TÜRKİYE’de son dönemde biraz gözlerden uzakta kalan bir sektör var: Tüpgaz. Neden gözlerden uzak derseniz son dönemde özellikle doğalgazın yurt geneline yayılması en büyük etken. Özellikle yeni yapılan tüm evlerin ocak, banyo vs doğalgaza bağlanıyor. Tüp piyasası da doğalgazdaki artışa paralel her geçen yıl satışlarda gerileme yaşıyor. Mahalle aralarında tüpgaz kamyonetlerini daha az görür olduk. Tüpgaz kullanımı tamamen bitti mi peki? Kesinlikle hayır. Türkiye’de doğalgazın ulaşmadığı noktalar hala var. Bazı bölgelerde doğalgaz olmasına rağmen hala tüpgaz kullananlar da var. Size bir rakam vereyim. 2015 yılında Türkiye’de yaklaşık 185 bin ton tüpgaz satılmış. Değeri ne diye sorarsanız bugünkü rakamlarla yaklaşık 1.3 milyar lira ediyor. Hiç de azımsanmayacak bir rakam.
VATANDAŞLAR ŞİKAYETÇİ
Peki ben durup dururken bu hafta Vatandaşın Ekonomisi’nde niye tüpgaz konusuna daldım. Çünkü bu konuda özellikle son iki haftadır vatandaşlardan şikayet aldım. Türkiye’nin birçok farklı ilinden gelen maillerde tüpgazların ilan edilen fiyatlardan yükseğe satıldığı öne sürülüyordu. Araştırdım. Öncelikle belirtmem gerekiyor. Tüm markalar internet sitelerinden il il tüpgaz fiyatlarını açıklıyor. Kamp tüpünden ev tüpüne, ticari tüpten sanayi tüpüne hepsinin fiyatı il bazında açıkça tarih tarih beyan ediliyor.
Bununla da kalmayıp fiyatlara KDV’nin dahil olduğu bilgisiyle birlikte, bayilerin bu fiyatı aşamayacağı bilgisi de çok açık bir şekilde paylaşılıyor. Tüm bu bilgilerden ne anlıyoruz. Örneğin İstanbul’un Avrupa Yakası’nda bugünlerde evde kullandığımız 12 kg. bir tüpün fiyatının 87 liranın üzerinde olmaması gerekiyor. Çünkü inceledim Pazar hakimi büyük firmalar dahil ev tüpünün fiyatı internet sitelerinde 87 TL’yi aşmıyor. Hemen hemen tüm firmalar bu fiyatı beyan etmiş bir iki tane küçük firma ise 83-84 liralık fiyat açıklamış. Daha ucuza almanın önünde her hangi bir engel yokken bizim İstanbul’un Avrupa Yakası’nda mutfakta kullanacağımız tüpü 87 TL’nün üzerinde bir fiyata almamamız gerekir. Ama öyle mi?
KÜÇÜK KENTLERDE AYNI
Kesinlikle değil. İstanbul’da çeşitli semtleri, farklı firmaların farklı bayilerini dolaştım. Türkiye’nin birçok ilindeki ilçesindeki bayileri de telefonla aradım. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Özellikle büyük kentlerde tüp fiyatlarında tam bir başı boşluk hakim. Kim ne fiyat tutturursa o fiyattan tüp satmaya çalışıyor. Özellikle büyük markaların bazı bayileri marka olmanın da avantajıyla olsa gerek tüpleri yüzde 10 daha fazla fiyata satıyor. Bakın örnekler vereyim. Taksim civarında büyük bir firmanın bayisi ev tipi tüpü 95 TL’ye satıyor.
Oysa firmanın internet sitesinde İstanbul’da ev tüpünün kesinlikle 87 TL’nin üzerine satılamayacağı belirtilmiş. Hata bu fiyat Enerji Piyasası Denetleme Kurulu’na (EPDK) da bildirilmiş. Küçükçekmece’de bir bayide 93 TL, diğerinde 90 TL. Beyan edilen fiyattan satış yapan bayi yok mu? Elbette var. Özellikle Anadolu’da küçük kentlerde sitede beyan edilen fiyatlar aynen geçerli. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve diğer büyük kentlerde ise büyük firmaların çoğu bayisi beyan edilen fiyatın üzerinde, küçük firmaların bayileri ise beyan edilen fiyatların altında satış yapıyor. Dedim ye büyük kentlerde büyük firmaların çoğu bayisi marka gücünü zamma çevirmiş durumda.
