GÜZEL olan bu işte; partiler, bildirgelerle rekabete giriyor, verdikleri sözleri önceden ilan edip halkla sözleşme imzalıyorlar.
Sözleşmeye uyan oluyor, uymayan oluyor; ama yol açıldı daha iyisi de gelir.
Hakkını teslim etmeli, bu yolu 2011’den beri açan parti CHP oldu.
Seçmenden umduğu karşılığı göremese de diğer partileri bu yola çekti; 7 Haziran gibi 1 Kasım için de takip edilen parti haline geldi. Tamam, bildirgeler birbirine çok benzedi, pek heyecan yaratmadı.
Ama olsun, iktidarın da muhalefetten bir şeyler öğrendiğini ortaya koydu, dar gelirlinin pastadan daha fazla pay almasının yolunu açtı ya, bu da çok şey.
EN SOMUT ÖNERİ PASSOLİG
Star Grubu patronu ile gazetesine yapılan saldırıyı anımsattı, ‘O gün ne durumdaydılar’ sorusuyla Ahmet Hakan ve Hürriyet’i ima etti, ‘Şimdi yandım demesinler’ diye çok manidar bir çıkış yaptı.
O saldırıları kınamayan bir Hürriyet mensubu çıkmadığı için ‘Ne durumdaydılar’ sorusunun muhatabı olamazlar; ama açık ve net, Star Grubu’na saldıranları yakalamak devletin temel görevi, yönetenlerin boynunun borcudur.
İstanbul’un göbeğinde, güpegündüz, kameralarda kayıtlı, tanıkları ortada bir saldırının failleri altı haftadır yakalanmadıysa tam bir beceriksizlik var demektir.
Üstelik o günün Emniyet Müdürü bugünün İçişleri Bakanı ise.
ÇÖZÜM SÜRECİNİN BASKISI
ŞAŞKINLIKLA izliyoruz; 31 yıllık bir terör örgütüyle görüşmeye oturanlar, gerekli önlemleri almadan masadan kalkınca, yaşanan vahametin sorumluluğunu üstlenmek yerine, önüne geleni ‘PKK destekçisi’ ilan ederek sıyrılmaya çalışıyorlar.
Maalesef bununla, PKK’ya güç vehmettiklerini de göremiyorlar.
Oysa önce Oslo görüşmelerinde devlet temsilcisinin, PKK yöneticisine, kentlerde nerelere silah depoladıklarını bildiklerini söylediğini öğrendik.
Ülkeyi yönetenler geçen günlerde, PKK’nın çözüm sürecini bu yığınaklar için kullandığını itiraf edip uyuyan bombalar patlatılınca durumu biraz anladık.
GERÇEĞİ KABUL EDEMEMEK
2011 seçimi öncesinde Selahattin Demirtaş ile Hakkâri’yi gezmiş, birkaç yazı yazıp AKP’nin, bölgede kaybetmekte olduğuna dikkat çekmiştim.
Bunlar çok yazıldı, çok söylendi; ancak 13 yıldır ülkeyi tek başına istediği gibi yöneten AKP, gücün elinden çıkmaması için kumar gibi bir karar aldı.
Sanıyorlar ki seçmen 7 Haziran’da hata yaptı, 1 Kasım’da düzeltecek, kendilerini yeniden tek başına iktidar yapacak!
‘Oysa kazın ayağı hiç de öyle değil’ diyeceğiz de AKP yine dinlemeyecek bizi.
Çünkü gerçekçilikten tamamen uzaklaşmış, kendisi dışındaki herkesi, her kesimi, her kurumu ‘düşman’ gibi göstererek sonuç almaya çalışan bir AKP var artık.
AKP’nin, ‘Haydi Bismillah’ seçim şarkısı oldukça manidar.
Sanki 13 yıl iktidarda AKP yoktu, şimdi gelip yeni bir başlangıç yapacak.
