Paylaş
Genel olarak Doğu Anadolu’nun soğuk iklimine uygun bir doğa ve bitki örtüsü ile geçen yolculuğumuz sırasında çok ilginç bir durağımız var; “Malabadi Köprüsü”.
Silvan’a 20 km uzaklıkta olan köprünün bir yanı Batman il sınırı diğer tarafı Diyarbakır il sınırı. En son 1989 yılında Silvan Belediyesi tarafından restore edilen köprü Silvan Belediyesi’nin logosunu oluşturan ana unsur. Artuklu Beyliği tarafından 1147 yılında yapılmış köprü gerçekten çok etkileyici. Yedi metre eninde ve 150 metre uzunluğunda olan köprünün en etkileyici yeri su seviyesinden kilit taşına kadar olan yüksekliği; yaklaşık 20 metre...
Malabadi Köprüsü, dünyada taş köprüler içerisinde en geniş kemerli olanı olarak biliniyor. Kemerin her iki yanında, iç tarafta kervan ve yolcular tarafından, özellikle kışın zorlu günlerinde barınak olarak kullanılan iki oda bulunuyor. Köprü nöbetçileri tarafından da kullanılan bu odaları daha önceleri dehlizlerle yolun dipleri ile bağlantılı olduğu, gelen kervanların ayak seslerinin bu dehlizler vasıtası ile daha uzaklarda iken duyulduğu söylenir.
AYASOFYA’NIN KUBBESİ SIĞAR
Köprü için dönemin araştırmacıları ve gezginler; “Modern statik hesabının olmadığı devirde bu açıklıkta o zaman için böyle bir eser hayranlık uyandırıcıdır. Ayasofya’nın kubbesi köprünün altına rahatlıkla girer. Balkanlarda, Türkiye’de, Orta Doğu’da bu açıklıkta, bu yaşta köprü yoktur.” derler. Nitekim Evliya Çelebi de Seyahatnamesi’nde köprü hakkında “Malabadi Köprüsü’nün altına Ayasofya’nın kubbesi girer” yazmıştır.
Köprüye doğru yürürken uzaktan bir koyun sürüsünün ve koyunların boyunlarındaki çanların sesleri geliyor. Köprünün fotoğraflarını çekmeye çalışırken yakın köyden bir çocuk yanıma gelip; “Ağabey sana köprünün hikayesini anlatayım mı?” diye soruyor. Geri çevirmek zor, ‘anlat bakalım’ diyorum. Karşı Köyden bir güzele sevdalanan garip bir delikanlı, bu güzeli görmek için her gün köprüye gidermiş. Kız da delikanlıya sevdalanmış ve ateş bacayı sarmış. Bir zaman sonra kızı babasından istemeye giderler; ama kızın babası çok katı birisidir. Bu iki sevdalının kavuşmasına izin vermez, hatta onları öldürmeye karar verir Bir gün iki Sevdalıya Malabadi Köprüsü üstünde pusu kurarlar. Silahlar ateşlenir ve iki sevdalı orada ölür. Bu dünyada kavuşamadılar ama öteki dünyada kavuşmuşlardır. Bu hikaye yıllardır anlatıla gelir ve bir de türküsü vardır. Küçük delikanlıya br gazoz parası vermek şart...
MİDYAT’IN TAŞ EVLERİ
Yolumuz üstünde petrol şehri Batman var. Anayolda giderken sağımızda solumuzda çalışan petrol kuyularını görmek ilginç. Batman şehrinin kenarından geçerken ilerde bacasından alev çıkan petrol rafinerisini görüyorum. Batman bize soğuk bir bakış atıyor. Batman’ı geride bırakıp Hasankeyf’e uzanıyoruz. Aslında Hasankeyf’te mola vermek isterdim ama... Yolda sağanak yağmur tüm planlarımızı alt üst ediyor ve rotamızı Midyat’a çeviriyoruz. Midyat’a girince taş evler hemen dikkat çekiyor. Sokaklarında kısa bir yürüyüş yapıyorum. Burada peşinize çocuklar takılmadan gezmek zor, poz vermek konusunda cömertler; ama benim tek fotoğrafını çekmek istediğim şey onlar değil. Midyat’ın dar ve karışık sokakları aynı zamanda keyifli, ara sokaklar şahane konaklarla dolu, bazıları çok bakımlı, bazılarının içinde taş konağın görkeminin aksine son derece fakir hayatlar yaşanıyor, açık kapılardan görebiliyorum, gözümü kaçırıyorum. Meydandaki gümüş kuyumcuları dikkatimi çekiyor.
