Dünyanın en uzun plajlarından birisi olan Samandağı’nın eteklerindeki Çevlik Plajı, ve denizi çok etkileyici. İnsana şiir, kitap yazdırır. Portakal ağaçları içindeki Hıdırbey köyünde Hz. Musa’nın Asa’sı olarak bilinen Çınar ağacı, yaşlı Musa ağacı ve oraya gitmişken ziyaret edebileceğiniz yerel ürünler pazarı çok güzel. Üstelik oradan alacağınız ürünleri köylüler kargo ile evinize kadar gönderiyor. Kur-an’ı Kerim’de konu edilen Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın tanışmış olduğuna inanılan Hızır Türbesi Samandağ sahilinde bulunuyor. İnsanlar bu türbe çevresinde üç kez dönüyor. Araba ile dönenler bile var. Buhur kokusu her yerde.. Burada sahilde zengin mezeler , yerli domates, acı biber sunan balık lokantalarında mutlaka sahili seyrederek uzun bir yemek yemelisiniz.
TEK ERMENİ KÖYÜ
Dünya harikalarından biri olarak kabul edilen yüzlerce insanın emeği ile oluşturulmuş 1400 metreden fazla uzunluğu ile etkileyici Titus Tüneli, Kaya Mezarları ve Beşikli mağara da oraya kadar gidilmişken gezilmeli. Bugünkü yazımda size daha çok bahsetmek istediğim yer ise Türkiye’de bulunan tek Ermeni köyü olarak bilinen Vakıflı köyü.
Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı olan Vakıflı köyü, Türkiye’nin içinde insan yaşayan tek Ermeni nüfuslu köyü olması nedeniyle son yıllarda, bazen gündeme gelen bir köy. Geçmişte Bursa civarında da özellikle Karsak Boğazı, Orhangazi ve İznik gölü kuzeyinde Ermeni köyleri olduğunu biliyoruz. Vakıflı Köyü ve çevresindeki komşu köyler uzaktan Akdeniz’i, Samandağ sahilini seyreden bir yamaçta portakal mandalina ağaçları arasında kurulmuş. Her yıl ağustosun ikinci haftasında köyde “Surp Asdvadzadzin” adı verilen bağ bozumu festivali düzenleniyor. Bir başka deyişle, aynı Gökçeada’daki gibi Meryem Ana anma şenlikleri yapılıyor.
MUSADAĞ’INA SIĞINMIŞLAR
Kapadokya da gerek peri bacalarının arasında süzülerek, gerekse muhteşem Kapadokya manzarasını yükseklerden izleyerek yapacağınız bir uçuş olağanüstü bir macera olacak ve belki de hayatınızın en unutulmaz deneyimleri arasında yerini alacaktır.
Her uçuşun kendine has bir lezzeti vardır. İçinde bulunduğunuz sıcak hava balonu bazen o kadar alçalır ki yanından geçtiğiniz ağaçlardan kayısı toplayacak kadar yakınlaşırsınız, bazen yükseklerde süzülür ve kimsenin bilmediği uzak noktaları keşfedersiniz.
SESSİZ VE SAKİN
Sıcak hava balonuyla uçuş, diğer her türlü uçuştan çok farklıdır, sessiz ve sakindir. 700-800 metrelere ulaşan yüksekliklerde yapılan uçuş sırasında insanın hissettiği yegane şey huzur ve sükûnettir. Aşağıdaki yeryüzü yavaşça sizden uzaklaşır. Kalkıştan hemen sonra peribacalarını adeta yalayarak harikulade Kapadokya manzarası üzerinde zahmetsizce uçarken kendinizi çok rahat hissedersiniz. Dünya harikası doğa üzerinde hafifçe süzülmek rüyalar alemine yolculuk gibidir.
Kapadokya’nın derin ve yeşil vadileri balonların benzersiz ve unutulmaz uçuşlar yapması için adeta mükemmel bir oyun bahçesi oluşturuyor. Hafif rüzgarlar balon yolcularını başka hiçbir araçla gidilemeyecek yerlere götürür.
HAVADAN DOĞA YÜRÜYÜŞÜ
Güneş yükseldikçe günü ısıtıyor, insanın yaprakları dökülen bir ağacın altında oturup her düşen yaprağa sıcak bir yaz gününün adını veresi geliyor.
