Paylaş
Kim bilir bu kaçıncı ‘Mumya’ ama yapacak bir şey yok. Onlar da haklı, binlerce yıl yat yat, canları sıkılıyor ve fırsatı buldukça ilk hamlede aramıza karışarak eski ‘vesayet’ dönemlerini (!) inşa etmeye çalışıyorlar. 2017 model ‘Mumya’ (‘The Mummy’), farklı olarak geçmiş zamandan firavun değil Mısır hanedanından iktidar coşkusu ve hırsı yüksek bir prenses (yani bildiğim kadarıyla anaakım sinemadaki ilk ‘Kadın mumya’ var karşımızda) yolluyor.
MUMYA
Yönetmen: Alex Kurtzman
Oyuncular: Tom Cruise, Sofia Boutella, Annabelle Wallis, Russell Crowe, Jake Johnson, Marwan Kenzari
ABD yapımı
Malum ‘Mumya’, sinemanın ilk çağlarından beri korku ve gerilim türü adına sahaya sürülen bir figür. 1932 tarihli, Boris Karloff’u başrolünde izlediğimiz film (yönetmen Karl Freund’du) çıkış noktası olarak ele alındığında aradan geçen süre zarfında çok sayıda yapım izledik. Efsane en son 1999’da, ilk adımı atılan yeni bir seriyle aramıza dönmüştü. Sonrasında Stephen Sommers imzalı bu yapımı 2001’de devamı niteliğindeki ‘The Mummy Returns’ (yine Sommers yönetmişti) izledi ve nihayetinde 2008’deki ‘Mumya: Ejder İmparatoru’nun Mezarı’yla (bu kez kamera arkasında Rob Cohen vardı) nokta konuldu. Şimdiki zamanın ‘Mumya’sında ise yönetmenliği Alex Kurtzman üstlenmiş.
Efenim, film aynı zamanda 55 yaşının baharında, bir yandan ‘Görevimiz Tehlike’lerle, öte yandan ‘Jack Reacher’larla ‘aksiyon yıldızı’ olarak tükenmediğini göstermeye çalışan ve sürekli kaslı vücudundan pasajlar sunan Tom Cruise’a da yeni bir ‘seri’ fırsatı sunacak gibi görünüyor.
Önce kısaca öykü diyelim: Ortadoğu’ya ‘Demokrasi’ getirmek için çalışıp didinen Amerikan ordusunun başına buyruk askerlerinden Nick Morton, arkadaşı Jack Vail’le operasyonlar sırasında çaktırmadan eski medeniyetlere ait önemli eserleri ‘cebellezi’ eder. Son hamlesinde ise ‘tesadüfen’ Mezopotamya’nın derinliklerinde yatan eski bir Mısır mezarlığı bulur. Orduda uzman olarak çalışan Jenny Halsey, buluntuları Londra’daki patronu Dr. Henry Jekyll’a bildirir. Sonrasında ise onları Londra’da tuhaf bir macera beklemektedir...
UÇAK DÜŞME SAHNESİ OLDUKÇA ETKİLEYİCİ
Sinema âlemi içinde işinin ehli senaristler olarak bilinen David Koepp (‘Jurassic Park’, ‘Görevimiz Tehlike’, ‘Örümcek Adam’ vs.) ve Christopher McQuairre (‘Olağan Şüpheliler’, ‘Valkyrie’, ‘Dev Avcısı Jack’ vs.) ikilisinin yanı sıra Dylan Kussman’ın da katkıda bulunduğu bir metinden çekilen ‘Mumya’, göndermeleri ve türler arası yolculuğu yoğun bir film. Ama bunca çabaya ve trafiğe rağmen sağlam bir omurgası yok. Ne ‘Indiana Jones’vari tadı, ne kötülüğü ‘Dr. Jekyll&Mr. Hyde’vari karakteri, ne ‘Zombiler’e selam gönderen bölümleri ne de aksiyon sahneleri durumu kurtarıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse önceki ‘Mumya serisi’nin özellikle ilk iki filmi, hınzırca bakışı ve sarkastik tavrıyla oldukça hoştu, yeni hamle ise bilgisayarda üretilmiş sahnelerin pek de çekici olmayan bir öyküyle arka arkaya yapıştırılmış hali gibi duruyor. (Ben sadece uçak düşme sahnelerinden etkilendim, o da yükseklik korkumdan olsa gerek!)
Filmde 1964 doğumlu Russell Crowe, 1962 doğumlu Tom Cruise’a “Genç” diye hitap ediyor!
