Paylaş
Güneş yükseldikçe günü ısıtıyor, insanın yaprakları dökülen bir ağacın altında oturup her düşen yaprağa sıcak bir yaz gününün adını veresi geliyor.
Yaz neden bu kadar çabuk geçiyor anlamıyorum? Eylül’ün tadını çıkaramadan, yüzümüzü okşayan nemli ılık rüzgarın keyfini yaşayamadan kendimizi uçuşan yapraklar ve yağmur taneleri arasında buluverdik yine. Paltolarının yakasını kaldırmış adamlar hızlı adımlarla sokaklarda koştururken, Bursa’nın meşhur lodosuna boyun eğmek istemeyen şemsiyeler bir öyle bir böyle dönüp duruyor köşe başlarında sahiplerinin elinde.
YAPRAKLAR UÇUŞUYOR
Yılın en kısa günleri başlıyor, geceler uzun mu uzun. Belki köşedeki kahvehanede, belki eski Bursa çarşısında bir handa ya da sıcak evlerde dost sohbetleri, sıcak bir fincan kahve etrafında paylaşılacak hikayeler için en güzel günler. Yazın güneşini ararken tenimiz, sıcak yaz meltemlerini özlerken yüzümüz elime yavaşça dokunan hışırtılı şey de neyin nesi? Adımlarımı yavaşlatıp omzumun üzerinden geriye bakıyorum. Bir yaprak bu, kim bilir hangi Bursa ulu çınarının yaprağı? Bana bir sonbahar hediyesi olduğu kesin. Asfaltın üzerinde rüzgarın bir o yana bir bu yana üflemeye çalıştığı kuru yaprağı eğilip alıyorum elime, usulca çantama koymaya çalışıyorum kırmadan, ezmeden. Başımı kaldırıyorum, hava kararsız, bulutlar hızlı. Uludağ‘ın zirvesine doğru koşuyorlar. Peki ya siz ? Caddelerde yürürken önünüzde uçuşup giden yapraklara gözünüz ilişti mi hiç? Bursa’nın o meşhur ve her geçen gün sayısı azalan çınar ağaçlarının döktüğü yapraklara? Her yer onlarla dolu olur bazen, öyle ki; halı gibi kapladığı olur sokakları... Üzerlerine basan ayakların çıkardığı hışırdama sesleri eşliğinde gidip gelirsiniz iş yerlerinize, evlerinize... Farkında mısınız acaba geçip giden mevsimin sonbahar olduğunun?
HİÇ BAKTINIZ MI O DAĞA
Hayat koşturmacası içinde hemen yanı başınızdaki Uludağ’a baktınız mı hiç? O görkemli dağın, değiştirdiği örtüsüne, kış hazırlığına gözünüz takıldı mı? Her gün yürüdüğünüz Atatürk Caddesi’nde, Setbaşı’nda ya da Çekirge’de... Başınızı kaldırıp da şöyle bir baktınız mı şehri kucaklayan o dağa? Ve hiç merak ettiniz mi o dağın arkasında neler var, kimler yaşar? Yaşadığım şehri, civarını ve kültürünü bilmeliyim, bu güzel sonbahar gününü evde geçirmemeliyim diye kendi kendime söylenirken adımlarımı biraz daha sıklaştırdım. Şehrin büyük çoğunluğunun sıcak yataklarında yorganlarını üzerine bir kez daha sıkı sıkı çektiği bir pazar sabahı rüzgarın savurttuğu yapraklar eşliğinde dağ köylerine gitmek için buluşma noktasına doğru yürüyordum.
Dağ köyleri yolculuğuna gidecek şanslı bir grup insandan biri olarak hemen araçtaki yerimi aldım. Dumanı tüten bir bardak sabah çayını içeceğimiz ilk mola yerimize Baraklı Köyü’ne doğru giderken kış hazırlığındaki dağların içinde kıvrılıp giden Keles yolunda hem doğanın renkleriyle büyüleniyor hem arkadaşlarımızla çekemediğimiz kareler için hayıflanıyorduk. Kasım ayının sonlarına yaklaşmamıza rağmen yeni doğan güneş tüm sıcaklığını veriyordu doğaya ve yeni güne.