Yaz neden bu kadar çabuk geçiyor anlamıyorum? Eylül’ün tadını çıkaramadan, yüzümüzü okşayan nemli ılık rüzgarın keyfini yaşayamadan kendimizi uçuşan yapraklar ve yağmur taneleri arasında buluverdik yine. Paltolarının yakasını kaldırmış adamlar hızlı adımlarla sokaklarda koştururken, Bursa’nın meşhur lodosuna boyun eğmek istemeyen şemsiyeler bir öyle bir böyle dönüp duruyor köşe başlarında sahiplerinin elinde.
YAPRAKLAR UÇUŞUYOR
Yılın en kısa günleri başlıyor, geceler uzun mu uzun. Belki köşedeki kahvehanede, belki eski Bursa çarşısında bir handa ya da sıcak evlerde dost sohbetleri, sıcak bir fincan kahve etrafında paylaşılacak hikayeler için en güzel günler. Yazın güneşini ararken tenimiz, sıcak yaz meltemlerini özlerken yüzümüz elime yavaşça dokunan hışırtılı şey de neyin nesi? Adımlarımı yavaşlatıp omzumun üzerinden geriye bakıyorum. Bir yaprak bu, kim bilir hangi Bursa ulu çınarının yaprağı? Bana bir sonbahar hediyesi olduğu kesin. Asfaltın üzerinde rüzgarın bir o yana bir bu yana üflemeye çalıştığı kuru yaprağı eğilip alıyorum elime, usulca çantama koymaya çalışıyorum kırmadan, ezmeden. Başımı kaldırıyorum, hava kararsız, bulutlar hızlı. Uludağ‘ın zirvesine doğru koşuyorlar. Peki ya siz ? Caddelerde yürürken önünüzde uçuşup giden yapraklara gözünüz ilişti mi hiç? Bursa’nın o meşhur ve her geçen gün sayısı azalan çınar ağaçlarının döktüğü yapraklara? Her yer onlarla dolu olur bazen, öyle ki; halı gibi kapladığı olur sokakları... Üzerlerine basan ayakların çıkardığı hışırdama sesleri eşliğinde gidip gelirsiniz iş yerlerinize, evlerinize... Farkında mısınız acaba geçip giden mevsimin sonbahar olduğunun?
HİÇ BAKTINIZ MI O DAĞA
Hayat koşturmacası içinde hemen yanı başınızdaki Uludağ’a baktınız mı hiç? O görkemli dağın, değiştirdiği örtüsüne, kış hazırlığına gözünüz takıldı mı? Her gün yürüdüğünüz Atatürk Caddesi’nde, Setbaşı’nda ya da Çekirge’de... Başınızı kaldırıp da şöyle bir baktınız mı şehri kucaklayan o dağa? Ve hiç merak ettiniz mi o dağın arkasında neler var, kimler yaşar? Yaşadığım şehri, civarını ve kültürünü bilmeliyim, bu güzel sonbahar gününü evde geçirmemeliyim diye kendi kendime söylenirken adımlarımı biraz daha sıklaştırdım. Şehrin büyük çoğunluğunun sıcak yataklarında yorganlarını üzerine bir kez daha sıkı sıkı çektiği bir pazar sabahı rüzgarın savurttuğu yapraklar eşliğinde dağ köylerine gitmek için buluşma noktasına doğru yürüyordum.
Siz hiç hayatınızda bir yanardağ kraterine girdiniz mi? Geçtiğimiz günlerde Van ziyaretimiz sırasında Tatvan’a uzandık. Amacımız hem Tatvan’da göl kenarında inci kefali yemek hem Nemrut Krater Gölü’ne çıkmaktı. Van Tatvan arasında çalışan ve tren vagonlarını taşıyan feribotlara karşı bir ziyafet çektik. Hava yazdan kalma bir sonbahar günü, güneş ısıtıyor. Güzel yemek sonrası sadece küçük minibüslerin çıkabildiği yolculuğa başladık. Tatvan’dan yola çıktıktan 4-5 km sonra yolumuz üzerinde gördüğümüz teleskiler bizi şaşırttı, burası kar düştüğü zaman bir kayak merkezi. Kıvrılarak giden yolda sağ tarafımızda muhteşem bir Van Gölü manzarası var, şehirde ayaklarımız altında artık.
