Paylaş
◊ Yeni filminizden başlayalım. “Bal Kaymak”a ilgi büyük. Nedir bu kadar ilgi çekmesini sağlayan?
- İlgi büyük mü gerçekten?
◊ Bana öyle geldi. Galada da inanılmaz bir kalabalık vardı.
- Galalar iyi olur da çok inandırıcı değildir yani, belirleyici olmaz.
◊ Bu kadar kötümser olmayın. Filme gidenler çok beğendiklerini söylüyor.
- İnşallah.
◊ Şöyle sorayım o halde; sinemaseverler bu filme neden gitsin? Onları nasıl bir hikaye bekliyor?
- Valla bir aile filmi bu.
◊ Yeşilçam tadı mı diyorsunuz?
- Hayır hayır. Ben “Eski Yeşilçam filmleri tadı” falan, o sözlere çok katılmıyorum. Eski eskidir yani. Artık ne teknoloji o teknoloji, ne halk o eski halk. Beğeniler falan çok değişti. Dönüp de bir Yeşilçam filmine baktığım zaman bana çok ilkel geliyor yani.
◊ Ağır olmadı mı bu?
- Yoo... “Nerede o eski filmler” falan yalan geliyor bana. Yeşilçam filmlerini de iyi bilirim yani. Çoğu hıçkırıklarla başlar. Aktörlerin çoğu eğitimsiz, hemen hepsi alaylı... Küçümsemek için söylemiyorum tabii, çok büyük aktörler de var. Ama o zamanlar sanata bakış çok kısıtlıydı. Kim iyi aktördü, kim iyi rejisördü bilinmiyordu. Mutlaka bugünlere gelen yolun ilk taşlarıdır hepsi ama çok değişik bir arena burası.
◊ Değişik derken...
- Artık yarışlarımız yabancı film sektörüyle.
◊ Normal değil mi? Seyirci bugün sizi izliyor beyazperdede, ertesi gün devasa bütçeli bir yabancı yapımı...
- Tabii... Ben de eve gittiğimde Amerikan ve İngiliz dizilerini izliyorum. Çünkü oradaki prodüksiyonlar, oyunculuklar çok farklı. Burada iyi bir sektör olmak istiyorsak o seviyeyi yakalamamız lazım. Ama hâlâ o seviyede işler pek göremiyorum bizde.
◊ Neden olmuyor?
- Zor iş bu. Bir defa bunun bir matematiği var. İyi hikaye, iyi reji olmazsa olmaz. Bizde ise mutlaka bir ayağı eksik kalıyor. İyi hikaye buluyorsun, aktör zayıf oluyor, aktör iyi oluyor ama reji zayıf kalıyor falan.
◊ Düzelmez mi?
- Zaman içinde düzelecektir herhalde.
BİZİM OYUNCULARIN EN BÜYÜK EKSİĞİ YABANCI DİL
◊ İyi oyuncumuz olmadığını söyleyemeyiz. Peki neden yurtdışında göremiyoruz onları?
- Yine eğitimle ilgili bir durum. Bizim oyuncularımız o seviyede İngilizce konuşmuyor ki. Tutmuş böyle eleştiriyorum ama “Sen İngilizce biliyor musun?” diye sorsalar hayır yani. İlk yapmamız gereken şeylerden biriydi bu, büyük eksiklik. Mesela sınıf arkadaşım Haluk Bilginer burada konservatuvarı bitirdikten sonra İngiltere’de aktör okulunda okudu. Zaten giderken de İngilizcesi iyiydi, şimdi mükemmel.
◊ Ama son filminde ne yazık ki beklediğim Haluk Bilginer performansını göremedim.
- Daha mı kötüydü?
◊ Evet. Acaba ana lisan dışında oynamak mı zor diye düşündüm.
- E tabii istediğin kadar İngilizceyi öğren, bir İngiliz ya da bir Fransız gibi hissedemezsin, düşünemezsin. Ama bu söylediğiniz çok iyi bir şey.
◊ Nesi iyi?
