‘Bilmek beni zor değil, ben sihirli lambayım’...

Ünlü masal ‘Alaaddin’in Sihirli Lambası’, görsel bir şölenle huzurlarımızda. Sevimli hırsız Alaaddin’in farkında olmadan Prenses Yasemin’e âşık olması ve yaşanan bütün sorunları halletmesi için sihirli lambadaki cinden yardım istemesi üzerine kurulu bu klasik hikâyeye el alan Guy Ritchie, yer yer Bollywood tarzındaki rengârenk görüntülerle süslü bir yapıma imza atmış. Filmde Will Smith’i ‘Cin’ rolünde izliyoruz...

Haberin Devamı

Disney, kendi animasyon klasiklerini ‘ete kemiğe’ büründürmeyi sürdürüyor. ‘Güzel ve Çirkin’den sonra sıra ‘Aladdin’de. 1992 tarihli orijinal yapımın CGI teknolojisiyle destekli şimdiki zaman uyarlamasında öykü aynı çizgilerde dolaşıyor. Kısaca özetleyelim: Minik maymunu Abu’yla birlikte mesleğini icra eden, ‘Sokak faresi’ namlı sevimli hırsız Alaaddin, günün birinde farkında olmadan güzel bir kızla tanışıyor ve etkileniyor. Sonrasında bu kızın, yaşadıkları Agrabah kentinin prensesi Yasemin olduğunu fark ediyor. Aynı şekilde prenses de bu eli çabuk gencin sadece etraftaki kıymetli şeyleri değil, kalbini de çalmasına kayıtsız kalamıyor. Lakin kurallar, onun ancak bir prensle evlenmesine izin veriyor. Statüko böyleyken devreye babasının veziri Cafer’in doymak bilmeyen iktidar hırsı giriyor. Eski bir hırsız olan Cafer, suçüstü yakaladığı Alaaddin’i ‘Mucizeler Mağarası’na sokarak kendisini iktidara taşıyacak ‘Sihirli Lamba’yı çalmasını istiyor. Lakin olaylar farklı gelişiyor ve Alaaddin mağarada önce uçan halıya, sonra da içinden çıkan cine hükmettiği sihirli lambaya sahip olarak makûs talihini değiştirmeye çabalıyor.
‘Bilmek beni zor değil,  ben sihirli lambayım’...
Feminist bir prenses...
‘1001 Gece Masalları’nın ‘Alaaddin’in Sihirli Lambası’ adlı bölümünün uyarlaması niteliğindeki yapım, Guy Ritchie imzasını taşıyor. En son ‘Kral Arthur’ efsanesine kendince bir yorum getirdiği filmiyle hatırladığımız İngiliz yönetmen, ‘Aladdin’de son derece renkli bir dünyayı perdeye taşıyor. Aslında öyküdeki mekânlar, Doğu’ya ait bildik klişe imajların yansımaları. Ama masal dediğin biraz da bu tür klişelerin görsel yansıması değil midir? Bu durum özellikle Agrabah’ın mimari dokusunda, sarayın dışında ve içinde, Alaaddin ve peşindeki muhafızların koşuşturduğu sokak aralarında kendisini hissettiriyor. Giyim-kuşam ve özellikle Alaaddin’in Prens Ali’ye dönüşme bölümünde film, ‘Bollywood yapımları’ tadına ve ruhuna ulaşıyor.
Robin Williams’ın karakteri Will Smith’te
Ritchie’yle birlikte John August’ün kaleme aldığı senaryo ise özellikle Prenses Yasemin üzerinde fazla kafa yormuş ve ortaya kişilikli, yer yer feminist dokunuşlarla bezeli bir karakter çıkarmış.
Alaaddin’de Mena Massoud’u, prenseste Naomi Scott’ı, vezir Cafer’de Marwan Kenzari’yi, Sultan’da da Navid Negahban’ı izlediğimiz filmin sürükleyici ismi ‘Cin’de karşımıza gelen Will Smith. Siyahi oyuncu, orijinal animasyonda ‘rahmetli’ Robin Williams’ın seslendirdiği ve gönüllerde taht kurduğu karaktere, özel bir dokunuş katmayı başarıyor. Ayrıca bizim Numan Acar da saray muhafızlarının komutanı Hakim’de karşımıza çıkıyor. Sonuç olarak ‘Aladdin’, müzikal yanı dengeli, son derece renkli ve eğlenceli bir yapım olmuş, ‘İzlenmeye değer’ diyoruz...
‘Bilmek beni zor değil,  ben sihirli lambayım’...