ETKİLEYİCİ BİR GÖRÜNTÜ
Avrupalı Seçkin Destinasyonlar Projesi kapsamında “Mükemmeliyet Ödülü” alan Nemrut Krater Gölü, sonbahar renklerini bir arada görmek isteyenler ve fotoğraf meraklılarından büyük ilgi görüyor. Van’a uçakla gidenlerden şanslı olanlar Tatvan üzerinden geçerken aşağıda yer alan yarım ay şeklindeki “Nemrut Krater Gölü’nü görür, ve merakla seyreder. Arkasından Van gölü başlar. Van’a uçakla gidenlere bir tavsiye; cam kenarında oturmayı tercih edin. Uçak alçalmaya başladığında kısa sürede olsa krater gölünü seyredebilirsiniz. Gerçekten etkileyici bir görüntü sizi bekliyor.
NEMRUT KRATER GÖLÜ TARİHİ
Nemrut Dağı, tarihi çağlarda dahi aktif olan 2 yanardağdan biri. 1441 yılında Nemrut Dağı şiddetli bir şekilde patlamış olup, günümüzde tam olarak sönmüşte değil. Hatta, son kez lav patlaması yine 1141 yılında olmuş. Nemrut Dağı’nın kalderasının içinde yer alan sıcak gölün varlığı sebebi ile dağ içerisinde hala sıcak gazlar mevcut. Hatta bölgeye gidenlere suya dokunmamaları tavsiye ediliyor. Nemrut Dağı için güncel olarak aktif bir volkan diyemesek de sakin bir period evresinde diyebiliriz. Aktif buhar bacaları var. Nemrut Dağı krater gölü nerede diye merak ediyorsanız, Bitlis şehrinin Tatvan ilçesi üzerinde bulunmakta. Tatvan’a gitmişken tren vagonlarının taşındığı iskeleye yakın göl kenarında inci kefali yemelisiniz. Vaktiniz varsa Ahlat’a uzanıp etkileyici Selçuklu mezarını da ziyaret edebilirsiniz; ama Nemrut Krater Gölü’ne çıkmak ve özellikle tam tepede, bir tarafınızda Van Gölü diğer tarafınızda krater gölünü seyretmek özel bir duygu.
Bu yüzden Mehmet Amca’yı tekrar görmekte, okumakta, dinlemekte bir zarar yok. Van, her zaman yolumun düştüğü bir yer değil, ama her gittiğimde acaba Mehmet Amca yine orada mı diye merak ediyorum ve o orada oluyor.
Van’ın Gürpınar İlçesi’nde bulunan önemli Urartu kalesi Çavuştepe‘de bekçilik yapan Mehmet Kuşman bu sene 82 yaşında, dünyada Urartu çivi yazısını okuyabilen az sayıda insandan biri. Kimi 20, kimi 35, kimisi ise 40 kişiden biri diyor. Bu dili ondan başka yazabilen ise yok. İlkokul mezunu Kuşman Urartuca’yı uzun yıllar bekçilik yaptığı ve gelen ziyaretçilere dili döndüğünce bilgi verdiği Çavuştepe Kalesi’nde kendi imkanlarıyla öğrenmiş. İnanılması güç ama Mehmet Amca tarih yapraklarında kaybomuş bir uygarlığın dilini taş yağınları arasında tamamen kendi çabasıyla çözmüş.
GÖZLER ONU ARIYOR
Anlattığına göre, uzun kış gecelerini bulabildiği kitapları okuyarak geçiren yaşlı adam, günün birinde kaleye gelen bir kazı ekibine yardım etmeye başlamış. Sonra başlarında bulunan bir Arkeolog’tan Urartuca’yı öğrenmek için yardım istemiş. Mehmet Kuşman’ı ilk başta ciddiye almayan ekip, onun ne kadar istekli olduğunu görünce bu dilin çok zor olduğunu söyleyip ona birkaç kitap vermiş. Mehmet Amca inatla çalışmış, ve yüzyıllar öncesinden günümüze ulaşan Urartu dilini çözmüş. O, şu anda azmiyle dünyada Urartu çivi yazısını okuyabilen çok az sayıda insan arasına girmenin ve bu dili yazabilen tek kişi olmanın gururunu yaşıyor. Çavuştepe’ye gelenlerin gözü onu arıyor, toprak üzerine parmağıyla yazacağı Urartu dilindeki kelimeleri, yazıları görmek ve Çavuştepe hakkında bilgileri onun ağzından duymak istiyor.