Böyle olmadığına göre şarkıyı, geçmişin hatalarından, yanlışlarından, günahlarından arınma amacının işareti olarak görelim de umutlanalım.
Ancak yıllardır yaşananların ardından yeni başlangıçlar bu kadar kolay olmamalı.
Bakın Poyrazköy davasında da savcı beraat istedi; benzer sonuçlar Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk ve Oda TV davalarında da oldu.
Üstüne üstlük Anayasa Mahkemesi’nin de kapı gibi ‘Hak ihlali’ kararları var.
EY İNSANLIK NEREDESİN
MİLLETVEKİLİ aday listelerinde en büyük sürprizi AKP’de gördük.
AKP, 24 ‘üçdönemzedeyi’ yeniden listeye alarak, 7 Haziran’a bakıp doğru bir karar verdi, ama yeni bir itirafı da yapmış oldu.
‘Yeni itiraf’ derken, ‘PKK, çözüm sürecini kentlere patlayıcı stoklamak için kullandı’dan başlayıp ‘valilere operasyon yapmama talimatı hükümetten gitti’den çıksak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP kongresi ile aday listesine etki ve müdahalelerini de eklesek, öncekilerin sadece birkaçını saymış oluruz.
Yalnız bu noktada, hiç bıkmadan Anayasa’nın ‘TARAFSIZLIĞI’ başlığını taşıyan 101. maddesinin son fıkrasını yineleyelim:
“Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir...”
Bu çok önemli; çünkü Türkiye, anayasası olan bir hukuk devletiyse, o anayasaya ilk uyması gereken Cumhurbaşkanı’dır.
Yok, eğer anayasa buzdolabındaysa, hak, hukuk, özgürlük donuyor demektir.
AKP sözcüleri ülkeyi en iyi kendilerinin yönettiğini hep söyleyip durdu.
Oysa kendi itirafları ortaya koyuyor ki gerçek hiç de öyle değilmiş. Onlarca öyle örnek var ki acı faturalarını bütün ülke ödedi, ödüyor.
Tam 11 yıl sonra ilk büyük itiraf geldi; devletin içinde ‘paralel devlet’ kurulmuş, bunu yapanlar AKP kadrolarını ‘aldatmış’, ‘saflıklarından yararlanmış’!
Bu 11 yıllık saflık, ülkenin kurumlarının ele geçirilmesi, en önemli markası olan ordusuna kumpas kurulması, milyonları dinlenirken binlerce masum vatandaşının cezaevine atılması ile sonuçlandı.
Sanki, ‘Fırat kıyısında kurdun kaptığı kuzunun hesabı Hz. Ömer’den sorulmaz’ gibi aynı AKP kadroları, en azından susmak yerine çıkıp, “Cemaatlerle devlet yönetilmez, emri komutandan değil başka yerden alan subay olmaz” uyarısı yapmış olanları ‘paralel yapı işbirlikçisi’ diye suçlayabiliyor.
KARA MİZAH
AKP iktidara geldiğinde, kucağında Türkiye’nin asırlık iki sorununu buldu.
Biri etnik, diğeri din kökenli bu iki sorun, temelde devletin izlediği politikaların ürünüydü, halkın kendi arasında ciddi bir kavga hiç olmamıştı denebilir.
AKP, siyasal İslam’la Kürt siyasetinin önder isimlerini barındırdığı için iki soruna bakışta hem çok önemli hem de öncekilerinden çok farklı bir iktidardı.
Tayyip Erdoğan’ın etrafı Milli Görüş ve Kürt kökenli isimlerle doluydu. Bu özelliği ve ‘muhafazakâr demokrat’ söylemiyle AKP, geniş dindar kesimlerden en yüksek destek sağlarken, Kürt seçmenden de PKK çizgisindeki siyasi hareketlerden daha fazla oy alabildi, Güneydoğu’da yüzde 50’yi aşabildi.
ELİ GÜÇLÜYDÜ
Bu avantajları, iki sorunun da çözümünde AKP’nin elini güçlendiriyordu.