Hürriyet’in dün yayınladığı ‘Küçükpazar’ın çocuk işçileri’ manşeti günün en çok tartışılan haberi oldu. Okul çağındaki çocukların okulda olması gerekirken İstanbul Fatih’te havalandırmasız atölyelerde çalışmak zorunda kalması ne kadar acıydı.
Ancak acımıza acı katan başka bir gelişme daha yaşadık dün. Başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olmak üzere olayın peşine düşen, çocuk işçi çalıştırılmasına engel olmak üzere çırpınan kurumların yanı sıra susmamızı isteyenler de çıktı.
Gündeme getirdiğimiz her olay sonrası “algı yönetmekle” suçlanmaya alışmıştık ama bu seferki hakikaten acımızı katladı.
BBC’nin aylar önce yaptığı bir haberi örnek göstererek karşımıza çıkan, kazandığı parayı her şeyin önüne koymaya alışmış bazı yöneticiler, çocuk işçi haberini görmezden gelmemizi talep etti.
Evet, “Bugün itibariyle üzerimize ne düşüyorsa yapacağız. Biz de konuyu araştıracağız, eğer çocuk işçi çalıştıran varsa kendimiz teşhir edeceğiz” demek yerine susmamızı isteyen de çıktı.
Ama bu konuda susmaya hiç niyetimiz yok.
Çocuk işçinin Suriyelisi, Türk’ü, Türkmeni, Iraklısı olmaz.
1400 liralık asgari ücretli işçi çalıştırmak yerine okulda, annesinin yanında olması gereken çocuklar ayda 400 lira verilerek sömürülmüyor sadece. Aynı zamanda o çocukların geleceği de sömürülüyor, ellerinden alınıyor.
ASLINDA bu konuyu kasım ayında ele almıştım. Fakat konuyla ilgili o kadar çok elektronik posta ve telefon alıyorum ki, tekrar yazmam gerektiğini düşündüm. Hatırlarsanız geçtiğimiz yıl 21 Eylül’de hükümet önemli bir karar aldı ve banka kredi kartı borçlarının 72 aya kadar yeniden yapılandırılabileceğini açıkladı. Konuyla ilgili düzenleme Resmi Gazete’de 27 Eylül 2016’da yayınlandı. Düzenleme kredi kartlarında bu tarihe kadar olan borçların yeniden yapılandırılmasını kapsıyordu.
Ben de kasım ayında ele aldığım yazıda bu borçların kredi kartında borçlandırılması durumunda faizin yüksek olduğunu, tüketici kredisi faizlerinin daha düşük olduğunu belirtmiştim.
72 aylık kart borcu yapılandırmasından faydalanan faydalandı. Kredi kartlarıyla ilgili sorun bitti mi? Hayır. Bankalar Birliği’nin verilerine Aralık 2016 itibariyle toplam 82 milyar liralık borç stoku var. Bunun yüzde 9.4’ü tasfiye olacak alacaktaymış. Yani tamı tamına 7.7 milyar liralık borç ödenememiş ve tasfiyeye düşmüş.
Ekim ayında ise toplam kredi kartı borçlarının yüzde 10’u tasfiyeye düşmüş durumdaymış.
ÇARE OLDU MU HAYIR
Peki, kredi kartları neden tasfiyeye düşüyor. Borç ödenemediği için. Öncelikle altını çizelim. Burada hesapsız harcama yapan, kredi kartını ödeme aracı değil de bir nevi borçlanma aracı olarak gören tüketicilerin yani bizlerin de kusuru var.Kredi kartı harcamalarının nasıl yapılacağı, limitlerin nasıl kullanılacağı konusunda kapsamlı bir bilinçlendirme çalışması yapılması şart.
Cebimize girmeyecek parayı harcadığımız sürece ne bu yapılandırmaların arkası kesilir, ne de faiz girdaplarının sonu gelir.Peki ama hükümetin yaptığı düzenleme kart borçlusunun bugüne kadar biriken borçlarının ödenmesine çare oldu mu? Bu sorunun cevabı da bence hayır.
Bir kere kart borcunun yeniden yapılandırılması sırasında önemli ayrıntılar gözden kaçırıldı. Kart sahipleriyle banka arasında bir sözleşme var. Tüketici bu sözleşmeyi imzalamakla birlikte tüm koşulları kabul etmiş oluyor. Banka da sadece vatandaşa değil yasalara karşı da sorumlu. Düzenleme kart borçlarının 72 aya kadar yapılandırılması diye çıkınca borçlar kart üzerinden yapılandırıldı. Böylece zaten borcunu ödeyemeyen borçlu yeni bir faiz yüküyle karşılaştı. Nasıl mı? Örneği ile açıklamaya çalışayım.
