Paylaş
Zaman zaman küçük çaplı tufanlar yaşanıyor yeryüzünde. Foto Chris Gallagher - Unsplash
Biliyorum, geçen hafta size, bu hafta için “mitolojilerdeki süt” üzerine sohbet sözü vermiştim ama bu sözü, hoşgörünüze sığınarak bir parça ertelemek istiyorum. Zira epey yağış aldık bu arada, İstanbul’un barajları doldu, küresel ısınma nedeniyle eriyen buzulların su seviyesini yükseltme tehdidiyle burun buruna yaşamayı sürdürüyoruz derken, insanın aklına ister istemez “tufan” geliyor. İslâmiyet ve Yahudilikte “Nuh Tufanı” olarak bilinen ve çok eskiden meydana gelmiş gerçek bir (veya birden fazla) doğa olayı olduğu çoktan kanıtlanmış olan o büyük felaket anlatısından söz edeceğiz bu hafta. Ama, daha önce ele aldığımız gibi değil, biraz başka türlüsünü… Yazının başlığını hak edecek bir şekilde yani…
BİR KİTAP ÖNERİSİ
ABD'de Nuh'un Gemisi'nin replikası yapılmıştı. Foto Elias Null - Unsplash
Önce bazı önemli noktaları kısaca hatırlayalım. Tarihte gerçekten çok büyük bir taşkının/tufanın yaşandığı artık biliniyor, bilimsel kanıtlarla önümüzde duruyor bu. Ryan ve Pitman’ın “Nuh Tufanı” adlı kitabını öneririm, bu konuda ulaşılmış/edinilmiş bilimsel tüm kanıtları orada bulmak mümkün. Ayrıca büyük bir tufanın Amerikan yerlilerinden Çin’e, İrlanda’dan Hindistan’a, tüm kültürlerde bir şekilde anlatılıyor olması da, insanlığın ortak hafızasında yer etmiş büyük tufana elbette işaret ediyor. Hiç şüphe yok ki Homo Sapiens, avcı-toplayıcı düzenden tarıma dayalı yerleşik düzene geçtikten sonra böyle büyük bir hadise meydana geldi ve yerlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kalan insanlar önce sözlü, sonra da yazılı anlatılarla olayı ölümsüzleştirdiler. Bu nedenle biz, tufan hadisesinin değil, anlatısının peşinde koşuyoruz bu yazıda. Çünkü bu “anlatılar” bize tufandan başka şeyler de “anlatıyor.”
Hemen hemen tüm anlatılarda Tanrı ya da mitolojik tanrılar, insanların kötülüğünden bıkarak onları yok etmek ister. Hatta Tevrat’taki ifade çok dikkat çekicidir: “Yarattığım adamı, ve hayvanları, sürünenleri ve göklerin kuşlarını topraktan yüzü üzerinden sileceğim; çünkü onları yaptığıma nadim oldum.” (Tekvin 6:7. Nadim olmak: pişman olmak.) Belli ki Tanrı’yı bile pişman etmişiz.
HER KÜLTÜRDE FARKLI İSİM
Sonrasını zaten her kanaldan biliyoruz. MÖ 3000’den bu yana yazan Sümerlerden, Çin’den, Hindistan’dan ve çok aşina olduğumuz kutsal metinlerden. Sümer’de Ziusudra, Akkadca metinlerde Utnapiştim, Hint mitinde Manu, Tevrat ve Kuran’da Nuh ismiyle bildiğimiz bir yüce kişi (ki Sümer’de kral olarak geçer) bu yok oluştan muaf tutulur, bir gemi yapması istenir, gemi ayrıntıları ile tarif edilir, Nuh ailesiyle gemiye biner, yanına yeniden türemeleri için diğer canlılardan alır, her yeri su basar, korkunç bir tufan olur, gökyüzü kararır, dalgalar devleşir vs. Bir süre sonra, yani bütün diğer insan ve canlılar yok olup fırtına hızını aldıktan sonra, gemi karaya oturur, Nuh ve ailesi yepyeni bir hayata başlar. Tevrat ve Kuran dışındaki diğer anlatılarda bazen tüm insanlar yok olmaz, bölgesel bir felaket olarak geçer. Hint versiyonunda mesela, bir balık vardır, yüce kişinin kayığını iple çekerek kurtarır vs. Tevrat’ta Tanrı, bir daha böyle bir şey olmayacağının bir işareti olarak gökyüzüne “ahit sembolü” olan gökkuşağını yerleştirir ki insan yaşadıklarını, kendisine verilen bu ikinci şansı hatırlayıp yeniden kötülüklere dalmasın. Kuran’da Ankebut Sûresi 15. ayette de tufan sonrası kurtuluşun “bir ibret” olduğu belirtilir. Ama dedim ya, bunların üzerinde durmayacağız.