ADINA KİTAP YAZILDI
Urartu dili uzmanı bekçi Mehmet Amca’nın el emeği ile yazdığı taşlar Van’a gelen birçok yerli ve yabancı ziyaretçiye hediye olarak girişteki eski kazı evi, günümüzde onun kulübesinde satışta... Hatta onun için yazılmış bir kitap var artık. Enver Şengül’ün yazdığı “Kayıp Zamanın Bekçisi” onu anlatıyor, ve Çavuştepe’ye giden ziyaretçiler bu kitabı ondan Urartu dilinde isimlerini yazdırarak, imzalattırarak satın alabiliyor. Ören yeri girişindeki küçük kulübesinde küçük taşlara Urartuca yazdığı yazılara süslü kolyeler ve hediyeliklerde satıyor ve hayatını bu şekilde sürdürmeye çalışıyor. Çünkü çoktan emekli olmuş.
Çatalhöyük’e ilk yaptığım ziyaret 2008 yılındaydı. Kazı alanında dolaşırken uygarlıkla ilgili bütün bildiklerimi unutmayayım, mekânları, araçları, ilişkileri, hastalıkları, ne yiyip içtiğimizi, inançlarımızı… Hatta uygarlık tarihine ilişkin bugüne kadar okulda öğrendiklerimi bir kenara bırakmalıyım diyordum kendi kendime, çünkü Çatalhöyük bana başka bir tarihin kapılarını aralamıştı. Sonra Göbeklitepe çıktı ortaya, 2010 yılında Göbeklitepe’de bugün binlerce ziyaretçiyi ağırlayan tapınak alanında kazılar henüz başlamıştı, üzerine branda örtüyorlardı çalışma olmadığı günlerde... Yeni bir sorgulama başlamıştı zihnimde insanlık tarihine dair, Göbeklitepe’nin, konumu, boyutları, tarihlendirilmesi ve yapılarının anıtsallığı ile Neolitik dönem için ünik bir kutsal alan olarak ortaya çıkartılması, alanın 12000 yıl boyunca doğal çevresi içinde dokunulmadan kaldığından önemli arkeolojik buluntu vermesi tüm dünyanın dikkatini tekrar Anadolu’ya çekmişti... Derken Karahantepe konuşulmaya başladı.
KARAHANTEPE
Göbeklitepe kazıları, 21. yüzyılın belki de en önemli olaylarından birisidir. T biçimindeki dikilitaşlar dahil olmak üzere alandaki kült yapıların tümü, avcı-toplayıcı tarihin hiç de düşündüğümüz gibi yaşanmadığını gösterdi bize. Dünyada neredeyse tarihle ve arkeolojiyle ilgilenen tüm bilim insanları, gözlerini Göbeklitepe’ye çevirdi. Amaçları, binlerce yeni soruya yanıt bulabilmekti. Ama taşlar bir kere yerinden oynamıştı. En az Göbeklitepe kadar önemli ve bu bölgeye yakın bir yer daha, gün yüzüne çıkmayı bekliyordu; O da “ Karahantepe” idi.
DAHA ESKİ BİR YERLEŞİM
Kazılara 2019 yılında başlanan Karahantepe’de henüz yolun çok başındayız. Ancak yüzey taramaları ve jeomanyetik ölçümler gösteriyor ki Karahantepe yapıları 140.000 metrekarelik alana yayılan devasa bir kompleks. Birbiri ile bağlantılı olsa da farklı dört bölümden oluşan yapının ortaya çıkan bölümlerindeki tarihlendirme, Karahantepe’nin Göbeklitepe’nin çağdaşı olduğunu hatta Göbeklitepe’den daha eski bir yerleşim olduğunu bize gösterdi. İstanbul Üniversitesi Tarih Öncesi Arkeolojisi Anabilim Dalı Başkanı, aynı zamanda Göbeklitepe ve Karahantepe Kazılarının başkanı Prof. Dr. Necmi Karul, tarafından sürdürülüyor.
Göbeklitepe, Karahantepe, Çatalhöyük, gibi alanlar yaşam biçimi ve sanatı ile insanlık tarihini aydınlatırken pek çok soruyu da beraberinde getiriyor. Zihinleri zorluyor, düşündürüyor.
