Paylaş
Türkiye 1930’lar ve 1940’lardaki “parti devleti” dönemi hariç ilk defa başkanlık sisteminde böyle bir uygulamaya giriyor.
Celal Bayar parlamenter sistemde partiliydi, maalesef partizan davranmıştı.
Parlamenter sisteme ve “partisiz-hakem cumhurbaşkanı” fikrine inanan bir hukukçu olarak belirteyim ki, başkanlık sistemlerinde cumhurbaşkanının partili olması normaldir, sistemin mantığına uygundur.
Başkanlık sistemlerinde kritik konu, başkanla partisinin ilişkisinin nasıl olacağıdır...
AMERİKA’DA NASIL?
Cumhurbaşkanı hem Türkiye Cumhuriyeti devletini hem milletin bütünlüğünü temsil eder. Bundan dolayıdır ki onun itibarı ve saygınlığı kanunlarda özel hükümlerle korunur. Başbakan hakkında söylendiğinde suç olmayan bir ifade, cumhurbaşkanına söylenirse suç olabilir.
Bu sıfatlara sahip cumhurbaşkanının aynı zamanda parti lideri olması, partisiyle ilişkilerini daha hassas hale getiriyor. Bu ilişkiler sanırım önümüzdeki yıllarda yoğun tartışmalara konu olacak.
Amerika’da başkan partilidir, partisiyle ilişkisi “gevşek”tir, bir senatörün bile seçilmesini etkileyemez. Burhan Kuzu “Başkanlık Sistemi” adlı kitabında Amerika’da sistemin bu sayede başarılı olduğunu, halbuki başkanların partilerine hükmettiği Latin Amerika’da başarısız olduğunu anlatır. (s. 42-59)
Lider kültürünün çok güçlü olduğu Türkiye’de liberal Amerikan sistemi hayaldir.
Fransa daha ilginç bir tecrübedir.
FRANSA TECRÜBESİ
Fransa tarihçiliği konusunda önde gelen isimlerden Sudhir Hazareeesingh’in Financial Times’ta bir yazısı çıktı. Jakobenizmin Fransız tarihindeki etkileri üzerine bir numaralı tarihçi olduğu için hemen okudum.
Sağdan General De Gaulle’ün, soldan Mitterand’ın çok kuvvetli siyasi şahsiyetler oldukları halde cumhurbaşkanlığını parti liderliğinin üstünde tuttuklarını yazıyor. Chirac bunu bir ölçüde başarmış.
Hazareesingh, “partisinin üstünde duran cumhurbaşkanları” diyor.
Fakat sonra gelenler, özellikle Sarkozy ile “partizanlık” ağır basmış, Holland’ın zayıf hali makamın aşınmasını hızlandırmış.
Fransa seçimlerinden önce çıkan yazısında Hazareesingh bu gidişe tepki olarak “bireysel” özellikleriyle dikkat çeken, partisiz adayların yükselmekte olduğunu yazıyordu. (FT, 21 Nisan)
Evet, partisi olmayan ve “kişiliğiyle” ilgi toplayan Macron kazandı. Aşırı sağa karşı “kurulu düzen” de onu destekledi.
DEVLET KURUMLARI
Türkiye açısından temel soru şudur: Milli bütünlük ve teröre karşı güvenlik gibi ciddi sorunları bulunan ülkemizde devlet kurumları hukuki ve rasyonel işlevlerini nasıl başarıyla icra edebilirler?
Burada “hukuki” ve “rasyonel” kavramları hayatidir; parlamenter veya başkanlık sistemi olmasından daha önemlidir.
Madem az farkla da olsa sistem değişti; “milletin birliğini” temsil eden “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı”nın partili de olsa, partiler üstü saygınlığa ve işleve sahip olması gerekir.
Yapacağı atamaların partizan değil liyakat öncelikli olacağına, devletin partiler üstü temsiline özen göstereceğine dair kamuoyunda kanaat geliştikçe bu başarılabilir.
De Gaulle ve Mitterand gibi...
Ama hepimizin cumhurbaşkanı olmakla, AK Partililerin genel başkanı olmak birbirine karışıp ayırt edilemez hale geldikçe, korkarım, ülkemizde gergin tartışmalar bitmeyecektir.
En vahimi, öyle bir tablonun “hepimiz aynı devletin vatandaşlarıyız” kültürünü zayıflatması olur. Halbuki milli birliğimizin geleceği bu aidiyet duygusunun güçlenmesine bağlıdır.
Paylaş