- Ne var biliyor musunuz? Artık averajın biraz önündeki seyirci daha iyi irdeliyor, daha eleştirel olabiliyor. İnsanlar bakmayı öğrendiler. Öğrendikleri için de artık kalite istiyorlar. Bütün mesele seyirci. Seyirci bakmayı öğrendiği zaman kalite gelecek. Çünkü o zaman seçecekler; kim iyi aktör, kim iyi rejisör, hangisi iyi hikaye... Bu çok önemli. Benim bu son projeyi kabul etmemin sebebi rejisörüm Onur Tan. Hikayecilik tarafı da kuvvetli bir çocuk. Böyle bir hikayeden bahsetti, “Oynar mısın?” dedi. “Şerefle oynarım hem de” dedim. Başka bir beklentim yok, sadece bu filmde olmak istediğim için “Evet” dedim.
◊ Diyelim ki projede Onur Tan adı yok... Seçim kriterleriniz neler?
- Benim için en önemlisi hikaye. Hikaye çok sağlam olacak. Bundan önce yaptığım dizilere, filmlere bakın. Mesela Ata’yla (Demirer) yaptığımız “Eyyvah Eyvah”lar, “Berlin Kaplanı”, hepsinin sağlam hikayeleri vardır. Dizilere bakın; “Benim Annem Bir Melek”, “Avrupa Avrupa”, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”, daha önce “Kurtlar Vadisi”. Onlarda da iyi hikayeler var. Tabii iyi hikayelerin içinde ağırlığı olan roller de gerekli. Bunu başardığımı düşünüyorum.
OPERAYA DEVAM ETSEM ŞİMDİ LA SCALA’DAYDIM
◊ Neredeyse tüm hayatınız tiyatroda geçmiş. Gözünüzü tiyatroda açmışsınız bir bakıma...
- Evet, ilkokuldan itibaren. Sadece Devlet Tiyatrosu’nda 43 yıl geçti, önceki sene emekli oldum.
◊ Bu nasıl bir aşk?
- Buna aşk da denmez.
◊ Ne denir?
- Bu, hayatın seni götürdüğü yer. Ben çocukken futbolcu olmak isterdim mesela, bunun için dua ederdim. Bir de yarım kalan opera var. Hâlâ zaman zaman pişmanlığını yaşarım “neden operaya devam etmedim” diye. Konservatuvarda 1 sene opera bölümünde okudum. Ben birinci sınıftaydım, hocalar üst sınıflardaki öğrencileri beni dinlemeye getirirdi. Tiyatro bölümüne geçmeseydim sanırım operada devam ederdim.
◊ Devam etseydiniz şimdi nerede olurdunuz?
- Şimdi ya Metropolitan’da söylüyordum ya La Scala’da. Eğitim eğitim eğitim işte...
◊ Alaylıların hiç mi şansı yok?
- Olmaz olur mu? Metin Akpınar, Zeki Alasya mesela, çok büyük aktörler.
◊ Öyleyse...
- Ama eğitimliler bir de doğuştan kabiliyetliyse, sanatları tam taçlanıyor.
◊ Peki yeni jenerasyon için ne diyeceksiniz?
- Çoğu eğitim alıyor bir kere; illa devlet okulu olmasına gerek yok. Bir de çok kabiliyetliler. Aralarında öğrencilerim de var. Mesele o ki seçerek ve aklı selimle iş yapsınlar. Çünkü kötü projeler aktörü de bitirir. Üç defa kötü işte rol alırsan, seyirci bir daha yüzüne bakmaz.
ATA YENİ BİR ŞEYLER YAZIYOR, ARAYIP “HAZIR OL ABİ” DEDİ
◊ Siz bundan sonra ne yapmak istiyorsunuz?
- Emekli hayatı yaşamak istiyorum. Çok beğendiğim işler gelirse arada, oynarım. Mesela dün Ata’yla (Demirer) konuştuk. Güzel bir şeyler yazıyor yine belli. “Hazır ol Tarık Abi” dedi.
◊ Neden emekli olmak istiyorsunuz?
- Yıllarca yaz tatili yapmak için çalıştık biz. Para kazanalım da gidip tatilimizi yapalım dedik. Artık tatil zamanımı para kazanmak için harcamayacağım. Çok güzel bir film projesi olur, ona tamam.
◊ Sizin yazdığınız hikayeler var mı?