KAMPANYALAR havada uçuşuyor. Sıfır faizler, 240 aya ulaşan vadeler... Vergi indirimi başta olmak üzere hükümetin verdiği teşviklerin de etkisiyle konut satışları doludizgin gidiyor. Bu ara, “Hangi evi alayım” sorusu pek revaçta. “Neresi prim yapar”, “Hangi ev kullanışlı”, “3 oda 1 salon mu kârlı, 1+1 mi”, “Şu semtten metro geçecekmiş değil mi, orası mı mantıklı”, “Falanca ilçeye üniversite de kurulacakmış, değerlenir mi” sorularını sıkça duyuyoruz.
Herkes ya oturacağı ulaşımı kolay konforlu bir evin hayalini kuruyor ya da kısa sürede verdiği paranın çok üzerinde bir kazanç sağlayacak yatırımın derdinde. Üzülerek gözlemliyorum... Çoğunluğun, ‘alacağı ev nasıl inşa edilmiş, depreme ve diğer doğal afetlere ne derece dayanıklı, yasal belgeleri var mı yok mu’ ilgisi yok. Bakın Türkiye deprem kuşağında bir ülke. Son günlerde Çanakkale’de arka arkaya yaşanan sarsıntılar, Ayvacık’ta köylülerin çektiği sıkıntılar, bırakın şehirleri köylerde bile evlerin ne derece sağlam olması gerektiğini ortaya koydu.
Türkiye’nin doğusundan batısına, ilinden ilçesine, köyünden kasabasına her nereden ev alırsanız alın, ne olur işin maddi tarafını ikinci plana alın. Önceliğiniz önce o evin sağlamlığı, tüm yasal belgelerinin tamam olup olmadığı olsun.
Ev alırken nelere dikkat etmeniz gerektiğini anlatmaya çalışacağım. Öncesinde bu konuyu bana öneren ve bu yazıdaki bilgilerin toparlanmasında büyük emeği olan emlak muhabirimiz Gülistan Alagöz’e teşekkür etmeliyim.
İşte İstanbul İnşaatçılar Derneği (İNDER) Başkanı Nazmi Durbakayım ile Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği (İMSAD) Başkanı Fethi Hinginar’ın katkılarıyla derlediğimiz ev alırken dikkat etmeniz gereken noktalar:
1- Ruhsat yoksa risk var
Mayıs 2014’de yürürlüğe giren Yeni Tüketici Kanunu, konut zede oluşmasını engellemek için ruhsat almayan projelerde satışı yasakladı. Ancak bunu hâlâ yapan firmalar var. Kurumsal firmalardan küçük ölçekli firmalar ruhsat çıkacak beklentisi ile satış yapıyor. “Ruhsat işlemleri çok uzun sürdüğü için kapora alalım, yer ayırtalım. Senetle satış yapalım” diyenlere inanmayın. Aksi takdirde hiç tamamlanmayacak bir projeye para ödemiş olabilirsiniz.
2- Kat irtifakı ve iskan şartı
SON günlerde dikkatinizi çekmiştir. Elinde parası olanın da olmayanın da konut alabilmesi için adeta bir seferberlik yaşanıyor. Son olarak dün açıklanan Bakanlar Kurulu kararlarıyla KDV’de bir takım iyileştirmeler yapıldı. Bu yazının konusu ise hafta başında açıklanan 20 yıl vadeli konut kredisi kampanyaları.
Emlak Konut GYO önderliğinde hayata geçen proje sayesinde isteyenler 240 aylık taksitlerle konut alabiliyor. Üstelik yüzde 20 peşinat yerine ilk etapta yüzde 5 peşinat verip kalan kısmı daha sonra da ödeyebiliyorlar. Peki ama konut kredisi kullanıp ev alacaklar için 240 ay yani 20 yıl boyunca taksit ödemek ne derece mantıklı? Yoksa onun yerine vatandaşın daha kısa vadede daha az para ödeyerek konut alması mümkün mü?
Hiç uzatmadan cevap veriyorum, evet mümkün. Bakın nasıl?
PEŞİNAT YÜZDE 5
Önce kampanyanın koşullarını bir hatırlayalım.
Alacağınız evin bedeli ne kadarsa öncelikle yüzde 5 peşinat veriyorsunuz. Yasal olarak ödenmesi gereken kalan yüzde 15 peşinatı ise konutu teslim alacağınız tarihe kadar ödemeniz gerekiyor. İsterseniz bu ödemeyi teslim tarihinde yapabilirsiniz ya da bu tarihe kadar ara ödemeler şeklinde.