YETERİNCE KÖTÜ YOKMUŞ GİBİ!
Oyunculuklara gelince... Tom Cruise’un zorlama aksiyon yıldızlığı belki ‘Görevimiz Tehlike’de idare ediyor ama burada özel bir tat vermiyor. Prenses Ahmanet’te Cezayir kökenli Sofia Boutella egzotik bir hava yayıyor. Jenny Halsey’de Annabelle Wallis idare ediyor, Dr. Jekyll’da Russell Crowe ise karikatürize bir performans sergiliyor (sesi daha etkileyici diyebilirim).
Annabelle Wallis’ı (solda), en son ‘Kral Arthur: Kılıç Efsanesi’nde izlemiştik.
“Bir aksiyon eğlenceliğinden özel derinlikler ya da felsefi bir bakış beklemek abartılı olabilir ama bir kez daha Ortadoğu’ya klişe bakışlar eşliğinde yaklaşmak ve yeterince ‘canlı kanlı’ kötünün bulunduğu bir dünyaya, 5 bin yıl öncesinin kötülük figürünü yeniden çağırmak biraz nafile olmuş” şeklinde hissiyatımızı belirterek, “Önümüzdeki mumya ya da
mumyalara bakalım” derim...
KEDİ
Yönetmen: Ceyda Torun
Türkiye-ABD ortak yapımı
KEDİDİR, KEDİ...
İngiliz kökenli Ben Hopkins, bir süre yaşadığı ve havasını suyunu bildiği İstanbul üzerine çektiği o enfes kurgusal belgeseli ‘Hasret’te, şehrin sınırları içinde hükmünü süren bir kediler uygarlığının altını çizer. Böylesi bir ‘perspektif’in ardından, bu haftadan itibaren salonlarımıza uğrayan ‘Kedi’, bir anlamda ‘Hasret’i tamamlıyor.
Ceyda Torun imzalı belgesel önde minik dostlarımız, arka-planda ise kentin silueti, gündelik hayatı, kimi mahallerindeki dinamikleri ve kuşbakışı kadrajları derken ‘Kedili bir İstanbul’ tasvirine soyunuyor. ‘Kedi’ sahipli, evlerde kendi krallığını kurmuş, hayatını pek de ‘zahmet çekmeden’ sürdürenlerden ziyade ‘Sokakların efendisi’ gibi hareket eden, ekmeğini balıkçıdan, esnaftan, ‘merhametli’ insanlar gayretinden çıkaran ve ortak yaşama alanlarının ‘güzide’ parçalarına dönüşmüş bir grup ‘patili’ karakterlere (isimleri hatırlatalım: ‘Sarı’, ‘Bengü’, ‘Psikopat’, ‘Deniz’, ‘Aslan Parçası’, ‘Duman’ ve ‘Gamsız’) yoğunlaşıyor. Görüntü yönetmenleri Charlie Wuppermann ve Alp Korfalı kameralarını ‘kedi boyu’ hizasında tutarak bir anlamda ‘yerden’ oynamışlar ve çerçeveleriyle filme özel bir derinlik, anlam ve gerçekçilik kazandırmışlar.
BAŞINA BUYRUK RUHLAR!
Yönetmen Ceyda Torun, belgeselin bazı bölümlerinde kedilerle bir tür ruhani ilişkiye giren insanlara da mikrofon uzatmış. Kimi hayattaki yaralarını sarması için, kimi yalnızlığına derman olması için, kimi de insan olmanın gerekliliğini yerine getirmek için sokakların özgür ve başına buyruk ruhlarını doyuruyor, bakımını üstleniyor, elindekini avcundakini paylaşıyor. Film, yönetmen Torun’un Altyazı dergisindeki söyleşisinde belirttiği gibi kedilerin, insanlığın ve İstanbul’un tasvirine soyunuyor.
‘PATİLİ’ DOSTLAR
‘Kedi’, dışarıda, özellikle ABD’de çok beğenildi. Lakin buradan bakıldığında aynı derecede etkilenir miyiz, daha da etkilenecek miyiz; bunu yakın zamanda anlayacağız. Doğrusunu söylemek gerekirse kediler dünyasına hâkim olanlar (halk arasındaki söylenişiyle ‘kediciler’) için, bence bu ilginç dostlarımız hakkında film üzerinden okunacak ya da hayrete düşecek yeni şeyler yok. Ayrıca ‘Kedi’nin, ana objelerinden biri olan İstanbul’un içinden geçtiğimiz dönemine ilişkin sosyolojik reflekslerine ve mimari kabuk değiştirmesine ait fikir belirtme türünden bir yaklaşımı da yok. Lakin bu tavır, bir problemden çok, yönetmenin kente ve hayata dair iyimser ve umutlu yaklaşımı olarak da kabul edilebilinir.