- Çok düşündüm ama yok. Şuna inanıyorum, insanın bir tane mesleği olur gerçekten sevdiği ve bağlandığı. Benim bağlandığım meslek de aktörlük. 43 yıl aktörlük yaptım. Müthiş oyunlar oynadım Devlet Tiyatroları’nda. Bir defa bile reji yapmadım. Yapamaz mıyım, bin kere yaparım ama işim değil. Zaten bir de dizi var biliyorsunuz, üçüncü sezonu. Hikaye iyi, oyuncular iyi. Zaten uzun soluklu düşünülmüş. En az 10 yıl diye düşünüyor yapımcılarımız.
◊ 10 yıl mı?
- Evet, çok zengin hikaye çünkü. O dizide de çok sağlam bir rolüm var. Gerçi zaman olarak en kısa rol benimki ama o olmazsa dizi temposu düşer, öyle de kilit bir rol. Dizi sektörünün böyle gelişmesinin sebeplerinden biridir Devlet Tiyatrosu oyuncuları.
BENİM HİÇ BABAM OLMADI
◊ Asuman Dabak’ın gündeme getirdiği “dizi ve sinema sektöründe yaygın uyuşturucu kullanımı” meselesiyle ilgili neler söylemek istersiniz? Şahit oluyor musunuz böyle durumlara?
- Kötü bir şey tabii bu uyuşturucu meselesi. Nasıl söylemek lazım bilmiyorum ki. Benim öyle bir alışkanlığa yanaşmışlığım bile yok. Üstelik çevremde vardı, şartlarım da zordu.
◊ Ne gibi bir zorluktan söz ediyorsunuz?
- 6 aylıkken babamı kaybettim. Benim hiç babam olmadı. Yalnız başıma bir adamdım. Annem, bir üvey babayla beraber... Dikkat ederseniz konservatuvara giden çocukların yüzde 80’inin anne-babası ayrıdır. Ama biz hocalarımızdan dolayı sustalı maymun gibiydik. Hocalarımız dünya çapındaydı. Onların en büyük hatası yerlerine hoca yetiştirmemeleri oldu. Hata değil belki de bilerek yaptıkları bir şeydir bu. Onlarda da bir tek olma hissi vardı belki, bilmiyorum ki.
“NE OLUYOR ABİ” DİYORSUN MEĞER ADAM ROLDEN ÇIKAMAMIŞ
◊ Günümüzde oyunculuk eğitimi alan gençler sizden daha şanssızlar o zaman.
- Hem de çok şanssızlar. O kadar enteresan ki, gençlerin dilinde bir isim var şimdi, Eric Morris. Bir Morris tutturmuş gidiyorlar. Ne alakası var ya... Stanislavski diye bir adam var, sen onu bir bil bakalım önce. Bir Brecht oyunculuğunu öğren. Brecht oyunculuğu bile Stanislavski’ye dayanıyor. Stanislavski’nin dediklerini yaparsan Brecht oyuncusu olursun. Yani rolü giyersin, çıkarırsın. “Oyun bitti ben hâlâ roldeyim” falan öyle bir şey yok yani. Rolünü oynarsın, oyun biter, “Allahaısmarladık” der gidersin. Silersin gözyaşını bitti. Tarık Ünlüoğlu’ndan devam edersin hayata.
◊ Rolüne kendini fazla kaptırmış oyuncular geldi şimdi gözümün önüne.
- Ya neler var ya... Ne büyük oyuncular biliyorum; oyun bitmiş, hâlâ ağlama modunda. “Ne oluyor abi?” diyorsun, abi oyundan çıkamamış meğer. O zaman sen aktör değilsin yani!
KIZIMA YAT, KAT BIRAKMADIM BENİM GİBİ HAYATI TIRMALAYACAK
◊ Sizin bir kızınız var...
- Evet, 37 yaşında. Daha dün ufacıktı, kocamaaan bir kadın oldu. Zaman o kadar çabuk geçiyor ki.
◊ Kızınız oyunculuğu seçmedi değil mi?
- Hayır, seçer mi? Anne oyuncu, baba oyuncu, gördü durumu. Benim kızım sistem analisti. Çok da akıllı ve ne istediğini bilen bir kız. Biz bileziğini taktık eline. Ama “Kızım sana bir yat bırakacağım, deniz kenarında bir ev bırakacağım” diye bir şey yok. “Baban gibi tırmala hayatı” dedik. Çünkü hayatı tırmalamadan yaşayan gençler başarılı olamıyor. İnsanın bireysel olarak bir şeyler koparması lazım hayattan. Bu ona motivasyon ve daha fazlası için istek veriyor.