Kalan yüzde 80’lik bölümü ise kampanyaya katılan 9 bankadan alacağınız kredilerle taksitlendirme şansınız var.
HÜRRİYET Ekonomi Servisi’nin gıdadan sorumlu muhabiri Burak Coşan, geçtiğimiz günlerde elinde ilginç bir haber olduğunu söyledi. Konuyu dinleyince bunun tam da ‘Vatandaşın Ekonomisi’ köşesine yakışacağını söyledim. Bugünkü yazıda Burak’ın emeği çoktur, baştan hakkını teslim edeyim.
Eminim bir süredir sizin de dikkatinizi çekiyordur. Marketler meyve-sebzelerin satış fiyatlarının yanı sıra artık alış fiyatını da açıklıyor.
Bu aslında bir zorunluluk. Eylül 2016’da Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren tebliğe göre, meyve-sebzenin satış fiyatının yanında yer alan künyelerde alış fiyatının da yazılması zorunlu.
Bu uygulamada, amacın vatandaşın satın aldığı ürünün market tarafından kaça alındığını bilmesi, fahiş kârla ürün satışının engellenmesi olarak açıklanmıştı.
SAHADAKİ GARİPLİKLER
İşte tam bu noktada, sahada bazı gariplikler yaşanıyor. Öncelikle belirtelim, marketlerin bir bölümü uygulamayı hayata geçirmiş. Özellikle de büyük markalı marketlerde satış fiyatının yanı sıra aldığınız meyve-sebzenin alış fiyatı afişe ediliyor. Bununla da kalmayıp ürünün nereden geldiği, hangi tarihte hangi bahçeden üretildiği gibi bilgileri eksiksiz paylaşıyorlar.
Ancak marketlerin bir bölümünün özellikle de kıyı da köşede yer alanların bu uygulamayı dikkate almadığı görülüyor. Onlar klasik yöntemle etiket üzerine ispirtolu kalemlerle satış fiyatını yazmakla yetiniyorlar.
Örneğin firmaların nakit sıkıntısını rahatlatmak amacıyla Hazine garantisi ve Kredi Garanti Fonu aracılığıyla 250 milyar liraya kadar kredi hacmi oluşturuldu. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) dün son 6 yılın en yüksek verisine ulaşan işsizlikle ilgili yeni bir proje başlattı. “Türkiye’nin Geleceğine Sen de 1 İstihdam Sağla” projesiyle istihdam sağlanması bunun da ekonomiye güç sağlaması hedefleniyor. Bu projelerin her biri çok önemli çok kıymetli. Ancak örnek olarak verdiğim bu iki projede de şirketlerin kredi alabilmesi, istihdam sağlayabilmesi için öncelikle altyapıda iyileştirmeler yapılması gerekiyor. Bu konuda önemsediğim iki noktanın altını çizmek istiyorum. Öncelikle şu anda şirketlerin yeni kredi almasından çok mevcut yüksek faizli kredilerini yeniden yapılandırmasının gerektiğini düşünüyorum. Şirket borçlarının yeniden yapılanabilmesi için de Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu’nun (BDDK) mevzuatta bankaların eline rahatlatacak, şirketlerin de maliyetini düşürecek değişiklikler yapması gerekiyor. Konuyu geçtiğimiz ay da gündeme taşımaya çalışmıştım. Devletin sicil affı için çalışmalar yaptığı bir ortamda ekonominin içinden geçmekte olduğu zorluklar dikkate alınıp, şu anda temiz sicile sahip şirketler de unutulmamalı. Bu konu sicil affı kadar, iş dünyasına yeni kredi verilmesi kadar önemli ve hayati.
Döviz fiyatları 2016 yılında tırmanışa geçti. 2016 yılı başında 2.91 TL olan dolar kuru yıl sonunda 3.52 TL’yi gördü. Yıllık artış yaklaşık yüzde 21’e ulaştı. Bu 212 milyar dolarlık net döviz açık pozisyonu olan özel sektör için bir çırpıda karşılanamayacak bir maliyet. Şirketlerin döviz kurunda yaşanan hızlı artış karşısında hükümetten talep ettiği önlemi geçtiğimiz hafta Habertürk gazetesi gündeme getirdi. Meslektaşım Ahmet Kıvanç’ın haberine göre, “Döviz kredisi kullanarak 3-5 yıla varan yatırım yapanlar, döviz kurundaki artışın tamamının 2016 yılı bilançosuna yığılması durumunda çok büyük zarar yazacaklarını, ilave sermaye konulmadığı takdirde bankaların kredilerini geri çağırabileceğini ifade etti. Yatırımcılar, kur farkının, dövizin hareketli olduğu 1990’lı yıllarda uygulandığı gibi, bilançoda bir yıla yığmak yerine birkaç yıla yayılması talebinde bulundu.”
