian Grey adlı işadamıyla daha sonra ilişkiye giren ve sado-mazo bir dünyanın parçasına dönüşen Anastasia Steele’in önceki serüvenlerinde malum, kimi gelgitler yaşanmıştı. Serinin ‘Özgürlüğün Elli Tonu’ (‘Fifty Shades Freed’) adıyla gösterime giren üçüncü adımında ikili evleniyor. Lüks hayatına ‘çalışarak’ renk katma uğraşına giren Ana’ya, öykünün kötü adamı Jack Hyde yeniden musallat oluyor ve aranan hareketlilik sağlanıyor.
Önceki kuşakların ‘Emmanuelle’ gibi bir serisi ve ‘9.5 Hafta’, ‘Gece Bekçisi’, ‘Paris’te Son Tango’, ‘O’nun Hikâyesi’ gibi hatıralarda yer etmeye değer filmleri vardı. Şimdiki zamanın temsilcisi hüviyetindeki ‘Elli Ton’, kitsch deseniz değil, vasat deseniz değil, neresinden tutulacağı belirsiz bir amorf yapı... Neyse, kitapları (yazar E. L. James) çok sattığına, serinin önceki filmleri gişede hatırı sayılır bir iş yaptığına göre bana fazla laf düşmez. Buyurun, sanık sizin...
Özgürlüğün Elli Tonu (5 üzeri 1 yıldız)
Yönetmen: James Foley
Oyuncular: Dakota Johnson, Jamie Dornan, Eric Johnson, Eloise Mumford, Rita Ora, Arielle Keber
ABD yapımı
Recep ‘Kayhan’ İvedik…
‘Recep İvedik’ karakterinin yeni bir versiyonu tadındaki ‘Kayhan’, ‘Şahan Gökbakar külliyatı’nın en zayıf, en vasat üyesi olmuş. Senaryo çok sıradan, espriler demode; filmde güldüren sahne sayısı da ikiyi geçmiyor...
Şahan Gökbakar’ın, sinematografik özelliklerinden çok ‘Gişe rekortmeni’ unvanıyla sinema tarihimize geçen ‘Recep İvedik’ karakteriyle bir dönemin ruhunu yansıttığı söylenebilir. Peki nedir bu karakterin yansıttığı ruh? Magandalık, uyanıklık, hınzırlık, şiddete yatkınlık, cinsiyetçi bakış açısı, argo, her daim sıranın en sonundan, beklemeden en önüne geçme hırsı ve özgüveni vs. vs... Gökbakar, ‘Recep İvedik’ serisine ‘es’ verdiğinde de araya ‘Celal ile Ceren’ ve ‘Osman Pazarlama’ girdi. Benzer şekilde ‘Şahan Gökbakar külliyatı’nda ‘farklı’ karakter olarak, bu haftadan itibaren salonlara uğrayan ‘Kayhan’la tanışıyoruz...
Önce konu diyelim: Bir Ankara bebesi olan Kayhan, mezun olduğu lisenin pilav gününe gitmek için İstanbul’a yollanıyor. Kendi sınıfından kimsenin gelmediği etkinlikte 98’deki mezuniyet yıllığını buluyor ve okuduklarıyla raydan çıkıyor. Arkadaşları kendisine ilişkin nefretini adeta yıllıkta kusmuştur. Kayhan, bu duruma kızıyor ve hepsinden tek tek intikam almak üzere harekete geçiyor.
‘Kayhan’ (yönetmen koltuğunda yine Togan Gökbakar oturuyor) ‘Şahan Gökbakar filmlerinin en zayıfı, en az vasatı, en az çekici olanı. ‘Recep İvedik’ serisine ait yapımları beğenmeseniz bile birkaç yerde, bazı sahnelerde gülmeniz vakidir. Lakin ‘Kayhan’ hem senaryo olarak çok sıradan, alelacele kaleme alınmış gibi hem de güldüren sahne sayısı ikiyi geçmiyor (ya da şöyle söyleyeyim; ben kendi adıma ancak o kadarında gülebildim).
Yine ‘gişesi’ konuşulacak…
Kuşkusuz bu karakterin bilinçaltında da ‘Recep İvedik’lik var; yine bir şekilde magandalık, meseleleri şiddet yoluyla çözme, kadını cinsel obje olarak görme gibi refleksler burada da ortaya çıkıyor. Ama bence asıl mesele senaryoyu kaleme alan Gökbakar kardeşlerin ‘arkaik’, alabildiğine demode bir bakışla güldürme çabalarında ısrar etmeleri. Türkiye artık bırakın 15-20 yıl öncesinin, yakın tarihinin bile değerlerine, reflekslerine sahip değil. Kutuplaşma, hoşgörüsüzlük, birbirini anlamama ısrarı had safhada. Tamam, biliyoruz, Şahan Gökbakar komedilerinin bu türden sosyolojik bir bakışı ya da tavrı yok. Ama benim üniversite zamanımda (80’ler) ‘Limon’ (‘Leman’ öncesi yani) dergisi sath-ı mahalinde yapılan ‘Entel’ kesime yönelik espriler (ki o zaman bir manası vardı kuşkusuz) çoktan tarih olmadı mı? Resimlere (tablolara) saldırmak, ressam aşağılamak demode ötesi bir tavır değil mi? Ya da ‘Reiki’ öğretisiyle dalga geçmek, ti’ye almak...
