ZAMAN ne kadar da hızlı geçiyor...
Hürriyet EGE’nin 35’inci yıl özel sayısının yayımlanmasının üzerinden sadece beş yıl geçti ama bu sürede asırlar boyu görülmeyecek olaylar yaşadı dünyada, Türkiye’de ve İzmir’de…
Özel sayının 2019 Ekim’de yayımlanmasından sadece iki ay sonra, 30 Aralık’ta Kovid-19 virüsünün varlığı Çin’deki bir laboratuvarda tespit edildi.
Sonrası malum…
Tarihinin en büyük salgın hastalıklarından biriyle dünya büyük bir kaos yaşadı.
Öyle bir salgın ki 2020-2023 yılları arasında resmi rakamlara göre 7 milyon, Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminine göre 20 milyon kişi hayatını kaybetti.
Türkiye’de ise 100 binden fazla insanının virüs kurbanı olduğu resmi olarak açıklandı.
Pikajörler hangi haberin nerede olacağını gösteren sayfa planına göre özel bıçaklarıyla çıktıları sütunlar halinde kesip pikaj kartonunun üzerine yapıştırırdı. Öyle ustaydılar ki hızlı çalışmaktan parmakları görülmez, başlık, alt başlık, ara başlıkları kesip yapıştırıp, paragrafları, satırları bölerken harikalar yaratırlardı. Sonra sayfaların filmleri çekilir, oradan da montaj, kalıp, matbaa, baskı, dağıtım derken uzun bir zincirin halkaları tamamlanırdı.
UÇAK KAÇARSA YANDIN
İstanbul’da hazırlanan gazetelerin kalıpları uçakla İzmir, Ankara, Adana, Antalya, Trabzon gibi Türkiye’nin dört bir yanındaki matbaalara gönderilir, gazeteler basılıp dağıtıma çıkardı. Eğer uçak kaçarsa vay o gazetenin haline... Şimdiki gibi saat başı uçak olmadığından ertesi sabah satış yerlerine ulaşamaz, büyük bir okur kaybı ve zarar olurdu.
Bugün yukarıda anlattığım olayların hiçbiri yazılı basında yok. Bilgisayar ekranında hazırlanan sayfalar bir tuşla matbaaya ulaşıp baskıya hazır hale getirilebiliyor. Ne pikaj ustası kaldı, ne montajcı. Muhabir telefonunda yazıp fotoğraflarını çekip, hatta videolarını eklediği haberleri dakikalar içinde okura ulaştırabiliyor.
YAPAY ZEKA YAZIYOR
Oturduğumuz bina hiç el değmemiş gibi duruyordu ama çevresi çok değişmişti. Çaprazındaki bina otel olmuş, mahallenin çevresi ise sanki Afrika kıtasına dönmüştü. Apartmanlara giren çıkanlar, dükkanlarda, kafelerde, lokantalarda hemen herkes kadınlı, erkekli Afrikalılardı. Gruplar halinde toplandıkları sokaklarda bağrış, çağrış kahkahalarıyla Aksaray adeta Afrosaray olmuştu. Kongo, Gana, Nijerya, Sudan gibi geldikleri Afrika ülkelerindeki şehirlerden hiç farkı kalmamıştı.
RUSYA DEĞİL, İZMİR
Aslında Aksaray’daki görüntüler İzmir dahil Türkiye’nin hemen her yerinde karşımıza çıkıyor. Bir emlakçı, İzmir’de yeni kent merkezinde gökyüzüne hızla yükselen binalardan birine gittiğinde gördüklerine inanamadığını anlattı. “Siteye girdiğimde İzmir’de miyim, Türkiye’de miyim anlayamadım. Etrafımda Türkçe konuşan tek bir kişi yoktu. Bütün dairelerde Ruslar, Ukraynalılar, İranlılar oturuyordu” dedi. Bunlar paralı yabancılar. Bir de çalışmak zorunda olanlar var.