RESETLEME İŞLEMİ
Yeni bir hayat belirsizliklerle doludur ama yine de gitmek gerekir bazen. Foto Mantas Hesthaven - Unsplash
Bu anlatılardaki ortak denebilecek yan, “eski ve kötü” olan her şeyin yok olması, yepyeni bir hayatın başlamasıdır kuşkusuz. Tufan, tam anlamıyla bir “sıfırlama”, günümüz bilgisayar çağı terimleriyle bir “resetleme”dir.
Ama hiçbir sıfırlama kolay değildir, kimse kolay olacağını söylememiştir. Yepyeni bir hayata başlamak fedakârlıklar, biraz çile, eziyet ve hatta acı getirir. Tüm tufan anlatılarındaki Nuh (Ziusudra, Utnapiştim, Hint geleneğindeki Manu vb.), alıştığı tüm çevreden, tanıdığı, bildiği ve elbette büyük olasılıkla sevdiği insanlardan (hatta kendi oğlundan) ayrılır ve onları bir daha görmeyeceğini bilir. Ona rağmen geri dönüş yoktur. Bu yola bir kez çıkıldı mı sonuna kadar gidilecektir. Geriye dönüp bakmamak gerekir ki zaten bakılsa da faydası yoktur.
GAYBA DOĞRU…
Yeni bir hayata başlamak, konfor alanından çıkmayı gerektirir. Bu, hiç şüphe yok ki korku verici bir şeydir. Ancak en cesurlar bu yola girerler zaten. Konfor alanından çıkmak, bilinmeze girmektir. Zaten bizim geleneğimizde de “gayb yani kayıp” olarak geçen “bilinmez”, korkutucudur. İnsan, bilmediğinden korkar. Ve konfor alanından çıkmak, sonrasında yaşanacakları bilememekten daha ürkütücü ne vardır ki bizler için?
ATAMA MİNNET
Bildiğimiz her şeyi geride bırakmak, üstelik çoğunlukla kendi irademiz ve kontrolümüz dışında olan hadiseler sonucu bunu yaşamak hiç kolay iş değil. Konfor alanından çıkıp bilinmeyene dalmak, dalmak zorunda kalmak ciddi anlamda kör ve deli bir cesaret gerektiriyor. Herkesin ve her toplumun “tufanı”, kendisine göre şekilleniyor.
Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki işgal, Anadolu’nun tufanı değil miydi? Osmanlı karış karış paylaşılırken Anadolu halkı, üzerine dalga dalga gelen işgal orduları karşısında bir yok oluşa gittiklerini bilmiyorlar mıydı? İşte bu anlamda Mustafa Kemal Atatürk, bu toprakların Nuh’u, Cumhuriyet de bizim “gemimiz” olmadı mı?
“ALAMANCILAR”
Doğduğundan beri dışına çıkmadığı köyü terk edip mesela Almanya’ya çalışmaya, sevdiği kızla evlenebilmek için ihtiyaç duyduğu parayı biriktirmeye giden köylü delikanlı, kendi tufanının yaşamadı mı? Dil bilmez, yol bilmez bir halde, kendisininkinden tamamen farklı bir kültüre adım atarken korkmuyor muydu? Yıllar sonra biriktirdiği Alman Marklarıyla Türkiye’ye Mercedes’iyle dönüp daireler, evler, arsalar alırken, “Vay be, Alamancıya bak, nasıl da çalımla saçıyor parasını!” diyenler çok oldu. Oysa bu lafları edenler konfor alanlarından bir metre dahi ayrılmamışken, o, tufanı yaşamış, bilinmeze dalmış, kan ter içinde “Alaman” fabrikalarında kuruş kuruş biriktirmişti parasını.