TÜRKİSTAN’DAN GELEN SES
Çaybaşı Köyü’ne yaklaştığımızda Uludağ, Bursa şehrine hiçbir zaman göstermediği o görkemli arka yüzünü bizden sakınmıyordu artık... Zirvenin muhteşem görüntüsü bu noktadan itibaren gün boyu bizimle olacaktı. Keles girişindeki “Türkistan’dan gelen ses Keles’e Hoşgeldiniz” yazısı, bizi Orta Asya’dan göç etmiş Türkmen ve yörüklerin diyarında selamlıyordu. Türkolog Bayzamis Hayif’e göre; Keles, Güney Kazakistan’da bir nehir, ayrıca da Taşkent vilayetinin kazasıdır... Kaynaklara göre; Kayı boyuna mensup Oğuz Türkleri, Orta Asya’dan göç ederek, bu bölgelere yerleşir. 12 ve 13. Yüzyıllarda yaşamlarını yeniden kurdukları bu bölgeye Keles adını verirler. Amaçları da; eski yerleşim yerlerinin hatırasını yaşatmaktır. Yöredeki bazı köy ve mevki isimlerinin Türkistan’dakilerle karşılaştırıldığında aynı veya benzer olduğu da görülebilir.
CUMA GÜNÜ BÜYÜK PAZAR VAR
Gün erken, belli ki; Keles kasabası da yeni uyanıyor. Kasabanın üzerine çökmüş sis tabakasına evlerin bacalarından çıkan dumanlar ressamın tablosuna attığı fırça darbeleri gibi renk katıyor. Güneşin ilk ışıkları Keles’i, kasaba meydanında içtiğimiz sabah çayları da içimizi ısıtıyor... Unutmadan aktarmalıyım; eğer günlerden Cuma ise ve sizinde yolunuz Keles’e düşmüşse işte bütün dağ yöresi ile büyük bir pazar yerinde, panayırda buluverirsiniz kendinizi. Her köyden her Türkmen-Yörük boyundan bir temsilcinin katıldığı büyük bir meclis toplantısı gibidir Keles pazarı. Rengarenktir, yok yoktur pazar tezgahlarında, sohbetler çay bardaklarının içinde şeker karıştıran kaşık şıngırtılarıyla yarışır.
TARHANA, SALÇA VE EKMEK KOKUSU
Keles’ten Tunçbilek tarafına doğru devam ettiğinizde yol önce derin bir vadiyle ikiye ayrılır. Ürpertir sizi sonra da büyüler. Sonra Gelemiç Köyü karşılar sizi. Köy, gerek kurulu olduğu yamaç, gerekse korunarak günümüze kadar ulaşabilmiş evleri ve samanlıkları ile fotoğraf için uygun bir ortam sunar. Köyde yürüyüş yaparken önce tarhanaları yaymış kurutan kış için hazırlayan yaşlı teyzeler görüyoruz torunlarıyla beraber çalışan.
Bir başka sokakta kaynayan ve salça olacak domateslerin kokusu tüm köyü sarmış durumda. Hiç beklemediğimiz bir anda yolumuza çıkan bir teyze ile soluğu ekmeklerin pişirildiği fırında alıyoruz. Fırından yeni çıkan ekmekleri ikramda gecikmeyen köy sakinleri, bunu devamında da bizi köyde gerçekleşecek olan düğüne davet ediyorlar. Bir anda minibüsümüzün çevresini saran köylülerin, düğün yemeğine ve eğlenceye davet eden ısrarlarına biz de içten teşekkürlerle yanıt veriyoruz; yolumuz uzun...
GELENEKSEL SANAT YAŞATILIYOR
Enfes manzaralar ve vadiler arasında tepeleri tırmanmaya devam ediyoruz. Uludağ’ın arka yüzündeki yolculuğumuzda durak bu kez Sorgun Köyü. Sorgun köyündeki rehberimiz; köyün ve Keles yöresinin meşhur tongurdaklı kaşıklarını yapan İbrahim amcanın oğlu Halit. Köydeki çocuklar bizleri hiç yalnız bırakmıyorlar. Bu arada bizlere poz vermekten öyle keyif alıyorlar ki, o küçük yüzlerin fotoğraf karelerine nasıl yansıdığını merak edip yanımıza koşuyorlar ve soruyorlar “Nasıl çıktık? Nasıl oldu?” diye.