Herhangi bir lokantaya, fırına gittiğimizde yarım yamalak Türkçeleri ile hizmet etmeye çalışan yabancı iş gücü görmek artık bizi şaşırtmıyor. İzmir’de orta ölçekte sanayici bir arkadaşım, “Asgari ücretin bu noktalara geldiği bir zamanda Afganlılar, Suriyeliler olmasa hepimiz batarız” demişti.
USTA AYLIKLARI UÇTU
Sigortasız, vergisiz ucuz iş gücü özelikle küçük işletmelerin ayakta kalmasına yardımcı oluyor. Ama ülkedeki iş gücü dengelerini bozduğunu, haksız rekabeti körüklediğini, en önemlisi de yabancı düşmanlığını artırdığını unutmamak gerek. Günlük yevmiyelerin bin-bin 500 lirayı bulduğu bir zamanda yaşıyoruz. İnşaat sektöründe seramik ustası, fayansçı, elektrikçi aylıkları 50-60 bin lirayı bulmuş. Kepçe, vinç operatörlerinin aylıklarının ortalama 150 bin, balık lokantalarında mezeci aylıklarının 70 bin lira olduğu bir dönemdeyiz.
İzmir’de 6’sı devlet, 3’ü vakıf olmak üzere toplam 9 üniversite var. Ege Üniversitesi’nin kurulduğu 1955’ten bu yana İzmir, adım adım üniversite şehri olarak büyüyor. Bugün 156 binden fazla üniversite öğrencisi ve 10 bin öğretim üyesiyle çok önemli bir eğitim kenti.
Üniversite aydınlık, gelecek demektir. Üniversiteler sadece ders öğretilen yerler değildir. Eğitimin yanında spordan sanata, yemekten modaya gençlerin yaşam kültürlerini de zenginleştirir üniversiteler. Kampüslerde oluşan arkadaşlıklar, dostluklar da gelecekteki özel hayatların, iş hayatlarındaki ortaklıkların tohumları atılır.
UMUTLAR VE KORKULAR
Uzun zamandan beri bütün dünyada gençlerin gelecekle ilgili karamsarlıklarıyla ilgili haberler moralimizi bozuyordu. Neyse ki 46 ülkede 54 bin çalışanla yapılan bir araştırmada gençlerin işlerinin geleceğiyle ilgili iyimser beklentileri umut verdi. Dünyaca ünlü araştırma ve denetim şirketlerinden Price Water House’un yaptırdığı “Küresel iş gücünde umutlar ve korkular” başlıklı araştırmayı Dünya Ekonomik Forumu da mercek altına aldı.
Buna göre, Z kuşağı denilen yaşları 18-26 arasında değişen her 5 gençten 3’ü işverenlerine güveniyor. Gelecekte işle ilgili ihtiyaç duyacakları becerileri kazanmalarına yardımcı olacaklarından emin. Son yıllarda pandemide eve kapanıp okula gidemeyen, iklim krizinden gelir eşitsizliğine ve birçok ülkedeki siyasi gerilimlere kadar pek çok sıkıntıyı yaşayan bu kuşağın iş hayatlarının geleceğiyle ilgili iyimser olmaları dikkat çekici.
Araştırma, çalışanlarla işverenler arasındaki ilişkileri değerlendirerek başlıyor. Bu kuşaktan araştırmaya katılanların yüzde 65’i işverenlerinin işle ilgili eleştirel düşünce, işbirliği ve analitik becerilerinin geliştirmelerine katkı vereceklerine inanıyor. Bu oran Baby boomer denilen halen yaşları 59-77 arasında olan kuşaktan 10 puan daha fazla.
YAPAY ZEKAYLA İŞ FIRSATI
EN FAZLA HAFTA SONU YANIYOR
İtfaiye istatistiklerine göre orman yangınları en fazla pazar günleri çıkıyor. Aracıyla giderken camdan sigara izmariti, şişeler fırlatan kendini bilmezler böyle felaketlerin baş sorumlusu. Zaten olağanüstü sıcakların yaşandığı bu aylarda otların, yaprakların tutuşup büyük orman yangınlarına dönüşmesi küçücük bir kıvılcıma bakıyor.
