Hatta keşke uçak krizi daha erken bitirilseydi. Neticede Erdoğan da Putin de “pragmatik” davrandılar, kriz döneminin meydan okuma üslubunu terk ederek iki ülke arasında yeniden bir işbirliği dönemini açtılar.
Çağımızı okumak açısından tipik bir derstir Türk-Rus ilişkileri.
RUSYA VE KATAR
Rusya şüphesiz bir dev. Toplam milli geliri enerji sayesinde 1 trilyon doları aşan tek komşumuz. ABD’den sonra dünyanın ikinci askeri gücü... Putin iktisadi krize rağmen 2015 yılında askeri modernizasyon ve silahlanmaya 81 milyar dolar yatırdı; 2020 yılına kadar 500 milyar doları bulacak!
Türkiye, Rus uçağının düşürülmesinden sonra savunma ihtiyacıyla NATO’ya başvurmuştu. Putin öfkeli bir dille “Türkiye uçağımızı düşürdükten sonra Rusya ile hemen temasa geçmesi gerekirken NATO’ya başvurdu” diye tepki göstermişti. (24 Kasım 2015)
Putin on gün sonra da şunları söylemişti:
“Domates ya da inşaat sektöründeki bazı sınırlamalarla kalacağımızı sanıyorlarsa fena halde yanılıyorlar. Yaptıklarından dolayı defalarca pişman edeceğiz... Rusya’nın Türkiye ile yakın gelecekte ilişkilerinin normalleşmesi de mümkün görünmüyor.” (3 Aralık 2015)
Putin AK Parti iktidarını IŞİD’i desteklemekle de suçlamıştı.
15 Temmuz darbesine karşı verdiğimiz 240 şehidin, 173’ü sivil halktan insanlardı, darbeye karşı halk fiilen direnmişti. Aynı ruh dün Türkiye’de meydanları doldurdu.
Tarihimizde ilk defa darbeye karşı böylesi muazzam bir halk direnişi oldu. Bundan sonra darbeye yeltenenler olursa karşılarına milyonların dikileceğini bileceklerdir, akıbetlerine katlanacaklardır.
FETÖ FAKTÖRÜ
Tarihimizdeki diğer bir ilk, eski yeniçeri isyanlarından, 31 Mart’taki alaylı asker ayaklanmasından, Cumhuriyet devrindeki darbelerden farklı olarak, mistik duygulara dayalı bir örgütlenmenin ordudaki uzantılarıyla askeri darbe yapmaya kalkışmasıdır.
Bu yönde ümit veren işaretler var. İşte hem toplumdaki dini yapılanmalar hem çatışmacı siyasi tavırlar gözden geçiriliyor.
OHAL döneminde bile hukuka uygunluk gerektiği ifade ediliyor.
TARİKATLAR, CEMAATLER
Prof. Ali Bardakoğlu hocamızın eleştiri ve uyarıları öteden beri biliniyor, dün akşam CNN Türk’te de anlattı.
Gülen hareketinin “darbeci, hain, din istismarcısı, Truva atı, sahte mesih hareketi” olduğu ve “takiyyeci davanışlarının İslam’la alakasının olmadığı” ifade edildi.Doğrusu ben daha ‘derinlikli’ tahliller bekliyordum. Generalinden profesörüne bu hareketin bu kadar taraftar bulabilmesini sağlayan bir kültürel zemin var: Bağımsız düşünme ve davranma yerine birilerine bağlanarak düşünme ve davranma kültürü!
İslam’da bağımsız düşüncenin ve irade hürriyetinin vurgusu yapılsın isterdim fakat sanırım öncelikle kitlelerin uyarılması amaçlandığı için böyle konulara pek girilmedi.
Din kültürümüzdeki sorunlar açısından, sonuç bildirisinde işaret edilen bir paragrafa dikkat çekmek istiyorum.
OTORİTER ANLAYIŞ
Vahşi bir darbeyi püskürtmüş bir ülke olarak Batı’dan hakkımız olan takdiri beklerken, eleştiriler geliyor.
Türkiye’nin derdini Batı’ya anlatmasına ihtiyacı varsa, bunun dilini ve kanallarını bulmak da Türkiye’ye düşer. Bunun dili ve yolu medya mesajlarıyla atışmak olmasa gerek.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thornbjorn Jagland’ın Türkiye’ye gelerek temaslarda bulunması ve yaptığı açıklamalar Batı’ya derdimizi nasıl anlatabileceğimiz konusunda iyi bir örnektir.
JAGLAND’IN SÖZLERİ
Zamanın Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ı tasfiye etmek için Cemaat’in isteğiyle uydurma iddianame düzenlediğini itiraf ediyor.
Peki, Cemaat adına bu kumpası isteyen kim? İsteyen,Cemaat’e mensup bir yargıç! Org. Büyükanıt’ı ve diğer iki generali bir kitabevi bombalattırmakla suçlayan bir kumpas...
O zaman Sarıkaya’nın bu iddianamesine “iddia bile denilemeyeceğini” yazmış ve eleştirmiştim. (Milliyet, 8 Mart 2006)
Fakat birçok hukukçu gibi ben de bunu mesleki hata sanmıştım, “kumpas”ı görmemiştik.
Yüz elli yıllık modernleşme tarihimizde bu vahim sorun yine gündemimizde. Hükümet sivil otoriteyi güçlendirmek için OHAL kararnameleriyle düzenlemeler yapıyor. Bunların en önemlisi, kuvvet komutanlarının Milli Savunma Bakanı’na bağlanmasıdır. Genelkurmay Başkanı ise halen Başbakan’a bağlıdır; belli ki uzlaşma olursa Cumhurbaşkanı’na bağlanacak.
Dahası, Cumhurbaşkanı ve Başbakan ordu hiyerarşisini aşarak birlik komutanlarına emir verebilecek.
Böyle bir düzenlemenin orduda olması gereken emir-komuta bütünlüğünü bozabileceği, orduya siyaset sokabileceği şeklinde emekli Amiral Cem Gürdeniz ve emekli General Ahmet Yavuz gibi uzmanların eleştiri ve uyarıları son derece önemlidir.
CHP Lideri Kılıçdaroğlu da haklı eleştirilerde bulundu. Başbakan Binali Yıldırım’ın hassasiyet göstererek muhalefet liderleriyle görüşmesi sağlıklı düzenlemelere yönelmek bakımından umut vericidir.