Toparlarsak; kuşkusuz kendi kuşağının komedi alanındaki yetenekli isimlerinden Şahan Gökbakar’ın sürekli kendini tekrarlayan ve kalıcı işleri imza atmaktan kaçınan tavrının yeni bir örneği ‘Kayhan’. Bana söz söylemek düşer mi, bilmiyorum ama yine de söyleyeyim: Naçizane bu tavrın, yetenekli bir sinemacı olduğuna inandığım (‘Gen’le heyecan verici bir giriş yapmıştı yönetmenlik uğraşına) kardeşi Togan Gökbakar’ın kariyerine de etki yaptığı kanısındayım.
Neyse, zaten önümüzdeki günlerde sinematografiden ziyade daha çok ‘Kayhan’ın gişesi konuşulacak, tartışılacak.
Kayhan (5 üzeri 1 yıldız)
Yönetmen: Togan Gökbakar
Oyuncular: Şahan Gökbakar, İrfan Kangı, Gökçe Eyüpoğlu
Türkiye yapımı
Büyük Çin’de büyük bela...
Suç, artık Çinlilerin de ilgi alanı dahilinde... Kapitalizme göz kırpma, para kazanma, büyüme hırsı derken bireyin çizgi dışına taşma serüvenleri bir animasyonun konusu haline gelmiş. Liu Jian imzalı ‘İyi Günler’ (‘Hao ji le’), kara mizahla bezenmiş bir suç filmi tadında. Öykü, söz konusu janrın en bildik klişelerinden birinin etrafında biçimleniyor: Hatırı sayılır bir miktarda para ve onun peşinde olan bir grup ‘iyi’ ve ‘kötü’ insan...
Konu kısaca şöyle: Çin’in güneyinde küçük bir kasabada Xiao Zhang, patronundan bir milyon yuan çalar. Çünkü kız arkadaşının başarısız geçen estetik ameliyatında doğan problemleri ortadan kaldırmak için Güney Kore’ye gidip yeni bir operasyon geçirmesi için çabalamaktadır. Çaldığı para bu işe yarayacaktır. O sırada çocukluk arkadaşı ressama işkence yapan, paranın sahibi Liu Amca, hırsızlığı öğrenir öğrenmez kirli işlerini halleden ‘Sıska’yı devreye sokar...
‘İyi Günler’, Liu Jian’ın kendine özgü, yer yer ağır hareket eden animasyon tekniği ve estetiğinin yanı sıra kurulan özel dünya ve atmosferle son derece özel ve de güzel bir film olmuş. Başarılı ‘çizilmiş’ karakterleri, felsefi göndermelerle yüklü diyalogları ve müziği de cabası. Sözün özü, yetişkinler bu animasyon kaçmaz...
İyi Günler (5 üzeri 4 yıldız)
Yönetmen: Liu Jian
Çin yapımı
Kulübenin efendisi...
Onca futbolcu, onca teknik direktör, hatta onca başkan... Hepsi geldi geçti ama o hep yerini korudu, o hep kulübedeydi... Evet, Beşiktaş’ın malzemecisi Süreyya Soner’den bahsediyoruz... 1981’de kapısından girdiği takımın sayısız sevincine, coşkusuna, mutluluğa, hüznüne, acısına, gözyaşına tanıklık eden isimden...
Gökçe Kaan Demirkıran, metinlerini de kendisinin kaleme aldığı ‘kurgusal belgesel’i ‘Güzel Adam Süreyya’da, işte bu kişiliğin hayatından kimi kesitleri, yaşadığı anın tanıklarıyla birlikte perdeye taşımış. Söz konusu çalışma genel bir parantezde Soner’in öyküsündeki ilk basamaklardan (matbaa işçiliği, Yeşilçam emekçisi vs.) başlayarak Beşiktaş camiasına dahil olma sürecini izliyoruz. Sonrasında da Siyah-Beyazlı takımın çeşitli kuşaklara ait yıldızlarıyla kurduğu derin ve belki de sonsuza kadar hiç kopmayacak bağların izlerini sürüyoruz. Kendisine Beşiktaş’a girmesinde önayak olan Ziya Doğan’dan Metin Tekin’e, Ali Gültiken’den Les Ferdinand’a, Feyyaz Uçar’dan Ricardo Quaresma’ya, Rıza Çalımbay’dan Şenol Fidan’a, Fikret Orman’dan Şenol Güneş’e, Gordon Milne’den çevirmen Halil Yazıcıoğlu’na birçok isim, birçok sima ‘Süreyya Soner’in kulüp tarihindeki ve kendi hayatlarındaki önemini, işlevini, vazgeçilmez yanını anlatıyor.
Anlatıcı sesi Yılmaz Erdoğan olan ‘Güzel Adam Süreyya’yı kuşkusuz Beşiktaş taraftarları daha fazla sevecek ama filmde Siyah-Beyazlı renklere gönül verenlerin dışındaki futbolseverlerin de hoşlanacağı anlar, ayrıntılar, hatıralar bulunuyor...
Güzel Adam Süreyya (5 üzeri 3 yıldız)
Yönetmen: Gökçe Kaan Demirkıran
Türkiye yapımı
‘Leo da Vinci: Mona Lisa Macerası’
Diğer seçenekler
‘İyi Günler’ yetişkinlere seslenedursun miniklere göre de animasyonlar var haftanın mönüsünde. Bunlardan ilki Arni Asgeirsson imzalı, ismiyle Liverpool taraftarlarına selam gönderen (!) ‘Puloi: Asla Yalnız Uçmayacaksın’. Bir diğer animasyonsa Sergio Manfio’nun yönettiği ‘Leo da Vinci: Mona Lisa Macerası’ (‘Leo da Vinci: Mission Mona Lisa’).
Paylaş