Dışarıdan bakıldığında diğer kulüp başkanlarına göre daha gösterişsiz bir imaj çizen, sessizliği ile dikkat çeken Dursun Özbek beni şaşırttı desem yanlış olmaz. Karşımda ne yaptığını bilen, iş dünyasındaki tecrübelerini, mali disiplin anlayışını Galatasaray’a da taşımaya çalışan tecrübeli bir iş insanı buldum.
Bence Dursun Özbek Galatasaray tarihinin en zor dönemlerinden birinde kimsenin o gömleği giymekten itina ettiği bir dönemde başkan oldu. Borcun tavana vurduğu, UEFA’dan kırmızı kartın çıktığı, kulübün Çinlilere satılmasının bile teklif edildiği bu dönemde Dursun Özbek Florya, Riva gibi yıllar içinde efsaneye dönüşen projeleri hayata geçirmeyi göze aldı. Başkan Özbek’in stratejisinin başarılı olup olmayacağını zaman gösterecek. Ben şimdi bu stratejiyi biraz daha anlaşılır bir dille anlatmaya çalışacağım.
Galatasaray’ın elinde iki önemli varlık var. Florya ve Riva. Galatasaray her iki arazi için de önce Emlak Konut GYO ile anlaşma imzaladı. Amaç bu iki araziyi satmak yerine hasılat paylaşımı ile daha fazla gelir elde etmek. Galatasaray Florya tesislerini terk edip Kemerburgaz’da 120 dönümlük bir araziye taşınacak. Buraya 5-6 saha inşa edilecek. Her gün değişik bir sahada antrenman yapılabileceği için çimlerinin bozulması ve futbolcuların sakatlanması engellenecek. Florya ve Riva için anlaşma imzaladığında Emlak Konut’tan hemen 380 milyon liralık temlik alındığını belirtelim. Bu temlik borç kapatma için kullanılmış bile ve Galatasaray Sportif A.Ş. ve Galatasaray Kulübü’nün banka ve finans kuruluşlarına olan 265 milyon dolarlık borcu ilk aşamada 92 milyon dolar azalarak 173 milyon dolara inmiş. Sıra geçen hafta ihalesi yapılan Riva projesine gelmiş.
ÖZBEK’TEN SÜREN’E SİTEM
Bu noktada Özbek’in Galatasaray’ın efsane başkanı Faruk Süren’e olan sitemini de belirtmem gerekiyor. Süren’in Galatasaray’ın haziran ayında yaptığı divan kurulu konuşmasının Riva ihalesinin hemen öncesine denk geldiğini belirten Özbek, “Başkan özetle Riva projesinin başarısız olacağını öne sürdü. Ben ihaleden önce böyle bir konuşma yerine o projenin değerini yükseltecek açıklamalar ve destek beklerdim” dedi.
Neyse, biz rakamlara dönelim... Ne demiştik bugün banka ve finans kuruluşlarına borç 173 milyon dolardı. Riva’da satış değeri 3.1 milyar TL olan bir proje gerçekleşecek. Galatasaray’ın buradan kasasına en az girecek para 942 milyon TL olacak. Kulüp bunun için de Emlak Konut’tan 542 milyon TL’lik bir temlik daha alacak. Başkan bunun karşılığının da 110 milyon dolar olmasını bekliyor. Bankaya bir kereliğine ödenecek komisyon karşılığında temliğin hemen nakte çevrilmesiyle Galatasaray önümüzdeki günlerde 110 milyon dolar daha borç kapatacak. Böylece banka ve finans kuruluşlarına kalan borç 63 milyon dolara inecek. Özbek Riva projesinin satışı geçmesiyle birlikte oradaki konut ve ticari birimlerin fiyatlarının artmasını bekliyor. Emlak Konut’un benzer satışlarından bize gösterdiği örnekler gerçekten de fiyatların 2 kata yakın yükseliş yaşadığını ortaya koyuyor. Bu durumda ihaleyi kazanan firma Riva’daki ev ve dükkanları daha pahalıya satmayı başarırsa bundan hem kendileri, hem Emlak Konut hem de Galatasaray kârlı çıkacak. Böylece kalacak 63 milyon dolarlık borcun kapatılması da hayal olmayacak.
GELİR-GİDER DENK GELECEK
Bu arada Galatasaray borcunu kapattıkça bankalara rehinli diğer varlıklarının da serbest kalacağını bu varlıklara yönelik projelerin de değerlendirilebileceğini hatırlatmak gerekiyor.
