Mesela bütçe üzerindeki denetim eksikliği.
İran’da tutuculukla reformculuk arasındaki müzmin gerilimin toplumsal protestolara dönüşmesinde bütçe denetimiyle ilgili sorunlar bardağı taşıran son damla oldu.
ŞEFFAFLIK VE DENETİM
Cumhurbaşkanı Ruhani 2017 seçimlerini yüzde 59 oyla kazandığında “radikalizm kaybetti, itidal kazandı” diye konuşmuştu.
Aşırılıktan uzak, reformist ve “itidal” yanlısı Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 10 Aralık’ta İran Meclisi’ne 2018 bütçesini sunmuştu. “Şeffaflık” ve “halkın denetim hakkı” kavramlarına vurgu yapan Ruhani, ‘Devrim Muhafızları’nın bütçedeki paylarının İran ordusundan 3 kat büyük olduğunu açıkladı!
Ayetullahlar ve Müçtehitler yönetimindeki dini vakıfların bütçeden aldığı payı sınırlamak isteyen Ruhani, 2016’da bu vakıfların gelirlerine vergi koymuştu.
Anlaşılan, dini vakıflar konusunda bizde Sultan II. Mahmud’un yaptığı reformun çok yumuşağını 21. yüzyılda yapmak istiyordu.
Ruhani, Tahran Üniversitesi’ne 22 milyon dolar verilirken,
Sonra sıra nerede?
Bu sorulara cevap niteliğinde hazır önyargılarımız olabilir fakat ‘analitik’ mantıkla bakmalıyız.
İKİ FARKLI SOSYOLOJİ
2013 Haziran’ında cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan reformist Ruhani 3 Ağustos’ta görevi devralma töreninde şöyle konuşmuştu:
İran diğer Ortadoğu ülkeleri gibi klasik diktatörlük değildir, özgürlükçü demokrasi de değildir.
Seçimler yapılır fakat ağır bir teokratik vesayet vardır.
İRAN NOTLARI
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le Şubat 2011’de İran’a gitmiştik. Dini Lider Hamaney’le görüşen Gül “Bütün İslam dünyasında meşruiyetin temeli halk idaresi olmalıdır”diye vurgulamıştı. (Milliyet, 16 Şubat 2011)
Aynı günkü yazımda ben de “İran’da patlamaya hazır bir toplum görüntüsü yok” tespitini yapmış fakat özgürlük taleplerini yansıtan muhalefetin güçlendiğini ve baskı altında tutulduğunu anlatarak şöyle yazmıştım:
“İran demokratikleşerek muhalefete sistem içinde yer vermezse, gerilim zamanla çok artar ve nereye varır bilinmez.”
Altı yıl geçti, işte toplumsal patlamalar başladı. Bu defa protestolar 2009’dakilerden daha içerikli, hatta radikal!
Yine bastırabilirler ancak özgürlük taleplerinin giderek daha da güçlenmesini önleyemezler.
Işıklandırmalar ve hediyeleşmeler “yaşama sevinci” duygusu veriyor, onun için seviyorum.
Sadece cadde, meydan ve vitrin ışıkları değil... Dikkat ettiniz mi, artık bürolarda, işyerlerinde insanlar masalarına yahut çalıştıkları bölümlere yaldızlı kâğıtlardan ufak kutular ve küçük ışık demetleri koyuyorlar.
Niye?.. Stresten kurtulup yaşama sevincini daha bir hissetmek için.
Maddesi değil, anlamı önemli olan hediyeler her zaman dostlukları güçlendirir.
Hele de çocukları sevindirmek, onların mutluluğunu görmek...
ESKİ ZAMANLARDA
Bugünlerde “Türk’ün Ateşle İmtihanı” belgeselini genişletip kitap haline getirmeye çalışıyorum. Meclis zabıtları arasında dolaşırken, Kazım Karabekir Paşa’nın 1 Ocak 1921’de Erzurum’dan Büyük Millet Meclisi’ne gönderdiği telgrafa rastladım; aynı gün Meclis kürsüsünden okunmuş:
“İdrakiyle mübahi (övünçlü) olduğumuz yeni senenin millet ve memleketimiz için hayırlı olması duasına terdifen (beraber) tebriklerimi arz eylerim.”
Fakat demokrasi, temel hak ve hürriyetler, adil yargılanma hakkı, kuvvetler ayrılığı gibi konularda ne yapacağız?
- Bu konularda evrensel değerleri esas alacaksak bunun referans metinleri bellidir: BM Evrensel İnsan Hakları Bildirisi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, yargı alanında AİHM kararları...