KÜFRE GÜLEN BİR MİLLETİZ
◊ Yaşınız 67 ama çok iyi görünüyorsunuz.
- Zarf ve mazruf...
◊ Emekli olmasanız diyorum...
- Bu ülkede her zaman iyinin üstü örtülür, iyi gömülür. Ben hocalık yaptığım dönemde, konservatuvarın dört sınıfı birleşip gelirdi dersime. Yukarıdaki hocalar da baktılar duruma, “Aman bu tehlikeli, hemen gönderelim” dediler. Birinci senede gönderdiler. Mesela Yücel Erten’in de konservatuvar hocalığı böyle olmuştur. O da çok büyük bir hoca olarak geldi Almanya’dan, konservatuvarda 1 yıl çalıştı, ondan sonra hadi güle güle!
◊ Dünyada böyle değil galiba.
- Değil. Orada iyi olanı bir adım daha nasıl yükselteceğiz derdindeler. Türkiye’nin her köşesinde, her sektöründe durum bu. Buradan aileye, “Bal Kaymak” meselesine gelelim.
◊ Gelelim...
- Aile çok önemli. Eski aile yapısı, anne-baba ve çocuklardan oluşan o yapı maalesef yok. Çocuklar bir yerde, anne-baba bir yerde. Hayat şartlarından belki de, bilemiyorum. Hele şimdi bir de sanal dünya var, herkesin elinde telefon. Kimse kimseyle konuşmuyor. İletişim bitti. O bakımdan bu aile hikayesinin üzerinde önemle durulmalı.
◊ Yeni aile yapısı nasıl?
- Saygı yok. Çocuklar “Lan baba” diyor! Bu durum filmlere de yansıyor. Komedi denilen filmlere bakıyorum, çoğu küfür. Küfre gülen bir milletiz biz ya. Ana avrat küfre kahkaha atılıyor. Bu nedir? Zeki kafa olmazsa espri de bizimki gibi oluyor işte. Bu kafadan çıkmak lazım ama bu epey zamanımızı alacak. Minimum 50-100 senemiz var.
REKLAM SEKTÖRÜNDEKİLERİN ACIMASI YOKTUR
◊ Siz ve birkaç oyuncu daha var ki, sadece sesiniz duyulsa yetiyor, görünmenize bile gerek yok.
- (Gülüyor). Bu sadece sesin gücü değil... Yine eğitime gelip dayanıyor konu. Şan dersleri de aldık biz.Yeşilçam filmlerinde kendini seslendiren çok azdır, bir veya iki tane. Böyle bir şey olabilir mi ya?
◊ Hep aynı ses ama farklı yüzler, bir garip oluyor gerçekten.
- Olmaz ki zaten, ruh ve beden ayrı çünkü. Aktörlük tanrısal bir iş. Şöyle ki... Bizim oynadığımız tekstleri birileri yazıyor. Yaratılmış o metni biz alıp canlandırıyoruz. Mesela Shakespeare “Hamlet”i yazmış değil mi? O karakteri de bilmem kim oynamış, bilmem kim oynamış, bilmem kim oynamış. Ama o üçü içinden biri çıkmış, Laurence Olivier denen adam, “Aaaa” demişler “Bu ne”... İşte o benim için tanrısal bir durum.
◊ En beğendiğiniz aktörler hangileri?
- Sadece ben değil, kime sorarsanız sorun Al Pacino der, Robert De Niro der, Marlon Brando der. Bu çok iyi olmakla, “Vayy be bu ne yaptı ya” dedirtebilmekle ilgili bir durum. Ben bu saydığım isimleri çok dikkatli izlerim mesela. Galiba talihsizliğimiz orada doğmamış olmak.
◊ Orada doğan çok Türk kökenli oyuncu adayı var ama durum değişmiyor.
- Onlar içlerine pek fazla yabancı sokmuyorlar çünkü. Burada bile benzer durumlar var. 20-30 yıl seslendirme yapmışımdır Ankara’da, tek bir reklam filmi konuşmadım. Çünkü orası kapalı devre, girmeniz çok zor, giremezsiniz.
Paylaş