Merkezi ve yerel yönetimler çok doğru bir kararla geçtiğimiz yıldan beri yaz aylarında ormanlık alanlarda piknik yapılmasını yasakladı. İnsanın olduğu her yerde doğa için tehlike olduğundan böyle bir kararla tehlike bir ölçüde bertaraf edilmeye çalışıldı. Ama görüldüğü gibi ormana girmeyi yasaklamak yetmiyor. Ormanın yanından geçerken bile yangın çıkarmayı beceren insanlar var.
Pazar kabusundan birkaç gün sonra aynı güzergahtan geçerken aralarında zeytin ağaçlarının da bulunduğu yanan alanları görünce içim sızladı. Neyse ki çok yakınlarda binlerce ağacın olduğu çam ormanlarına daha fazla sıçramadan yangın kontrol altına alınabilmiş. Yangınla mücadelede büyük başarı gösterdiklerini düşündüğüm Orman, İtfaiye, Büyükşehir ve ilçe belediyeleri gibi kurumlara teşekkürler. Gerçekten çok büyük özverilerle felaketler çok daha büyük boyutlara ulaşmadan önleniyor.
EĞİTMEDEN OLMAZ
Ama sadece ilgili kurumların çabası doğa felaketlerini önlemede yeterli olamaz. Asıl çaba yangınların sorumlusu bireyleri barındıran toplumdan gelmeli. Küresel ısınmanın tetiklediği iklim krizi gezegenimizde durdurulamadığı sürece tek bir kıvılcımın alev toplarına dönüştüğü orman yangınları eksik olmayacak.
Geçtiğimiz hafta bir yakınımın düğünü öncesi eşimle birlikte birkaç AVM dolaştım. Alışveriş merkezlerindeki yoğunluğu ilk başta sıcaktan kaçanların oluşturduğu kuru kalabalık sandım. Tarihinin en sıcak günlerini yaşayan İzmir’de soğutulmuş AVM’lerin çekim merkezi olması normaldi. Ama dolaştıkça kulağıma zaman zaman Türkçe’den çok Arapça konuşmalar gelmeye başladı. Dikkat ettiğimde dükkanlardan elleri kolları paketlerle çıkanların çoğunlukla kara kaşlı, kara gözlü Ortadoğu fiziğine sahip insanlar olduğunu fark ettim.
ÜÇER BEŞER ALIYORLAR
Sonra sohbetlerimde bu zam furyasında AVM’lerdeki mağazaların can kurtaranlarının yabancılar olduğunu öğrendim. Bir mağazada bu sıcak havalarda spot lambalarının yaydığı ısıdan şikayet eden bir satıcıya işlerin nasıl olduğunu sorduğumda, “İyi gidiyor. Yabancılar çok alım yapıyor. Yerlilerin gücü yetmiyor ama yabancılara çok ucuza geliyor. 1 euro bozduruyor 30 TL yapıyor. Bin 200 liralık elbise onlara 40 euroya geliyor. Kendi ülkelerinde öyle elbiseyi 200-300 eurodan aşağı alamazlar. Onun için üçer beşer satın alıp gidiyorlar” dedi.
Ama aynı kişi, “Satıcı olarak bunu söylemem doğru değil ama bunlar çok yüksek fiyatlar. Ben de bir tüketiciyim. Yabancıların ödediği bu paraları bizim ödememiz çok zor. Bence asgari ücret artırılmamalı. Artıkça daha çok zam geliyor. Kaşıkla verilen kepçeyle alınıyor” diyerek adeta döküldü. Evet, döviz gelsin. Ama yabancı alırken yerlinin bakıp kalması durumunun keyifleri kaçırmaya başladığı anlaşılıyor.
BAŞKAN UMUT VERDİ
Sokakların nabzının böyle attığı bir dönemde Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın ayakları yere basan toplantısı doğrusu umut verdi. Hemen ardından yapılan başkan yardımcılıkları atamalarında Cevdet Akçay gibi döviz kuru ve enflasyonla mücadele konusunu iyi bilen isimlerin yer alması da önemli bir artı olarak ekonomi dünyasında kabul gördü.