Bunlara vücut veren büyük felsefi düşünceler.
- Yok, bu konularda da ‘millî ve yerli’ olacaksak demokrasi, temel hak ve hürriyetler, adil yargılanma hakkı, kuvvetler ayrılığı gibi kavramları hangi ana hukuk metinlerine göre tanımlayacağız?
Nasıl bir belirsizliğe, keyfiliğe sürükleniriz, çok açık değil mi?
EVRENSEL HUKUK
Türkiye aslında tercihini yapmıştır; tarihi gelişiminden başka, bağlayıcı hukuki metinler olan çeşitli insan hakları belgelerini ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamıştır.
Dahası, AK Parti’nin reformist olduğu dönemde, 2004 yılında Anayasa’nın 90. maddesine bir bent eklenerek
AK Parti iktidarı da bu sarmala girdi.
Meclis denetimi, Sayıştay denetimi, yargı denetimi, kamuoyu denetimi, hangisi olursa olsun kısıtlıyor. KHK’lar üzerinde olması gereken Meclis denetimini engellemesi bunun en canlı örneğidir.
CHP’li Levent Gök söylemişti; bugüne kadar çıkarılan 30 adet OHAL Kanun Hükmünde Kararname’sinden sadece 5’i Meclis’te görüşülebilmiş. Bunlar Meclis’ten geçince “kanun” haline geliyor, Anayasa Mahkemesi’ne götürülüyor.
Fakat AYM hâlâ bu dosyalara bakmadı!
Öbür 25 KHK ise Meclis denetimine sunulmadan uygulanıyor.
MECLİS DENETİMİ
Anayasa’ya göre OHAL kararnameleri Resmi Gazete’de yayınlandığı gün Meclis’e sunulur. (mad.121)
Meclis İçtüzüğü’ne göre bu kararnameler
Dünyada da hukuk sadece hukukçuların çabasıyla değil, acı tecrübelerle insanların hukuka ihtiyaç duymasıyla evrimleşti.
Hukuk bilinci daima “güçlü”ye karşı güçsüzün hak ve hürriyetlerinin savunulmasıyla gelişir.
Onun için hukuk devleti dediğimizde anahtar “Kim?” değil “Nasıl?” sorusudur: Güçlü “kim” olursa olsun, hukuk konusundaki tavrı “nasıl” diye bakmalıyız.
HÜR İRADELİ MİLLETVEKİLİ
MHP’li Atila Kaya’nın çıkışı bu bakımdan çok iyi bir örnektir: Partili olduğu halde özgür iradesiyle konuşuyor.
Güç kimde olursa olsun davranışların “nasıl” olduğuna bakıyor.
Genç ülkücü olarak 12 Eylül’ün hapishanesinde “tek tip elbise” giydirilmiş olan Atila Kaya şöyle diyor:
“Biz ülkücüler olarak o dönem tek tip kıyafete ilk başta büyük tepki göstermedik. Ama tek tip elbiseyi ilk giydiğimiz zaman yarattığı psikoloji çok derin oldu... Getirilen tek tip elbise yeniden 12 Eylül uygulamalarına dönüştür.”
Meclis komisyonlarında incelenmeden, genel kurulda müzakere edilmeden ‘yazdım oldu’ usulüyle KHK’lar çıkarılıyor.
Son 696 sayılı KHK ile darbe ve terör eylemlerinin “bastırılmasına” katılan siviller hakkında cezasızlık düzenlemesi tipik bir örnektir. Madde o kadar kötü yazılmıştır ki, büyük tepki çekti, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ve parti sözcüsü Mahir Ünal “Sadece o gece ve devamı niteliğindeki 16 Temmuz sabahıyla ilgilidir” diye açıklama yapmak zorunda kaldı.
Hukuken bağlayıcı KHK metnine, hukuken bağlayıcı olmayan sözlü sınırlama! Hayret doğrusu...
DÖRT YANLIŞ
KHK ‘yazdım oldu’ refleksiyle hazırlandığı için “15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden” siviller hakkında soruşturma yapılmayacağı yazılmıştı. Şu belirsizliklere bakın:
- Bir: Kanunlarımızda “terör eylemi” diye bir tanım yoktur; bunun yerine darbeyle ilgili Ceza Kanunu maddeleri yazılmalıydı!
- İki: Madde darbe girişiminden başka ayrı kategori gibi “terör eylemleri”nden bahsediyor. Mahir Ünal ise buradaki “terör eylemi”nden kastın da darbe eylemleri olduğunu şifahen söylüyor!
- Üç: Maddede