Paylaş
Arena'daki arkadaşlar, Dolmabahçe Sarayı'nın inanılmaz bir umursamazlık sonucu çürümeye terk edildiğini yansıtan istihbarat raporunu getirdiklerinde, durumu biraz abarttıklarını düşünmüştüm.
Öyle ya, her gün yüzlerce meraklının ziyaret ettiği bu görkemli sarayda, bizimkilerin iddia ettikleri boyutta çürüme olsa, ARENA'ya ihbarların yağması gerekirdi.
Raporu okuduktan sonra, Dolmabahçe Sarayı'nın yeni atanan müdürü Savaş Savcı'yı aradım. Deneyimli bir arkeoloji uzmanı olan Savcı, sarayların bağlı bulunduğu TBMM Başkanı Hikmet Çetin'den izin aldığımız takdirde, her soruya yanıt verebileceğini söyledi. Hikmet Çetin de büyük ilgi gösterip, hem röportaj hem de çekim yapma iznini verdi. Bu aşamaların ardından biraraya geldiğimiz Saray Müdürü Savaş Savcı'yı dinledikçe, bizdeki istihbarat raporunun ‘‘Dolmabahçe sarayı rezaleti’’nin sadece küçük bir bölümünü yansıttığına inanmaya başladım. Savcı'nın anlattıkları, dehşet vericiydi. Hemen kamera ekibini hazırlayıp, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüyle, modern Cumhuriyet'in kuruluşuna tanıklık eden bu tarihi mekânı gezmeye koyulduk.
GÖZ YAŞARTAN GÖRÜNTÜLER
Milli Saraylar Daire Başkanı Prof. Erol Eti'nin başkanlık ettiği gezimizin güzergâhı, turistlerin izlediği yolun aksine bodrumdan başladı. Bodruma girer girmez, yoğun küf kokusuyla karşılaştık. Yaklaşık 15 bin metrekarelik kapalı alana yayılan saray, klimatize edilmediğinden, bodrumdaki tüm oda ve döşemeler rutubetten lime lime dökülmüş, duvarlar yosun ve pamukçuk denilen küfle kaplanmıştı. Dolap ve kapı menteşeleri pas içinde eridiğinden neyi tutsak elimizde kalıyordu. Hiç abartmadan söylüyorum, büyük Atatürk'ün asansörle indiği ve dış fiziksel etkilerden korunması gereken bölümün duvarlarından süzülen yağmur suları, küçük çapta bir şelaleye dönüşmüştü!
Gezimizin ilk dakikalarında içimizi kaplayan hüzün, porselen mezarlığını görünce, derin bir acıya dönüştü. Ağlamamak için kendimizi zor tuttuk. Çünkü bu bölümde girdiğimiz her odada yüzlerce, hatta binlerce kırık porselen eşyayla karşılaşıyorduk. Bize verilen bilgiye göre, çoğu Çin'den ve Avrupa ülkelerinden hediye olarak gönderilen, bir bölümü de Yıldız'da üretilen değerli porselenlerin kırılmasına, boğazdan geçen gemilerin dalgaları neden olmuştu! Yani sorumlu ‘‘ihmal’’ değil, ‘‘gemiler’’di! Sorumuz üzerine, Milli Saraylar Daire Başkanı Prof. Erol Eti, bu inanılmaz tahribatın hangi tarihte gerçekleştiğini bilemediğini, kendisinin bu göreve iki yıl önce geldiğini söyledi. Müdür Savaş Savcı'nın yanıtı ise daha çarpıcıydı:
‘‘Tarihe ihanetin tüyler ürperten görüntüleriyle dolu bu sarayda müdür olduğum için utanç duyuyorum!’’
PASIN KEMİRDİĞİ SARAY
Bazı kayıtlarda, çöken Osmanlı İmparatorluğu'nun son prestij yapılarından biri olan Dolmabahçe Sarayı'nda 14 ton civarında altın varak kullanıldığı bilgisi yer alıyor. Ancak süslemelerinde barok, rokoko ve ampir üslubun sergilendiği altın yaldız ve altın varaklı eşyaların büyük çoğunluğu, rutubetin egemenliğindeki bodrum odalarında toz toprak içinde çürümeye terk edilmiş. Pasın kemirdiği tarihi sinema makineleri, manyetolu antika telefonlar, gramofonlar ve çok önemli belgelerin yazıldığı daktilolar, hurdacı dükkânı görünümündeki odalara rasgele atılmış.
ENVANTER TUTULMAMIŞ
Antika değerinin yanı sıra, tarihe ışık tutacak belge niteliğindeki eşyaların yüzde kaçının çürüme nedeniyle yok olduğunu sorduğumuzda, şaşkınlıktan küçük dilimizi yutturacak bir yanıt alıyoruz:
‘‘Çürüyen ya da kaybolan eşyaların sayısı bilinmiyor! Çünkü 1952'den bu yana envanter tutulmamış! Gelip giden müdürler, zimmetlenen eşyaları kâğıt üzerinde alıp, birbirine devretmişler.’’
Hüznün unutulmaz bir acıya dönüştüğü gezi boyunca gördüklerimiz, anlatmakla bitecek gibi değil. Örneğin, Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk'ün ölüm döşeğiyle, hastalığında kullandığı bazı özel eşyalarının bulunduğu odanın toz toprak ve bakımsızlık içindeki görünümü, ARENA'yı izleyen seyircilerimize ‘‘Bu kadarı da olmaz!’’ dedirtecek.
Kaybolan çok değerli tablolar, hiçbir belgede kaydı olmayan Padişah Abdülaziz'in fermanı, tesadüfen bulunan tarihi saat ve daha neler neler...
İyisi mi, ARENA'yı seyredelim ve daha sonra tarihe ihanetin sorumlularını hep birlikte bulmaya çalışalım.
Müdür Savcı, göreve gelir gelmez yazdığı raporlarla, bu gerçeği tüm yetkililere duyurmaya çalışmış, ama başarılı olamamış.
ARENA, gücünü sizden alıyor. Ben, Türkiye'yi sarsacağımıza inanıyorum.
Paylaş