TEKRAR GÜNDEME TAŞINMALI
Geçtiğimiz hafta boyunca Türkiye Turizminin nabzını tutabileceğiniz en önemli yerler olan; Selçuk-Efes- Kuşadası, Pamukkale ve Kapadokya bölgelerinde dolaştım. Tanık olduğum yabancı turist hareketliği umut vericiydi. Efes antik kenti ve Meryemana bölgesinde gördüğüm yoğunlukta Kuşadası’na yanaşan kruvaziyer gemilerinden inen turistlerin katkısı vardı, o gün Efes antik kentini on binden fazla turistin ziyaret ettiğini öğrendim.
597 GEMİYLE 552 BİN TURİST
Meryemena’da kuyruğa girenler, Efes antik kenti aşağı kapısında da otobüsünü bulmak için uğraş verdi, zira park yerinde onlarca otobüs vardı. Geceyi Selçuk’ta geçirdiğim için münferit gezen veya konaklayan turistler görme şansım oldu. Selçuk sokaklarında tüm lokanta ve kafeler yabancı turistten nasibini almıştı.
Kötü geçen pandemi günleri ardından Türkiye’ye yönelen turist ilgisi, kruvaziyer rakamlarına da yansımış görünüyor. Bu yılın ilk 8 ayında Türkiye’deki limanlara 597 kruvaziyer gemisi yanaşmış ve ülkemizi tercih eden 552 bin kruvaziyer turistin 347 bini temmuz ve ağustosta gelmiş.
Uzun lafın kısası Türkiye’ye yönelen yoğun turist ilgisi, kruvaziyer rakamlarına da yansımış. Kuşadası’nın ardından en çok kruvaziyer gemisinin yanaştığı ikinci liman İstanbul Galataport .
Bursa bölgesi seyahat acentaları ile yemekli toplantıda bir araya geldi. Seyahat acentaları için yeni bir seçim süreci yaklaşıyor. Başkan Bağlıkaya ve TÜRSAB Güney Marmara BTK Başkanı Murat Saraçoğlu ile Almira Otel’de gerçekleşen toplantıda bir araya gelerek biz turizmcileri çok zorlayan pandemi sürecinde TÜRSAB olarak yapılan faaliyetleri ve yaşadıkları zorlukları onlardan dinleme fırsatı buldum. Başkan Bağlıkaya, pandemi sürecinde neleri yaptıklarını, neleri yapamadıklarını anlattı.
Murat Saraçoğlu - Firuz Bağlıkaya - Uğur Çelikkol
BEKLENTİLER KONUŞULDU
Yapılabilenler ve yapılamayanları bir kenara koyarsak turizm sektörü için çok zor geçen bu süreçte büyük özveri ve emekle görevlerinin başında durarak sektörün temsilcileri olarak bugünlere ulaşan her iki başkana ve yönetim kurulunda bulunan çalışma arkadaşlarına önce teşekkür etmek lazım. Hiç kimse böyle bir zor süreçle karşılaşacağını tahmin edemezdi, o yüzden pandemi günlerinde bazen hak etmedikleri eleştirilere maruz kaldılar, sabrettiler. Öğrendiğim kadarıyla her iki başkan da yeni dönemde tekrar aday olacak. Bence doğru karar.
Firuz Bağlıkaya bugünlerde Anadolu’da faaliyet gösteren seyahat acentalarının temsilcileri ile bir araya geliyor. Bölgesel sorunların yanı sıra TÜRSAB seçimlerinin konuşulduğu toplantılar düzenliyor, gelecek döneme ilişkin beklentiler paylaşılarak karşılıklı görüş alışverişinde bulunuyor. Firuz Bağlıkaya TÜRSAB Başkanı olarak yaklaşık 4 buçuk yılı geride bıraktı. Bursa’daki toplantıda, pandemiye rağmen hayata geçirdiği projeleri aktardı.
YENİDEN İTİBAR KAZANILDI
Göreve geldiklerinde TÜRSAB’ı 631 milyon lira borçla devraldıklarını söyleyen Bağlıkaya, 338 milyon lira tutarındaki borcu kapattıklarını kurumu faiz ve borç sarmalından kurtardıklarını anlattı. TÜRSAB Başkanı genel merkez binalarının dahi borç nedeniyle bankaların mülkiyetine geçtiğini, buna rağmen yılmadan usanmadan çalışarak pandemiye rağmen genel merkez binalarını 58 milyon liraya tekrar satın alarak kurumun itibarını yeniden kazandıklarını aktardı.