Sıcaklar özellikle dışarıda çalışanları etkilediği için birçok Avrupa şehri serinleme istasyonları kuruyor. Ya da İspanyolların siestası gibi sabah erken ve akşam saatlerinde çalışıp öğle saatlerini dışarı çıkmadan kapalı alanlarda geçirme uygulamaları yapılıyor.
Hatırlıyorum, klimanın olmadığı zamanlarda Ege’de de yaz mesaisi uygulaması vardı. Resmi daireler sabah 07.00’de çalışmaya başlar 14.00 gibi mesai biterdi. Böylece çalışma saatleri sıcak havalara göre ayarlanmış olurdu. Şimdi resmi ve özel kurumlar klimalarla serinletildiği için buna gerek duyulmuyor. Herhalde dışarıda çalışmak zorunda olanlar için farklı mesai saatleri uygulaması en azından böyle aşırı sıcak dalgalarında uygulanıyordur.
İKLİM KRİZİNİN AŞISI YOK
Dünya tarihinde kayıtlara geçen en yüksek sıcaklık ortalamalarının olduğu bir yıl yaşıyoruz. Küresel ısınma nedeniyle gelecek yıllarda da yeni sıcaklık dalgaları bekleniyor. Milyonlarca kişinin ölümüne neden olan Kovid 19’a aşıyla çare bulundu. Ama küresel ısınmayı önlemenin aşısı yok. Çözüm zor ve uzun zaman alacak. O nedenle yeni iklim koşullarına göre ekonomileri, şehirleri, tarımı, yaşam biçimlerini düzenlemek gerek.
Örneğin; aşırı sıcak dalgalarının özellikle Yunanistan, İspanya, İtalya gibi Güney Avrupa ülkelerinin turizmini olumsuz etkilemesi bekleniyor. Avrupalı turistlerin İrlanda ve Bulgaristan gibi daha serin ülkelere yönelmesi bekleniyor.
Konu yine dönüp dolaşıp insanoğlunun kendi sebep olduğu küresel ısınmaya dayanıyor. Sanayi çağının başlamasıyla kara kömür dumanları, fabrika bacalarından çıkan zehirler, araba egzozlarından çıkan gazlar geçtiğimiz 100 yılda yavaş yavaş gezegeni bitirmeye başladı.
Fosil yakıtların kullanımını durdurup rüzgardan, güneşten elektrik üretimi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeden bıçak sırtında durmaya devam edeceğiz. Termometrelerin her yükselişinde sıcaklara dayanamama endişesini, her yağmurda sel kaygısını duyacağız. Önceki hafta Karadeniz’de sel suları evleri basıp, arabaları önüne katıp giderken geçtiğimiz hafta sıcaklar çıldırtacak endişesi vardı.
İKLİM GÖÇLERİ ARTACAK
Küresel ısınma durdurulamadığı sürece bu kaygılar katlanarak büyüyecek. Geçtiğimiz haftalarda dünya sıcaklık ortalamaları tarihin en yüksek seviyelerine ulaştı. Leipzig Üniversitesi son 120 bin yılın en sıcak temmuz ayının yaşandığını belirledi. Haftalardır batılı bilim insanları, El Nino sıcaklarının insanlığa vereceği zararı tartışıyor. Pasifik Okyanusu’ndaki yüzey sularının olağandışı ısınması ile başlayan El Nino yıllarındaki sıcaklıklar pek çok ülkeyi etkisi altına alıyor. Önümüzdeki 10 yılda başta Afrika olmak üzere pek çok ülke El Nino etkisiyle zor günler geçirecek.
İnsanlık tarihi iklim değişiklikleri nedeniyle büyük göçlere tanık olmuş. Aşırı sıcak ve kuraklığın neden olacağı açlık ve susuzluğun önümüzdeki yıllarda özellikle Afrika ülkelerinden kaçışa neden olması bekleniyor. Zaten büyük bir göç dalgası altında olan Avrupa ve Türkiye’nin de gelişmelerden etkilenmesini beklemek gerek.
KENDİMİZİ KURTARALIM