Paylaş
Döviz kurunun hiçbir hükümet ya da Merkez Bankası taahhüdü olmadan günlük olarak dalgalanmaya bıraktığımız ‘dalgalı kur rejimine’ 2001’de geçtik. Döviz kuru 2001 sonrasında hep belli bir dar bant içinde hareket etti. Dolar kurundan örnekle; merkezinde, 1 dolar karşılığı 1.5 TL olan bir çizgide, 2003-2013 arasını geçirdik. Küçük dalgalanmalar oldu, bunların hepsinde Merkez Bankası faizi yukarı çekerek ya da döviz satarak yatıştırdı. Zira hem Türkiye’nin ‘hikayesi’ hem de para akışı devam ediyordu.
Türkiye yüksek cari açık vererek borçlanırken, bol sermaye akışı olması döviz kurunu bu ‘ılımlı’ çizgide tutabildi. Ancak bu akış reel kesimde devasa bir döviz borcu oluşturdu. 2013 sonrasında küresel konjonktür değişti; ancak içeride bu tablo ‘okunmamakta’ ısrar edildi, siyasi ve ekonomik kararlar alınırken ‘zemindeki’ zayıflığa bakılmadı.
2013 sonrasında neredeyse tüm kur artışlarında, siyasetçiler ‘dış mihraklarla’, ‘Türkiye’nin kolunu bükmek isteyenlerle’ halka açıklamayı tercih ettiler. Hâlâ da bu devam ediyor.
Çok doğaldır ki; açık bir ekonomide sermaye akımlarının girişi serbestse ki Türkiye kambiyo rejimi epey serbest bir ülkedir; çıkışı da bir o kadar serbesttir. Ülkeye sabit sermaye yatırımı getirenin kâr payını çıkarması da, mali yatırım için giren paraların yeniden dövize dönerek çıkması da o kadar doğal.
Bu paralar, ülkedeki ekonomik, politik ya da jeopolitik nedenlerle çıkmaya karar verdiğinde döviz kurunu da yukarı itiyorlar. Çünkü ülkeye gelirken nasıl TL’ye karşı bozduruyorlarsa çıkarken de satın alıyorlar.
Türkiye’nin uluslararası yatırım pozisyonunda yer alan yükümlülüklerin toplamı 610 milyar dolar. Yabancı kişi ve şirketlerin Türkiye’de yaptığı doğrudan yatırımlar, mali yatırımlar, bankalarına verdiği krediler ya da yatırdıkları mevduatlardan oluşuyor bu yükümlülükler.
Bu yükümlülüklerin 156 milyar doları portföy yatırımları. Yani hali hazırda Türkiye’nin mali varlıklarına yapılmış yatırımlar bunlar. Oysa 2006’daki stok 84 milyar dolarmış. En yüksek 2014’te 192 milyar dolar erişmiş. 2016’nın Eylül sonu itibariyle 36 milyar dolar azalmış.
2006’dan 2014’e 110 milyar dolara yakın ‘sıcak para’ olarak adlandırılan portföy girişi ülkemize akarken, ekonomik büyümeden büyümeye koşuyorduk. Gelirken ülkenin kredi ve ekonomik büyümesine, nihai olarak da siyasi başarıya hizmet eden sermaye girişi, şimdi çıkarken neden ‘hükümetin altını oyuyor’ olsun? ‘Dış mihraktan’ çok; sermayenin hep böyle akacağını düşünen ve önlem almayan siyasi ihmalden bahsedilebilir.
Türkiye gibi 800 milyar dolara kadar çıkmış milli geliri olan, 610 milyar dolarlık döviz yükümlülüğü, 350 milyar dolarlık dış ticaret hacmi olan bir ülkeyiz. Her ay kabaca 11 milyar dolar ihracat, 17 milyar dolarlık ithalat yapan bir ülkede; döviz kuruna tek taraflı bir manipülasyon yapmak kolay değil.
Hele yıl 40 milyar dolar cari açık veren, Merkez Bankası’nın rezervlerinin 6 aylık ithalatı karşılayabildiği ya da bir yıl içinde vadesi gelen 164 milyar dolarlık borcun yüzde 70’ni karşılayabildiği ülkede her zaman döviz kuru üzerinde baskı olacaktır. Hele ki faizlerin düşük tutulması baskısının her an hissedildiği bir tabloda.
Siyasetçiler ise kuru dizginlemek için bankalarda park etmiş döviz hesaplarının bozdurulmasından medet umuyor. Oysa bankalardaki hesaplarda kayıtlı kabaca 165 milyar dolarlık döviz de likit olarak durmuyor. Ayrıca, bireylerin döviz tutma nedenleri arasında bu saydığım tablo da var.
Döviz açıkları büyürken önlem alınmadı; şimdi kırılganlıklar kur baskısına yol açınca döviz oyunlarından, dış mihraklardan şikayet etmek ve ABD dolarının bir virüs gibi bizi yok ettiğinden bahsetmek paha biçilmez.
Paylaş