Anan hayattaysa yalnız değilsin, der bir arkadaşım.

Emma Donoghue’un “Oda” romanını okurken mütemadiyen bunu düşündüm.

Haberin Devamı

Şüphesiz ki edebiyat seviyoruz diye her daim Tolstoy ya da Flaubert hatmedecek halimiz yok. Günümüz yazarlarına da gereken şefkati göstermeliyiz.

Onlar Flaubert’in hayatta yapamayacağı bir şeyi yapıyor: Görselliğin ve hızın işgali altındaki küresel dünyaya edebiyatla direnerek hayal gücümüze cephane sağlıyorlar.

Her koşulda zaman buluyorlar “durup ince şeyleri anlamak” ve anlatmak için.

İrlandalı Emma çok rahat duygu sömürüsü yapılabilecek bir konuyu o kadar efendice, öyle ince anlatmış ki, yani o kadar olur.

5 yaşındaki Jack’in bütün dünyası içinde birkaç parça eşya ve televizyon olan, penceresiz bir odadan ibaret. Çünkü sapığın teki annesini 7 yıl önce kaçırıp bu odaya hapsetmiş.

Sapığın geldiği akşamlar, annesi onu güvenle uyuması için gardıroba kapatıyor. Tecavüze tanık olmasın diye.

İşin garibi, Jack bu ceviz kabuğu dünyada mutlu. Çünkü annesi ona masallar, öyküler ve oyunlarla bir harikalar diyarı yaratmış. Hatta nihayet kaçmayı başardıklarında garibim dış dünyanın keşmekeşinden daralıp odaya dönmek istiyor.

Duygu sömürüsü tuzağına düşmemek için şık bir yol bulmuş Emma: Bütün öyküyü 5 yaşındaki Jack’in ağzından, onun gözüyle anlatmış.

İnsanın yanında annesi varsa sandalyenin, lambanın ve televizyonun Ağrı Dağı ya da Dicle Nehri kadar önemli olabileceğini göstermiş.

Olay böylece şiddet öyküsü olmaktan çıkıp annelik üzerine eşsiz bir mecaza dönüşmüş. İnsanın annesi yanındaysa şu alemde asla yalnız kalmayacağının destanına.

Bir taraftan da unutulmaz “Hayat Güzeldir” filminde küçük oğluna toplama kampını lunapark diye yutturan Guido’ya selam yolluyor.

Günümüzde kadınların uğradığı en şerefsiz şiddet biçimlerinden birini göstermeyi asla ihmal etmeden.

Emin olun, siyasi literatürümüze girmiş “ananı da al git” lafı bile “Oda”yı okurken yeni bir anlam kazanacak.

İnsanın anası yanındaysa gidemeyeceği yer, aşamayacağı duvar olmadığını hatırlatacak çünkü.

Haberin Devamı


Eurovision ve kadın

Cengiz Semercioğlu mühim bir noktaya işaret etti: TRT’nin yarışmaya kadın şarkıcı göndermemesinin nedeni, Hadise’den dolayı yaşanan sansasyonel problemlermiş.

Vallahi boşuna tereddüt: Çünkü “şöhret insanı” değil de “meslek insanı” olmayı seçmiş pek çok ciddi kadın sanatçımız var.

Mesela bir Yasemin Mori, Jehan Barbur, Aylin Aslım ya da Nil Karaibrahimgil’i seçseler hem aynı dertleri yaşamazlar hem de sonuç muhtemelen fantastik olur.

Yani sorun kadınlarda değil, “kadın şarkıcı” denince sadece Hadise tipinde arkadaşları hatırlayan bizlerde.

Haberin Devamı

İncir  Çekirdeği

İlahi Facebook: “It’s complicated” olmayan ilişki mi var?

Yazarın Tüm Yazıları