KOLOMB’UN GEMİLERİ
Kristof Kolomb, 1492’de batıya yelken açarken, onun mürettebatındaki denizcilerin çoğu hâlâ denizin bitebileceğine, kenarından boşluğa ve muhtemelen cehenneme düşülebileceğine inanıyordu. Ama yeni bir hayat için (ve tabii para için) kedi tufanlarını yaşayıp bindiler o üç gemiden birine. Yol uzadıkça korkuları arttı ama devam ettiler. Zaten devam etmeme şansları da yoktu ya.
HEKİMLERİN KURTARICILIĞI
Son asrın tufanı olarak kabul edilebilecek korona virüsü ortaya çıktığında, hepimiz bilim kurgu filmlerindeki gibi maskelerle dolaşmaya, sevdiklerimizi kaybetmeye başladığımızda, işyerleri birer birer kapılarına kilit vururken, sanatçılar, esnaf ve milyonlarca insan yiyecek ekmek bulamıyorken hekimler çıkmadılar mı kendi konfor alanlarından? Hayatları pahasına çıkmadılar mı? Sonra, yeni bir Nuh figürü olan, gurur duyduğumuz bilim insanları, aylarca uyumadan çalışarak insanlığın yeni kurtuluş gemisi olan aşıyı bulmadılar mı?
HERKESİN KENDİ DENEYİMİ VAR
Bir kapı kapanır, başka bir kapı açılır. Foto Dima Pechurin - Unsplash
Hepimiz kendi hayat deneyimlerimizden, kendi tufanımızı fark edebiliriz. Açtığımız beyaz sayfaları görebilir veya yeni bir sayfa açmak istediğimiz halde bir türlü atamadığımız o cesur adımı atmaya karar verebiliriz. Bazen pek çok şeyi arkada bırakmanın çok daha iyi sonuçlara götüreceği, yaşanmış deneyimlerle kesindir. Eskilerin çok sık söylediği bir sözü, gençliğimde kulak arkası ederdim ama yaşadıkça gördüm ki meğer ne doğruymuş: “Allah bir kapıyı kaparsa, başka bir kapıyı açar.” Kapının kapandığını görmek ve dışarı doğru bir adım atmak yeterlidir açılan yenilerinin ötesine geçebilmek için. Göremeyenler, aynı kapının ardında debelenip dururular.
RUH TUFANLARIMIZ
Kolay değildir yepyeni, bembeyaz bir sayfa açmak. Fedakârlık gerektirir. Korkutucudur. Ne olacağı belli değildir, nasıl olacağı belli değildir, olup olmayacağı belli değildir, vazgeçmek an meselesidir ama vazgeçilirse her şeyden vazgeçilmiş olur, her şey ya eskisi gibi kalır ya daha kötüye döner. Yeni bir sayfa açmak kolay iş değildir. En cesurlar açabilir onu ancak. Bu yolculuğa çıkmak sarsıcıdır. İnsanın ruhunu sarsar. Bu yüzden her insanın Nuh Tufanı, aslında kendisinin “ruh tufanı”dır. Yepyeni dünyalara yelken açabilenlere selam olsun.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
CUMARTESİ ISINIYOR, PAZAR SOĞUYORUZ
Bugün (Cuma) ve yarın esecek lodos yoğunluklu rüzgâr, iki gün boyunca havanın ılımasını sağlayacak ama pazar günü kuvvetli denebilecek bir poyraz keyfimizi yine bölecek gibi görünüyor. Yağış beklenmiyor şimdilik. Ama bana sorarsanız cumartesi günkü ılık ve açık havanın tadı çıkartılmak, nefes almak, biraz da güneşin bize kazandıracağı D vitamininden faydalanmak için açık ortamları tercih etmekte yarar var. Kapalı havalarda zaten tıkılıyoruz AVM’lere, böyle güzel havada ne gerek var değil mi efendim? Kalın sağlıcakla.
Paylaş