*Film, Alaaddin’in İngilizce’deki karşılığı olan ‘Aladdin’ ismiyle vizyona giriyor. Bu yazıda ise karakterin Türkçe yazılımı kullanılmıştır.
‘Sınır’ları aş da gel...
İsveç’te, bir nakliye limanının ‘sınır kapısı’ olarak kabul edilen bölümünde çalışan güvenlik görevlisi kadın; ismi Tina... Alışılmadık çizgilerde seyreden görüntüsünün yanında ilginç sezileri var; adeta kokuyu alıyor ve bir tür ‘insan sarrafı’. Kim suçlu, kim masum, kim uyuşturucu ticareti yapıyor, kim çocuk pornosu işinde; anlıyor ve hiç yanılmıyor... Ev hayatı ise monoton; aslında bir cennet parçasını andıran, gözden uzakta, doğal hayatın içinde yaşıyor. Birlikte olduğu biri var ama aralarında bir sevgi bağı yok; erkek arkadaşı Roland’ın ilgi alanı televizyon ve köpeği...
‘Bilmek beni zor değil,  ben sihirli lambayım’...
‘Öteki’ metaforu
Yakın bir zaman önce Frankenstein’ın yaratım sürecinde gezinen filmi ‘Shelley’yi izlediğimiz İran kökenli Ali Abbasi’nin imzasını taşıyan ‘Sınır’ (‘Grans’), modern vampir klasiği ‘Gir Kanıma’nın (‘Lat den ratte komma in’) yazarı John Ajvide Lingqvist’in uzun öyküsünden sinemaya uyarlanmış. Film, fiziksel farklılığından dolayı dışlanmış bir kadının hikâyesi şeklinde başlıyor ve ana karakter Tina’nın, görev başındayken şüphelendiği Vore’yle ilişkisini ilerletmesiyle bambaşka bir safhaya geçiyor. İkilinin yakınlaşmaları, romantik bir noktaya kayışları derken ‘Sınır’, adeta kendi sınırlarını terk ediyor ve karanlık bir masala dönüyor. Abbasi’nin filmini, tuhaf görüntüsüyle birlikte kendisi ‘çirkin ördek yavrusu’ olarak hisseden Tina’nın, Vore sayesinde gerçek kimliği ve benliğiyle buluşması olarak da tanımlayabiliriz. Lingqvist’in öyküsü İskandinav mitolojisinde ‘Trol’ olarak adlandırılan farklı türlere ait modern bir deneme aslında. ‘Sınır’, bu tarihsel söylenceyi ‘Öteki’ metaforu olarak kullanıyor ve şimdiki zaman meselelerine (‘göçmenlik’ mesela) göndermelerde buluyor.
Sinema tarihine geçecek
tuhaf bir sahne
Film, sonlara doğru motivasyonunu yer yer kaybetse ve kendi içinde ikna edici olmaktan bir parça uzaklaşsa da genel toplamda etkileyici olmayı başarıyor. Tina’da Eva Melander’in, Vore’de de Eero Milenoff’un ağır makyaj eşliğinde son derece inandırıcı karakterler ortaya koyduğu ‘Sınır’, ayrıca Cronenberg tadı taşıyan bölümleriyle de dikkat çekiyor. Özellikle tuhaf bir seks sahnesi var ki, ‘sinema tarihine geçecek türden’ tanımlamasını hak ediyor.
Sonuç olarak kültürel farklılık, baskı, kapalı bir toplumda yabancı olmanın hissiyatı, kendi köklerine yolculuk, ‘öteki’ korkusu gibi temaları ve sosyal gerçekçilik gibi dertleri mitolojik yaratıkları günümüze taşıyarak anlatan, aynı zamanda ‘X-Men’ topluluğunun uzak akrabası (!) niteliğindeki bu ilginç ve aykırı masal, izlenmeyi hak ediyor; kaçırmayın... Son bir not: ‘Sınır’, bu yılki Oscar’larda ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ kategorisinde İsveç’i temsil etmişti.
Bu ‘enişte’ çok komik…
Düğününe çok az bir süre kala ekmek teknesi olan telefon dükkânı soyulan Aykut’un hayatı, beklenmedik gelişmelerle çalkalanır. Çünkü dükkânı kontrole gelen sigorta firmasının sahibesi Gülşah, raporu lehine düzenlemek adına ondan ‘küçük’ bir yardım ister. Bu yardım giderek büyür ve hayatındaki yeni bir cepheye dönüşür. Öte yandan nişanlısı Nurhan ve ailesi, bir an önce düğünün gerçekleşmesi derdindedir.