Midyat’ın Süryaniler tarafından kurulduğunu biliyorum. çoğu günümüzde Türkiye’den göçetmiş olsa da halen Mardin ve Midyat çevresinde birçok Süryani yaşıyor. Midyat’ta ilginç kilise yapıları dikkat çekiyor. Hava kararıyor vakit az, gün bitmeden Mardin’e ulaşmalıyım. Midyat- Mardin arası yaklaşık 60 km. Buraya geliş amacınız büyük bir ihtimalle Mor Gabriel Manastırı’nı görmek olacağı için Midyat’ı gezmeye pek vaktiniz olmayabilir. Ama yine de Midyat’ta vakit geçirmek isterseniz en azından tarihi Gelüşke Han’ı ve Sıla dizisinin çekildiği Midyat Konukevi’ni ziyaret ediniz.
KÜLTÜRLERİN BARIŞTĞI KENT MARDİN
Mardin ülkemizde özel bir öneme sahip farklı bir kültürü soluyacağınız bir kent. Etnik ayrımcılığa gitmeden kültürlerin karşılıklı saygı ve barış içinde yaşamasının bir simgesi bu tarihi kent.Mardin’de Süryani kültürü hakim.
Aslında Mardin deyince akla gelen iki kültür mirası var: “Artuklular ve Süryaniler” Artuklular Oğuz boylarının burada kurduğu ilk devlet... Süryanilik ise Mezopotamya’nın kadim kültürlerinden biri. Süryanilerin Midyat yakınındaki Mor Gabriel (Aziz Cebrail ), Mardin’de ise Deyrulzafaran manastırı mutlaka görülmeli. İsa’dan sonra 5. yüzyılda inşa edilen Deyrulzafaran Manastırı, muhteşem mimarisi yanında Süryani Kilisesi’nin önemli merkezlerinden biri. 1932’ye kadar 640 yıl boyunca Süryani Ortodoks patriklerinin ikametgah yeriymiş. Metropolit Mor Filüksinos bizi güleryüzle karşılıyor.
Manastırda Metropolit’in kabul salonunda Türk bayrağı ve tavana değecek kadar, duvarın en yüksek yerinde Atatürk resmi var.
Eski Mardin’de; Mardin Müzesi, Eski PTT binası, Sabancı Kent Müzesi, tarihi evler ve kale görmeniz gerekenlerin başında geliyor. Medrese, cami ve kiliseleri gezip Süryani mimarisini inceleyebilirsiniz. Mardin fotoğrafçılar için de bulunmaz cennet. Baştan aşağı toprak rengi bu antik şehirde inanılmaz kareler yakalayabilirsiniz. Nefis mimarisi ve sahip olduğu Mezopotamya ve Mardin manzarasıyla Mardin Olgunlaştırma Enstitüsü ve Gazi Paşa İlkokulunu da tavsiye ederim.
ABBARDA KAYBOLMAK
Mardin’de sıcaktan, soğuktan, yağmurdan, rüzgardan korunmak için yapılmış daracık geçitlere “Abbara” deniyor, taş evleri, bin yılı aşkın geçmişi, camileri, kiliseleri, sıcakkanlı ve misafirperver insanları, telkarisi, kozmopolit kültürü ve sayamayacağımız kadar çok olan birbirinden güzel özellikleri bünyesinde barındıran Mardin, kesinlikle Türkiye’nin en özgün şehirlerinden biri. Evlerin altından geçen ve birbiriyle kesişen abbaraların içinde kaybolmak ve şehrin sesini dinlemek her bünyeye iyi geliyor, insan Mardin’de içten gülümsüyor. Kendimi şehrin mistik atmosferine salıyorum, batıda hissedemeyeceğiniz duygular sarıyor insanı. Eski Mardin sokaklarında kaybolmak için sebebiniz çok. Bir şehri tanımanın en iyi yolu olan yürüyerek keşif sırasında karşıma Şahmeran’lar çıkıyor... Bir antikacı dükkanı duvarlara astığı rengarenk Şahmeran’larla adeta Mardin öykümüzü tamamlamış.
Şahmeran, İran-Pers mitolojisinde rastlanan, bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan şeklinde olan Maran ismi verilen doğaüstü varlıkların başında bulunan ve hiç yaşlanmayan bir varlık olarak bilinir. Şahmeran adı, Farsça yılanların şahı manasına gelir. Şahmeran’a ilişkin kaynaklarda ve bu özel varlığa ilişkin betimlemelerde Şahmeran, dişi bir varlık olarak ifade edilmektedir. Şahmeran, Akdeniz bölgesinin Tarsus ilçesinde yaşadığına inanılan bir varlıktır. Mardinliler de sahiplenir. Şahmeran’ın Ceylan ve Misis arasındaki yılan kalede yaşadığı söylense de yaygın efsaneye göre Şahmeran, bir yeraltı ülkesinde yılanları ile beraber yaşamaktadır.
