Paylaş
SOSYAL medya gündemi önemli ölçüde etkiliyor. Önceki gün orada troller eliyle yükseltilen “dövizini bozdur” kampanyasını görünce ilk baktığım şu oldu; ekonomi yönetiminden herhangi bir bakan buna bir şey demiş miydi? Buna itiraz etmiş miydi?
Çünkü böyle bir kampanyanın vereceği ilk mesaj, ilk soru, ‘durum vahim de iş vatandaşa mı kaldı?’ Bu tür kampanyaların halkta uyandıracağı soru işareti tam da budur; ‘Neden böyle bir kampanyaya ihtiyaç duyulmuş olsun ki?’
İTİRAZ EDİLMESİ GEREK
Ya da, döviz kurundaki yükselişi 15 Temmuz’da başarısız olan darbecilerin başka bir girişimi olarak, “ekonomiye darbe” olarak sunmak da öyle. Sosyal medyada her ikisinin bir arada bu biçimde yayılmasına ilk itirazın hükümetten gelmesi beklenir. Çünkü bu her iki argüman, küçük bir girişimle ekonominin rahatça kötüleştirilebileceği vurgusuna dayanıyor. Fazlası, böyle sunulduğu için de geleceğe bakışı tahrip ediyor. Doğrusu, komplo kuramlarına fazlasıyla itibar eden, sorumluluğu dışsallaştırma arzusunda olan siyasetçilerin hemen sarılabileceği bir tablo bu. Ama, hane halkını korkutan ve kendine zarar veren bir biçimde.
Sorgulayan akılla, bu tür kampanyalara itiraz edilmesi gerekirdi. Türkiye hala ‘kayıt üstünde’ serbest bir ekonomi; ülkeye yasal yollarla sermaye (döviz) getirene de çıkarana da, TL’ye karşı bozdurana da satın alana da soru sorulmadığı ve ‘yaftalama’ yapılmadığı için, bu sermaye geliyordu. İşlerin bozulduğu bir ortamda, ister işi gereği isterse beklentilerine dayalı olarak döviz alana ‘hain’ ya da ‘ekonomik darbeci’ sıfatlarının etiketlendiği bir tablo ortaya çıkarsa işte o zaman döviz kıtlaşır. Serbest koşullarda yurttan çıkamayacak, satın alınamayacak bir para hiç gelmez, ortaya çıkmaz, hiç bozdurulmaz.
ÖKSÜRÜĞÜN NEDENİ NE?
Türkiye 350-400 milyar dolarlık bir dış ticaret hacmi olan, 700-800 milyar dolarlık bir milli geliri olan bir ülke. 600 milyar dolarlık döviz yükümlülüğüne karşılık 220 milyar dolarlık döviz varlığı olan bu ülkede, bir yıllık vade içinde bu yükümlülüklerden 160 milyar dolarlık bölümünün vadesi geliyorsa ayrıca her yıl 40 milyar dolarlık da cari açık için finansman ihtiyacı varsa en ufak ‘öksürükte’ kur yükselir. Kurdaki hareketi, ‘Üç-beş manipülatör’ yönlendiremez, ‘ekonomiye darbe’ yapamaz. Komplo kuramları yerine, ‘öksürüğün’ nedenlerine bakmak gerekir.
Türkiye’de yurttaşların döviz tutma gerekçelerini ortadan kaldırmadan, bu tür kampanyalar işe yaramaz. Tersine durumun ‘vahametini’ vatandaşın zihnine altı kalın çizgilerle vurgular. Kaygı yaratır. İşte bu yüzden, ekonomi yönetiminden ses çıktı mı diye bakma sebebim bu; “bunlara hiç gerek yok” diyecek bir bakan aramamın… Geçmişteki dövizli taahhütleri vatandaş ödeyecek.
TL ADIMI DOĞRU AMA GEÇ KALINDI
KAMUSAL sözleşme ve yatırımların bedellerini bunca yıl boyunca yabancı para üzerinden belirleyip, şimdi yenilerinin TL olarak belirleneceğinin açıklanması çok geç de olsa doğru bir adım. Devletin kendi tercihlerini değiştirmeden başkalarına farklı tavsiyede bulunması beklenemez. Ancak çok geç kalındı. Şimdi gelecekte devasa bir döviz kuru yükü bekliyor. Son 10 yılda yapılan döviz bazlı yatırım ihaleleri ve proje fiyatlamasını ne yazık ki bizler, çocuklarımız ve hatta torunlarımız ödeyecek. Nedeni, bu altyapı projelerini yapan ve işletecek olan özel kesime verilen yolcu ya da geçiş garantileri ya da ödeme taahhütleri döviz bazlı. Kur arttıkça TL cinsi ödeme ve borç da artıyor. İkisi (Osman Gazi Köprüsü ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü) işletmeye alınan toplam 5 mega projenin ihalelerinde verilen kamusal garantiler döviz bazlı. Başkent Üniversitesi’nden Doçent Uğur Emek’in hesaplamasına göre, bu projelere toplam 23.7 milyar dolarlık taahhüt, dolar ya da Euro cinsinden verildi. Sadece Temmuz ayından bu yana kur artışının kabaca yüzde 20 olduğu hesaba katılırsa mevcut iki projede hemen, diğerlerinde de ileriye dönük olarak devlete ve dolayısıyla vergi mükellefi bizlere yüklenen kur farkı 16.4 milyar TL. Bu tutarlar borç stoku içinde bile yok. Ama bütçeden ödenecek.
OSMANGAZİ FATURASI
En sıcak örnek Osman Gazi Köprüsü’nün iş ve sözleşme modeli. Dolara endeksli; hem ABD’deki enflasyona göre, hem de doların TL’nin değerine göre artıyor. Osman Gazi Köprüsü geçiş ücreti malum 88.75 TL olarak belirlenmişti. Oysa sözleşmeye göre işletmeciye kamu kasasından taahhüt edilen ödeme 35 dolar üzerinden. Temmuz itibariyle bu bedelin TL karşılığı 120 TL idi. Yani, 40 binlik geçiş garantisi çerçevesinde, kamu kesesinden çıkacak olan; geçmeyen her araç için 120 TL, geçen için de 31 TL fark demekti. Dolar kuru 2.90’dan 3.45’e gelince, ödenecek bedel 142.5 TL’ye, işletmeciye ödenecek fark da 53 TL’ye çıktı. Özetle; kur yüzde 19 artarken, devletin cebinden çıkacak fark yüzde 73 artmış oldu. Yılbaşında sözleşmeye göre ödeme kabaca 40 dolara çıktığında da, geçiş ücreti 88.75 TL’de kaldığı sürece; geçenlerin ücret farkı olarak ilave 74 TL, geçmeyenler için de 162 TL ödeme yapılacak. İşte dövizle yapılan YİD projesinden vergi mükelleflerinin cebinden çıkacak para bu; her geçen için, bir geçiş ücreti kadar bedel. 200 TL’ye koşan bu ücret de, öngörülen geçiş sayılarını sağlayacak makul ve rasyonel bir geçiş bedeli değil. En başından ne kadar hesapsız bir proje olduğunun da göstergesi.
Paylaş