YÖRESEL BEBEKLER
Hayrettin beyin evinde, Ayşe hanım ve arkadaşları yöreye has dokuma ve dizgeleri yapmaya çalışıyorlar. Ayşe hanımdan kadınların bele taktığı boncuklu, püsküllü dizgenin dokunuş öyküsünü izliyoruz. Bir köşede yalnız başına duran “çufalık tezgah”, belli ki sessiz sakin geçecek kış günlerinde evin hanımının kendisine hayat vermesini bekliyor. Köyün büyüklerinden Ömrüye teyze geleneksel dokumaları ve bayan fesi yapımını yanına aldığı gençlere öğretiyor, Havva abla dokumalara hayat verdiği tezgahına sıkı sıkı sarılmış. Yöresel kıyafetlerin uyarlandığı bebeklerde son günlerin modası olmuş. Yüzümde geleneksel sanatların az sayıda insan tarafından da olsa yaşatılmaya çalıştığını görmenin verdiği memnuniyetle taşlı yollarda yürümeye devam ediyorum.
HER KÖYÜN KENDİNE HAS FESTİVALLERİ VAR
Gün ilerledi, öğlen oldu ve bizler acıktık. Yönümüz, İbrahim amcanın evi... Hanife teyzenin hazırladığı köy yemeklerinin kokusu burnumuza kadar geliyor. Yer sofraları hazırlanmış, köy ekmeği bol... Sofralardaki neşe ve evdeki ortam bana Türkmenlerin şenliklerini hatırlatıyor. Osmanlı Beyliği döneminde, yazlık olarak kullanılan Keles Kocayayla’ya iniş ve çıkışlarda düzenlenen o şenlikleri... Bu gelenek günümüzde de devam ediyor. Keles’e 5 km mesafedeki Kocayayla’da her sene haziran ayının ikinci pazar günü şenlikler düzenleniyor. Ayrıca günümüzde özellikle haziran ayında, kiraz-çilek zamanı Uludağ’ın arka tarafında birçok köyün kendine has festivali var artık.
KÖYÜN HİKAYESİNİ DİNLEDİK
Yemek ziyafetinin üzerine birer bardak çay gider elbet... Evdeki mütevazı sedirlerde oturup çaylarımızı yudumlarken duvarlardaki aile fotoğraflarına, sergilenen yöresel dokumalara, işlemelere dalıp gidiyoruz... Köye dair hikayeler ve günlük yaşam üzerine konuşuyoruz..Herkes kendince Sorgun Köyü’nün hayal aleminde bir rol üstleniyor ve sobada yanan odunun çıtırtıları eşliğinde şarkılar, türküler başlıyor söylenmeye.
GÜNEŞİ KOCAKOVACIK’TA UĞURLADIK
Son durağımız, Kocakovacık Köyü. Bizi köy meydanında karşılayan Rafet ağabey ile sokaklarda yürürken misafirhane ve çamaşırhaneleri geziyoruz. Fırın başında ekmeklerin çıkmasını bekleyen köy sakinleri, yün eğirmekte olan teyzeler burada da bizleri yüzlerindeki sevecen gülümsemelerle selamlıyor. Marangoz Şerafettin usta köyde özellikle evlerin ahşap oymalarını yapan kişi olarak meşhur; hanımı da köyde el dokumaları, göbekli şal, göbekli peşkir ve dizgeleri hala yapan kişilerden. Faden teyzeyi de unutmamak lazım.
VE GÜNEŞ BATTI
Güneş yavaş yavaş alçalmaya hava serinlemeye başlıyor. Güneşin ışıklarını son dakikasına kadar kullanmak arzusundayız. Günü uğurlamak için köyün üzerindeki tepede kurulu okulun bahçesine çıkıyoruz. Bu tepeden köyün manzarasına da doyum olmuyor. Hava serinledi birden. Evlerin bacalarından yer yer tütmeye başlamış dumanlar. Güneş bizi son kez selamlayarak karşı tepenin ardında kayboluyor, mavi gökyüzü yerini yavaş yavaş yıldızlara bırakıyor. Hava karardı, köyün sürüleri evlerine dönüyor. Tarlalarda çalışanlar köye döndü bile.
ULUDAĞ BİZİ DE KUCAKLADI
Bursa gönüllüleri ile Bursa’ya, eve doğru yola koyulma zamanı. Uludağ, yüce dağ, nasıl ki Bursa şehrini kucaklıyorsan bizi de kucakladın bugün. Biz de seni ve bugünü ölümsüzleştirdik karelerimizde. Yaprağa ne mi oldu? Çantamda gün boyunca hiç tahmin etmediği, Bursa lodosunun dahi ona yaşatamayacağı bir seyahata tanıklık etti ve evimdeki eski ahşap konsol -aynanın üstünde- uzun kış günlerinin geçmesini bekliyor şimdi.
Paylaş