Çünkü beslendiği sosyolojik ve kültürel kaynaklar var. Asıl sorun budur.
IŞİD ve benzerlerini “küresel güçlerin komplosu” gibi görmek onu bir mistisizm bulutu içinde adeta saklamaktadır; halbuki temelinde bulunan ‘sosyoloji’ye bakmak gerekir.
IŞİD’in Türkiye’ye saldırmasındaki sebep hükümetin dış politikasıdır diye düşünmek de bu sosyolojiyi görmemizi engeller. IŞİD, Ortadoğu ile coğrafi ve siyasi hiçbir ilişkisi olmayan Tunus’a da saldırmadı mı? Dış politikamızı eleştirirken rasyonel argümanlara dayanmak gerekir.
GELENEKTEN CİHATÇILIĞA
“Haberciler ne kadar özgür olursa, ülkenin demokrasisi de o denli güçlü olur. Fakat basın özgürlüğü hiçbir zaman sorumsuzluk olarak algılanmamalıdır. Aslolan halkın tarafsız ve doğru biçimde haber alabilmesinin sağlanmasıdır.”
Birinci cümleyi alkışlamak gerekir.
Basının “sorumsuz” davranmaması konusuna gelince... Elbette medyaya ve herkese sorumsuz davranışlardan sakınma uyarısı yapılabilir. Fakat bu kamu gücünü ve yargıyı devreye sokarak bir iktidar politikası haline getirildiğinde ciddi gerginlikler ortaya çıkıyor.
Evvela herhangi bir olayın “soykırım” sayılması için mahkeme kararı gerektiğini hükme bağlıyor.
İkincisi, parlamentoların böyle konularda yetkisiz olduğunu belirtiyor, kuvvetler ayrılığı ilkesini güçlendiriyor.
Üçüncüsü, çağımızda içtihatlarla gelişen evrensel hukuka önemli bir örnek teşkil ediyor.
OLAYIN PERDE ARKASI
Hatta bazen karamsarlık basıyor, biz ne zaman o düzeye ulaşacağız diye.
Dün Fransız Anayasa Konseyi, “Holokost” denilen Yahudi soykırımıyla ilgili bir karar verdi.
Yahudi soykırımını inkâr etmek, birçok ülke gibi Fransa’da da kanunen suç sayılıyor. Bir Fransız bunun iptali için başvurmuş. Gerekçesi şu: AİHM 1915 olaylarının soykırım olmadığını söylemeyi özgürlük saymıştı; “Holokost”un soykırım olmadığını söylemek de özgürlük sayılsın...
YARGI KARARI YOKSA
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suudi Arabistan’ın yaptığı idamları “ülkenin iç işi” olarak niteledi. Bu noktada akla birçok soru gelir:
Böyle ise Mısır’da henüz infaz edilmemiş idamlar ve İran’da infaz edilmiş olan idamlar da bu ülkelerin “iç işleri” değil midir?
Aslında temeldeki sorun, bu ülkelerde “hukuk devleti”nin olmamasıdır. “İdam cezası”nın yanlışlığı bir tarafa, bu üç devletteki idam kararlarının hukuki değil siyasi olduğu besbellidir ve asıl sorun budur.
İDAMLARA KARŞI TAVIR
Mısır’da idam kararlarını verdirten darbe rejimidir; İran ve Arabistan’da ise “mezhep”
Niye bunu yazıyorum? Önceki akşam Türk Kültürüne Hizmet Vakfı tarafından beş değerli isme 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül eliyle ödül verildi: Ahmet Yaşar Ocak, Alev Ebuzziya Siesbye, Ali Akyıldız, Mehmet Genç ve Selçuk Mülayim.
Ocak ile Genç’in diyebilirim ki bütün kitaplarını okudum. Daha önce Mehmet Genç hakkında yazmıştım.
Törende Vakıf Başkanı Şerafettin Yılmaz, vakfın son derece yoğun olan kültür çalışmalarını anlattı. Şimdi 15 cilt tutacak bir “Türk Kültür Envanteri” üzerinde çalışıyorlar. Yürekten kutluyorum tabii.
Abdullah Gül konuşmasında “Devletler ekonomik ve askeri olarak güçlü olabilirler ama neticede onu taçlandıran şey kültür, sanat ve bilim hayatındaki başarılardır” dedi. Türkiye’nin bölgesinde “yumuşak güç” olarak cazibe kazanması için “hukukun üstünlüğü”nü gerçekleştirmesi gerektiğini anlattı.
ÇEŞİTLİLİK, ZENGİNLİK
Ahmet Yaşar Ocak’ı okuyanlar, bugünkü anlatım kalıplarının aksine tarihimizdeki İslam inanç ve kültür çeşitliliğine hayret edebilirler. Rumeli fethinde büyük rolleri olan “derviş gazi”ler ‘heterodoks’ Müslümanlardı, yani Sünni deyince aklımıza gelenden farklı Müslümanlardı.
Dünyanın her tarafında muhalifler bu ilkelere daha çok önem verir.
Çünkü Anayasa Mahkemesi Başkanı Prof. Zühtü Arslan’ın “Anayasa Teorisi” adlı kitabında belirttiği gibi, bu ilkeler öncelikle iktidarları sınırlamak içindir.
Yerleşmiş demokrasilerde iktidar ve muhalefetin demokrasi anlayışlarında önemli farklar yoktur. AK Parti’nin 2001’deki programında da bu ilkeler vurgulanıyordu.
Madem normal bir şey, iktidar partisinin bu ilkeleri şimdi vurgulaması neden önemli?
Üslubu, genel bir tavsiyeden öteye, iktidar partisinin bu yönde hareket etmesi tarzındaydı:
“Meclis’te 160’ı aşkın dosyaları var. Bunlar gözden geçirildiği zaman neyi kapsıyor, masaya yatırılacak ve ona göre adım atılacaktır.”
İktidar partisinde ise bu yönde tespit edilmiş bir politika yoktu.