Sonuç? Kedilerle ‘hastalıklı’ ilişkisi olan biri kimliğiyle, böylesine bir yapım için ne diyebilirim ki? Elbette mutlaka görün. ‘Kedi’, İstanbul’u hem ‘patili’ dostlar hem son derece güzel kadrajlar eşliğinde gezmek, öte yandan kentin kaotik yapısından, gündelik hayhuyundan bir süreliğine kurtulmak ve huzur bulmak için önemli bir fırsat
sunuyor.
VAMPİR CEHENNEMİ: İSTİLA
Yönetmen: Dan Berk-Robert Olsen
Oyuncular: Connor Paolo, Nick Damici, Laura Abramsen, Steven Williams, A. C. Paterson
ABD yapımı
SERDE ‘WESTERN’LİK VAR...
Uygarlık çökmüş, insanlık vampirlerin soluğunu ensesinde hissederek yaşamak zorunda kalmıştır. Hayatını sürdürdüğü New Eden’da bir saldırı sonucu ailesini kaybeden Martin, intikam almak için yollara düşer. Hedefi önce, eski dostu ‘Vampir avcısı’ Mister’ı bulmak, sonra da hesabını onun yardımıyla kapamaktır.
2010 tarihli ‘Vampir Cehennemi’nin (‘Stake Land’) devamı niteliğindeki ‘Vampir Cehennemi: İstila’ (‘The Stakelander’), iki ana karakteri eşliğinde yoluna devam ediyor. Bu kez kamera arkasına Dan Berk ve Robert Olsen geçmiş. Film, ikilinin 2015 tarihli ‘Body’ adlı çalışmalarından sonraki ikinci ortak yönetmenliği.
‘İstila’, özellikle Martin’in New Eden’dan Amerika’ya geliş sürecindeki bölümünde, bence görsel açıdan çok güzel akıyor. Atmosfer de gayet iyi. Sonrasında filmin diğer karakterleri öyküye dahil oldukça büyüsü biraz bozuluyor ama gene de sakinliği, temiz kadrajları ve toksözlülüğüyle (!) benim hoşuma gitti.
Mister karakteriyle ‘Buffalo Bill’e göndermede bulunuyor gibi gözüken yapım, genel havasıyla da ‘Mad Max’vari bir atmosfer sunuyor.
Toparlarsak ‘Western tadı’ da taşıyan ‘Vampir Cehennemi: İstila’, mütevazı bir vampir filmi. Ünlü zombi dizisi ‘The Walking Dead’den de hoşlananlar için diyelim... Bu arada filmin senaryosunu ‘Mister’ karakterinde karşımıza gelen Nick Damici kaleme almış.
‘Bir Nefes’
DİĞER SEÇENEKLER
Haftanın yenilerinden ‘Bir Nefes’ (‘Ein Atem’) Ramin Bahrani’nin imzasını taşıyor. Oyuncular Jördis Triebel, Chara Mata Giannatou, Benjamin Sadler ve Apostolis Totsikas. Burak Aksak’ın yönettiği ‘Dede Korkut Hikâyeleri: Salur Kazan: Zoraki Kahraman’ın kadrosunda şu isimler yer alıyor: Mahir İpek, Devrim Yakut, Onur Atilla ve ‘rahmetli’ Erdal Tosun. ‘11’i ise Can Varol yönetmiş, filmde Zeynep Gülay, Anıl Can Yılar, Cansu Şahin ve Osman Cavcı gibi oyuncular rol almış. ‘Prenses ve Kurbağa: Ajanlar İşbaşında’ (‘The Swan Princess Royally Undercover’), haftanın animasyonu, yönetmen Richard Rich. Erdoğan Koç imzalı ‘Çünkü Onu Çok Sevdim’de ise başrolleri Emre Kanat, Aysu Alev Aygün, Ümit Sağlam ve Hüseyin Yaşar paylaşıyor. ‘Dokuzuncu Hayat’ı (‘The 9th Life of Louis Drax’) Alexandre Aja
yönetmiş, oyuncular Jamie Dornan, Sarah Gadon ve Aaron Paul.
Paylaş