Yönetmenliği Onur Bilgetay’ın üstlendiği ‘Aykut Enişte’, mahallenin en popüler siması Aykut’un nişanlısı Nurhan’la, durumu kurtarmak adına sahte sevgilisi rolüne soyunduğu Gülşah arasında gidip gelen öyküsü odağında, esprilerini sıkışmışlıklar ve yanlış anlaşılmalar eşliğinde üreten bir komedi. Ana karakteri canlandıran Cem Gelinoğlu (ki daha çok ‘Ali Kundilli’ tiplemesiyle tanınıyor) ve Giray Altınok ikilisinin kaleme aldığı senaryonun genel olarak başarılı rotası, filmi ayakta tutuyor. Elbette Gelinoğlu’nun yeteneği ve kadrodaki diğer isimlerin de katkısıyla ‘Aykut Enişte’, son dönemde salonlara uğrayan izlenmeye değer komedilerden. Artık o mahalleler ve aileler hâlâ hayatımızda var mı, emin değilim ama filmin yer yer ‘Yeşilçam ruhu’ taşıdığını söylemek mümkün. Öte yandan bu tür komedilerde inandırıcılık aranır mı bilemem ama mesela dükkânın soyulma bölümü, hele hele ilişkilerin iç içine geçtiği bir mahalle ortamında bana mantığı zorlayan bir sekans gibi geldi. Bir de ‘modern sanat’ın aşağılanarak espri konusu yapılması, fazlaca demode bir refleks sanki (ama bu durumun Batı’daki birçok filmde de geçerliliğini koruduğunu söylemeliyim). Ayrıca ‘Pasaportu alınan Moldovalı’ esprisini, filme pek yakıştıramadım. Olumsuzlukların altını çizdikten sonra şunu rahatlıkla söyleyebilirim: ‘Aykut Enişte’, bazı sahnelerde çok çok komik, bu haliyle de günümüz ölçülerinde standartları yüksek gözüküyor. İlk kez izlediğim Cem Gelinoğlu da son derece yetenekli (ki bu durumun, sanırım ben yeni farkına varıyorum) bir oyuncu.
‘Bilmek beni zor değil,  ben sihirli lambayım’...
İyi kalpli burjuvalar!
Bir de işe sosyolojik açıdan bakalım; eski Yeşilçam komedilerinde alt sınıf saf ve temiz, üst sınıf ise yapay, kokuşmuş ve çürümüş gösterilirdi. Ama zenginler liginde bir tane ‘iyi’ olur, o da filmin ‘iyi’ fakirinin gönlünü çalardı (ya da o gönlünü ‘fakir’e kaptırırdı). ‘Aykut Enişte’deki prototiplerden genel bir analize soyunmak ne kadar doğru bilemem ama burada öykünün nispeten ‘fakirleri’ (nişanlısı Nurhan ve ailesi), gözü paradan puldan başka bir şey görmeyen, sürekli sınıf atlamak için uğraşan, Aykut’u da ilkeleri ve doğruluğundan dolayı ‘sünepe’ bulan (bu açıdan Aykut, mesela eski modelden, Kemal Sunal-Şener Şen tiplemelerini andırıyor) bir anlayışa sahip. Sahte nişanlı Gülşah’ın ailesi ise burjuva; baba iş insanı, anne sanatçı vs. Ve bu burjuvalar daha iyi kalpli ve hoşgörülü. Hatta Aykut’un kendisi soğutmak için yaptığı her hamleye özel bir anlam yükleyerek, ‘muhtemel damatları’ sandıkları kişiye daha çok bağlanıyorlar…
Filme ilişkin düşüncelerim bu yönde. Toparlarsak sonuç olarak ‘Aykut Enişte’yi gönül rahatlığıyla tavsiye ederim…

Aykut Enişte
Yönetmen: Onur Bilgetay
Oyuncular: Cem Gelinoğlu, Melis Babadağ, Ege Kökenli, Müfit Kayacan,
Lale Başar, Ali Erkazan, Özlem Çakar, Selen Domaç , Ferdi Sancar, Mekin Sezer, Ecrin Moğultay, Güven Hokna
Türkiye yapım
Diğer seçenekler
 ‘Karanlık Lanet’ (‘The Dark’) Justin P. Lange imzasını taşıyor, oyuncular Nadia Alexander, Toby Nichols, Karl Markovics ve Sarah Murphy Dyson. Animasyon seçeneği ‘Acemi Kâşifler: Görevimiz Kocaayak’ı (‘Mission Kathmandu: The Adventures ıf Nelly & Simon’) ise iki isim, Pierre Greco ve Nancy Florence Savard yönetmiş.

Haberin Devamı

‘Bilmek beni zor değil,  ben sihirli lambayım’...


Yazarın Tüm Yazıları