Yılanların şahı anlamına gelen Şah-ı Meran bilinen adı ile Şahmeran, başı insan gövdesi yılan şeklinde efsanevi bir yaratıktır. Şahmeran, Türk inancında er (insan) ve büke (ejderha) kelimelerinin birleşmesinden oluşan Erbüke ya da Erböke adlı varlıkların başı olarak geçer. Bu varlıkların dişisine işbüke, yılan ataya Şahmeran denilmektedir.
Eğer Mardin için sadece hafta sonu, yani iki gününüz varsa programınızı birinci gün Eski Mardin ve sokaklarında, ikinci gün de Midyat ve çevresinde geçirecek şekilde oluşturabilirsiniz.
Midyat’ta olduğu gibi Mardin’de de hediyelik eşya ve takı satan ustaların dükkanlarına gidin, alışveriş yapın. Telkari ustalarının sadece elleri ile ince tellerden yarattığı sanat eserlerini görün. Gümüş, şehrin olmazsa olmazı; uygun fiyata güzel takılara sahip olabilirsiniz.
Mardin sofrası ve yörenin yemek kültürü çok zengin. Biz göremedik ama şehre gelen ziyaretçilere geleneksel kına geceleri düzenleniyormuş. Kına geceleri oldukça ilginçmiş; bir anda ışıklar kapatılıyor, sizi tutup kaldırıyorlar ve neye uğradığınızı anlamadan bir erkek veya kadınla eşleştirip kınalarınızı yakıyorlarmış. Bu arada erkek tarafının tıraşı yapılıyormuş. Tabii bunların hepsi şovun birer parçasıymış korkmayın. Yer sofrasında türküler eşliğinde düzenlenen eğlencelere katılabilir; Süryani şarap evlerinde birbirinden lezzetli şarapların tadımını da yapabilirsiniz.
Mardin’e kadar gelmişken bu yöreye özgü yemeklerden tatmadan olmaz. Bu yemeklerin başında kaburga dolması, Mardin kebabı ve Sembusek (kapalı lahmacun/pide) geliyor.
Yoğurtla yapılan Lebeniye isimli çorbalarını ve lahor ağacının kökünden yapılan mavi badem şekeri olan Hayalet’i yemeden Mardin’den dönmeyin. Mardin çöreği, dibek kahvesi ve tabii ki Süryani şarabı Mardin’in olmazsa olmazları arasında yer alıyor. Çok güzel bir manzara sunan Seyr-i Mardin’de safran çayı molası verilebilir. Yalnız burası bazen kalabalık oluyor ve terasında yer bulmak oldukça sıkıntı, bu yüzden Marangozlar Kahvesi’ni ben daha çok sevdim. Kardeşler Odunlu Ekmek Fırını’ndan alacağınız muhteşem kokulu Mardin çöreklerinden tatmayı da unutmayın. Mezopotamya’nın muhteşem manzarasına nazır konaklamak çok keyifli. Erdoba Evleri taş işçiliğinde iddialı mimarisi ile öne çıkıyor. Odaları da kısa bir süre önce yenilenmiş. Güzel müzikli bir akşam yemeği ve sofra kurmak için tavsiyem Cercis Murat Konağı ...
SİZ GERÇEK MARDİN’İ YAŞAYIN
Aşağı veya Yeni Mardin ise son 20 yılda yoğun göç alan kentin tepeye sığmayan, eteklere taşmış hali. Eski ve gerçek Mardin’e giderken buradan geçiyorsunuz, bence geçerken gözlerinizi kapatın... Eski Mardin’in etkileyici taş giysisinin aksine burası betonarme, çirkin yüksek binalarla dolu. Tek şehirde iki farklı şehir hali Mardin’in sosyolojisini, kültürel yapısını ve ekonomik ilişkilerini yeniden şekillendiriyor… Aslında bu son yıllarda ülkemizde ki tüm şehirlerin genel manzarası. Mardin’deki kentsel dönüşüm, ilin en büyük ilçesi Kızıltepe’deki havaalanından şehre doğru ilerlerken kendisini gösteriyor. Dikey mimari, gölgesini Mezopotamya’nın denizi anımsatan, uçsuz bucaksız ovalarına düşürmüş. Siz bunları görmeyin umursamayın, gerçek Mardin’i yaşayın.
Paylaş