Bu bir politikacı değil, evvela bunu belirteyim.
Zaten politikaya aşırı düşkünlüğümüzün, her konuyu politize edip kavgaya tutuşmamızın azgelişmişlik göstergelerinden biri olduğu kanaatindeyim.
Bugün alkışlayacağım kişi bir felsefeci.
Nasıl alkışlamam ki?
Daha geriye gitmeyeceğim, Voltaire’in Batı düşüncesinde çok büyük etkileri olan “Felsefe Sözlüğü” 1764 yılında yayınlanmış. Fransız İhtilali’nden çeyrek asır önce...
Türkçede kitap halinde yayınlanan ilk felsefe sözlüğünün tarihi nedir? Cevdet Paşa’nın gramerini saymazsak, Rıza Tevfik’in “Mufassal Kamus-ı Felsefe” adlı kitabının yayın tarihi olan 1914.
Voltaire’den sonra, 150 yıl gecikerek!
İnsani facialar daha da büyüyor.
Dün Ankara’da Şansölye Merkel, Rusya’nın Suriye’deki davranışını şu sözlerle tanımladı:
“Binlerce kişi Rus bombardımanına maruz kalıyor. Binlerce insan acı içinde kıvranıyor.”
Görülüyor ki Rusya Suriye’de IŞİD’i değil “binlerce insanı” bombalıyor, öldürüyor, göçe zorluyor. Bu sadece Türkiye’nin iddiası değildir; Merkel’in de tanıklığıyla tescil edilmiş bir gerçektir.
Putin Suriye’de niye “binlerce insana” bunu yapıyor?
Suriye’de Putin-Esad ikilisine sağlam zemin oluşturacak bir demografi yaratmak için!
Uluslararası hukukta da siyaset biliminde de bunun adı “etnik temizlik”tir.
Şu iki faktörün ağırlaşması Türkiye’yi daha büyük zorlukların beklediğini gösteriyor:
Artık Suriye demek aynı zamanda Rusya demektir. Putin, hastası olduğu güç gösterisini Türkiye üzerinden yapıyor. Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin tezlerinin önünde artık bir de Rusya engeli var.
Türkiye PKK ile içeride mücadele ederken, onun Suriye’deki kolu olan PYD’yi hem Amerika hem Rusya destekliyor. Türkiye bu sorunu müttefiklerine bile anlatamıyorsa, Türkiye’nin diplomasi eli zayıf kalıyor demektir.
Suriye yangını büyüdükçe bu iki sorunumuz da büyüyecek maalesef.
Hepimizin yardımcı olması gerekir. Destekleyerek, uyararak ve hataları eleştirerek tabii. Hatalar diyorum çünkü kararı veren ve uygulayan iktidar tarafından bakınca görülmeyenler, başka açılardan bakıldığında görülebilir.
Olguların farklı yönlerini görebilmek için farklı açılardan bakışların olması sadece demokrasinin değil bilimin de gereğidir.
İktidar en sert eleştirileri bile düşmanlık gibi görmekten vazgeçmeli, bunları ‘sorun nedir’ diyerek okumalıdır.
ORTAK TARİH
Elimde bir “Türk Tipi Başkanlık Sistemi Raporu” var. Kütahya’da Küresel Araştırma ve Düşünce Merkezi adlı sivil toplum kuruluşu tarafından yayınlanmıştı; sağ olsunlar bana da gönderdiler.
Elbette herkes görüşünü açıklayacak, bunda hiçbir sorun yok.
Benim bugünkü konum, daha önemli bulduğum başka bir sorunumuzdur.
‘BİN YILLIK TARİH’
Raporun “Takdim” bölümünde şöyle deniliyor:
Tartışılan ‘fetva’ konusunda yapılan yayınlara inandırıcı cevaplar vermiş.
PKK’nın din istismarı yaptığını anlatmış; ben bunun üzerinde duracağım.
Peygamber Efendimizin “Hendek Savaşı” denilen savunma savaşı biliniyor. PKK bölgede “Hendek kazmak sünnettir” diye propaganda yapıyormuş! “Klasik medreselerde sadece birkaç gramer kitabı okumuş cahil insanların başına sarık sararak” bu tür propagandalar yaptırıyormuş.
Konu sadece terörle mücadele bakımından değil, dini duyguların nasıl istismar edildiğini görmek bakamından da çok önemli.
Abdullah Öcalan’ın talimatıyla 10 Mayıs 2014’te Diyarbakır’da “Demokratik İslam Kongresi” yapılmıştı. Kuran okunarak açılan kongrede “çok dillilik, çok kimliklilik, demokratik özerklik” gibi kavramlarla bazı Kuran ayetlerini irtibatlandıran konuşmalar yapılmıştı.
7 Haziran seçimlerinden önce Kandil’de en kanlı terör şeflerinden Cemil Bayık, “Peygamber’in Medine Sözleşmesi’ni Önder Apo’nun uygulamaya koyduğunu, PKK’nın bu Peygamber geleneğini sürdürdüğünü” söyleyen açıklamalarla HDP’ye oy istemişti. (25 Mayıs 2015)
‘MEDİNE SÖZLEŞMESİ’
Siyaset biliminde aşırı “kutuplaşma” ya da “bölünmüş toplumlar” deniliyor.
Böyle toplumlarda anayasa yapmanın zor olduğunu, hatta anayasa üzerine çatışmaların kutuplaşma ya da bölünmeleri keskinleştirebileceğini gösteren birçok akademik araştırma vardır. Fakat konum bu değil.
Bugünkü konum, zihinlerimizin ideoloji ve alt kimlikler olarak, ruhlarımızın da sevgisizlik olarak kutuplaşması sorunudur. Belki de en büyük sorunumuz.
GÜVENSİZLİK SORUNU
Arkadaşımız İpek Yezdani’nin haberini okumuşsunuzdur. Amerika’daki German Marshall Fund’un desteğiyle yapılan araştırmaya göre, yüzde 76’mız farklı siyasi partilerden insanlarla komşu olmak istemiyor.
Türkiye’nin en zengin şahsi arşivine sahip olan tarihçi Mehmet Alkan bu konuda bilgi verdi, plaktan Karabekir’in marşını da dinledik.
Ben Karabekir’in de başkalarının da İstiklal Marşı’na yönelttiği eleştirileri haksız bulurum. Fakat eleştirmesi Kazım Karabekir’in diğer alanlardaki büyüklüğünü küçültmez. Karabekir gibi bir Milli Mücadele kahramanı tarafından eleştirilmek de İstiklal Marşı’nın üzerine bir toz zerresi düşürmez.
Kazım Karabekir’in kendisi bir güfte yazmış, askeri yürüyüş marşı gibi bir besteyi de kendisi yapmıştı. Kendi eserini daha fazla beğenmesi insani bir duygudur.
İLGİ GÖRMEDİ
Karabekir’in “Günlükler”indeki 31 Mayıs 1922 günlü nottan anlıyoruz ki, bu şiiri yazmaya bu tarihte karar vermiş. Sonra temmuz ayında Başbakan Rauf Bey’e göndermiş ve İstiklal Marşı olarak düşünülmesini teklif etmiş.