Paylaş
Daha önce bu sütunda, 85 metrelik yatında “çılgın partiler” düzenleyen Suudi Prens Nevaf el-Suud’u eleştirmiştim. (14 Temmuz)
Prens Velid ise gerçekten çok farklı. Hürriyet Pazar’da arkadaşımız Savaş Özbey’in kendisiyle yaptığı mükemmel röportajı kaçırdıysanız mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
İSLAM VE MODERNİTE
Prens Velid, İslam düşüncesinde tarih içinde yerleşmiş önemli siyasi ve hukuki kavramları tartışmaya açıyor, onlara modern içerikler kazandırmaya çalışıyor.
Peygamberimiz zamanına referans yaparak modern kadın-erkek eşitliğini savunuyor... Kurduğu vakfın 12 yöneticisi kadın, amacı da cinsiyet eşitliği...
Prens Velid İslam’daki “şûra” (danışma) kavramını, bizim Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler gibi modern demokrasi ve parlamento anlamında kullanıyor... Suudi kadınlarına yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkının tanınmasında Prens Velid’in çok etkisi olmuştur.
Prens Velid “Ben iş için yaratılmışım” derken modern bir “businessman” tipini ortaya koyuyor... Nihayet, “İlerici İslam” kavramını savunuyor.
TÜRKİYE’NİN AŞAMALARI
Sayın Prens, Türkiye’yi “İslam ve demokrasinin bir arada yaşayabileceğinin en somut göstergesi” olarak niteliyor.
Türkiye’nin yüz elli yıllık bir birikimi var.
Namık Kemal, Ebuzziya Tevfik ve Ali Suavi gibi aydınlar İslam’daki “şûra” kavramına parlamento ve meşrutiyet anlamını verdiler, kuvvetler ayrılığı ilkesini savundular. “Hâkimiyet milletindir” düşüncesi bizde onlarla yola çıktı.
Kadın-erkek eşitliği yönündeki ilk usul yasasını Abdülhamid çıkardı, İttihatçılar geliştirdi.
Miras, kişilik, seçme ve seçilme haklarında tam eşitliği Atatürk gerçekleştirdi.
Bugün hâlâ “kadının statüsü” konusunda ciddi sorunlarımız var, demokrasimizde ise otorite dozu yüksektir.
Tabii zaman ileriye doğru akacaktır.
Otuz yıl önce bir Suudi Prens’in bunları söylemesi hayal bile edilemezdi. Batı’yla ilişkiler ve modern eğitim zihinlere modern siyasi ve hukuki kavramların da yerleşmesini sağlıyor. Sayın Prens Velid’in sözleri “öncü ifadeler”dir.
İSLAM’DA ŞÛRA VE İSTİŞARE
İslam’da hepsi aynı kökten gelen “şûra, istişare, meşveret” kelimeleri “danışma” ve “danışma heyeti” anlamındadır.
Bu kavramlar AK Parti bünyesinde de çok kullanılır.
Fakat kimlere danışılacağı, böyle bir kurulun üyelerinin nasıl seçileceği, yetkilerinin ne olacağı konularını, Kuran düzenlememiş, insanlara bırakmıştır.
Zaten çağlara göre rejimler değişiyor.
Olgun halifelerden sonra hükümdarlar, otoriteleri güçlendikçe sözlerinden çıkmayacak ve zaten kendilerinin emri altındaki insanlarla “istişare” ettiler.
Cevdet Paşa, Muaviye’nin nasıl “istişare” ettiğini ya da “şûra” oluşturduğunu şöyle anlatır:
“Sahabe fıkıhçıları [hukukçular] tükenmiş olup diğer ileri gelenlerin çoğu Kuran hükümlerine vâkıf olmadığından Muaviye’nin hatalarını fark ve temyiz edemezlerdi. Vâkıf olanlar da ağız açamazlardı.”
Şunu önemle belirtmeliyim: Demokrasiyi benimsetmek için “şûra” benzetmesi yararlı olabilir. Fakat demokraside seçilmiş parlamento danışma meclisi durumuna düşürülemez. İktidarların danışmanları karar yetkisine sahip olamazlar, sadece fikirlerini söylerler. Demokraside insanları “ağzını açamayacak” hale getiren güç tekelleri olamaz. Çekinmeden eleştiri ve muhalefet yapılması için fikir ve ifade özgürlüğü üstün bir normdur.
Sayın Prens’i “öncü fikirler”i için kutluyorum, daha “ileri” aşamalar için başarılar diliyorum.
NOT: Mel’un IŞİD’in Gaziantep’teki canavarca katliamını şiddetle protesto ediyorum, Gaziantep şehitlerini rahmetle anıyorum. Bir hafta izne çıkıyorum, haftaya görüşmek üzere.
Paylaş