Bu konuda Ziraat Bankası Genel Müdür Yardımcısı M. Cengiz Göğebakan’ın geçtiğimiz yıl yazdığı bir makale elime geçti. Uzun olduğu için bir bölümünü paylaşıyorum:
“Fakültelerde ve ders kitaplarında bilanço için “bir işletmenin bir anlık fotoğrafıdır” denilir ve bilançolar işletmelerin genellikle yıl sonları itibariyle geçerli olan mali sonuçlarını gösterir. Gerçekten de bilançoların anlık bir durumu ifade etmeleri nedeniyle, henüz ödeme vadesi gelmemiş olan yabancı para cinsinden kredi borçları sanki yıl sonu kurundan işlem görmüş gibi bilançolar ve dolayısıyla da gelir tablolarında TL karşılığı ile işlem görmektedir. Böyle olunca, işletmelerin borçları kur farkı kadar yükselmekte ve kur farkının doğurduğu fark (yatırım finansmanı için kullanılanlarda yatırım maliyetlerine eklenmesi imkânı hariç) gider yazılmak suretiyle Gelir Tablolarında işlem görmektedir. Ancak aslolan, bilançolardaki varlık ve yükümlülüklerin tahsil edilme veya ödenme tarihleridir. Öyle ya, yabancı para bir borç sadece ödeme günü geldiği zaman, o günde geçerli olan kur karşılığı TL olarak ya da o günkü kurdan yabancı para temin edilerek ödenecektir.”
90’LARDA DÖVİZ
Maliye, 1990’lı yıllarda, döviz alış bedeli uygulamasını esas almıştı. 2000’li yıllarda döviz kurunun artmak yerine uzun süre düşmesi vergi kaybına yol açtığı için bu uygulamaya son verilmişti.
Göğebakan, “Henüz realize olmamış kur farkı zararını ödeme vadesinden önce ve tek seferde bilançoya borç olarak kaydetmek ve gelir tablosunda giderleştirmek yerine, finansal borçların vadelerine uygun bir zamana yayarak mali tablolara farklılaştırarak kaydetme (reeskont ya da peşin ödenmiş gider mantığında olduğu gibi) yönteminin benimsemesi, mali tablolardaki görünen ile gerçek arasındaki farkı kısmen de olsa kapatabilecektir” diyor.
Özetle, Başbakan Yardımcısı
BANKA ile vatandaş arasındaki kredi, kredi kartı, banka masrafları sık sık haber olur. Son yıllarda bu konuda önemli kısıtlamalar getirildi, bazı keyfi uygulamalara son verildi. Ancak Vatandaşın Ekonomi’sinde bu hafta kredi alışverişinde çoğu kişinin bilmediğini düşündüğüm önemli bir meseleyi ele almak istiyorum. Konumuz banka kredileriyle birlikte bize satılan hayat sigortaları.
Önce önemli iki noktanın altını çizerek başlayalım.
1-Tüketici kanununa göre, her ne kredi alırsanız alın, hayat sigortası yaptırmanız bir zorunluluk değil. Yani tamamen tercihinize kalmış.
2-Hazine’nin 2015 yılında yaptığı düzenlemeye göre tüketici, kredi ile bağlantılı bir poliçeyi, teminat ve süreye uygun biçimde istediği şirkete yaptırabilir.
İADE BİLE EDİYOR
Hayat sigortaları bankalar için çok ciddi bir teminat. Vatandaş için de öyle...
Diyelim ki bir bankadan ihtiyacınız için kredi aldınız ve (gecinden versin) vefat ettiniz. Hayat poliçesi sayesinde sizden sonra kalanlar krediniz için her hangi bir ödeme yapmak zorunda kalmıyor. Banka, sigorta şirketinden kredinin tamamını tahsil ediyor. Bununla da kalmıyor, eğer kredinin tamamı kapsam dahilindeyse, o güne kadar ödenen taksitleri de mirasçılara iade ediyor. Hem bankalar hem de mirasçılar için çok önemli bir teminat hayat sigortası. O yüzden Türkiye’de hayat sigortasının ve sigortacılığının gelişmesi, desteklenmesi lazım.
Ancak...