FAİZ her dönem gündemin ilk sıralarında yer alır. Parası olan daha çok faiz almak ister, borcu olan faizlerin düşmesini. Son yıllarda siyasilerin de hedefindedir faiz. Özellikle Merkez Bankası faizleri düşürmediği için eleştirilir durulur. Merkez Bankası’nın belirlediği politika faizi dillerden düşmez de peki ya devletin alacaklarına uyguladığı gecikme faizi nedense hiç gündeme gelmez. Ben bu hafta Vatandaşın Ekonomisi’nin projektörlerini işte bu faize yöneltmek istiyorum. Bir de bankaların kredi kartlarına uyguladığı faizlere. Çünkü bu her ikisi de doğrudan vatandaşın cebini ilgilendiriyor ve bizzat devlet eliyle belirleniyor.
Öncelikle vergi ve benzeri kamu alacaklarına karşı uygulanan devletin gecikme faizini ele alalım. Bu faiz Bakanlar Kurulu Kararı ile belirleniyor. Şu anda aylık yüzde 1.40 seviyesinde, yıllığa vurursanız yüzde 16.8’e ulaşıyor.
Bono faizleri şu anda yüzde 11 seviyesinde. Yani devletimiz şu anda piyasadan borçlanmaya kalksa yıllık yüzde 11 maliyetle borçlanıyor. Bankalardan yüzde 11 ile borçlanan devlet vatandaştan alacağına karşılık yılda yüzde 16.8 faiz istiyor. Burada ciddi bir haksızlık var.
Peki ya bu faiz oranı ne zamandır yürürlükte derseniz, cevabım neredeyse 7 yıl olur. 19 Ekim 2010’dan bu yana Bakanlar Kurulu bu faiz oranında bir indirim yapmadı. Devlete olan 100 liralık borcumuz her yıl 16.8 lira arttı. Devletin alacağına karşı bu kadar yüksek faiz uygulamasını caydırıcı olarak yorumlayabilirsiniz? Son vergi, SGK ve diğer borçların yapılandırılmasını göz önüne katarsak devletin uyguladığı bu faiz caydırıcılıktan çok cezalandırıcı olmuş. Ana para haricinde borcunu ödemeye kalkan piyasadaki faizlerin çok üzerinde bir ilave maliyetle borcunu ödemiş. Ardından gelen aflar ise işin maddi boyutu bir tarafa bir de manevi olarak yıkıma neden olmuş. Oysa devlet alacağına makul bir faiz uygulasa belki de bu aflara, yapılandırmalara hiç gerek kalmayacak. 7 yıldır düşürülmeyen gecikme faizi indirilse, cüzdanlar da vicdanlar da rahatlayacak.
MERKEZ BANKASI’NDAN KREDİ KARTINA ŞOK FAİZ
MERKEZ Bankası’nın internet sitesine girecekler ilgili bölümde 26 Kasım tarihli şöyle bir duyuru bulacaklar:
“1 Ocak 2017 tarihinden geçerli olmak üzere kredi kartı işlemlerinde uygulanacak aylık azami akdi faiz oranları Türk lirası için yüzde 1.84, yabancı para için yüzde 1.47, aylık azami gecikme faiz oranları Türk lirası için yüzde 2.34, yabancı para için yüzde 1.97 olarak belirlenmiştir.“
İnovasyon denilince akla nedense her zaman bir dijital operasyonun geldiğine dikkat çeken CEO Mete Öz “Bizim yaptığımız da inovasyon. Tamam dünyada bizden önce de maden suyunu yüz spreyi haline getirenler oldu. Ancak biz işin içine güneş koruyucuları, vitaminler vs kattık. Aslında bu alanda bir ürün gamı yarattık. Mineralli maden suyumuzu daha fazla insanın hayatına esenlik katmak için inovasyon odaklı çalıştık” dedi.
Ürünün lansman toplantısının hemen ardından bir araya geldiğimiz Öz ve Kızıl, 2 milyon liralık bir tanıtım bütçesiyle bu yıl yüz spreyi olarak Uludağ’ı tüketiciyle buluşturmayı hedeflediklerini söyledi. Kızıl, “Şirketimizin cirosu 500 milyon TL’yi aştı. Son yıllarda çıkardığımız içecek ürünlerinin ciro içindeki payı yüzde 65’e ulaştı. İlk defa içecek dışında bir alana yöneldik ancak bu alanda da iddialıyız. Dağıtım için güçlü ağımızdan faydalanacağız” diye konuştu.
Özellikle 30 faktörlü koruma içeren maden suyu spreylerinin çok ilgi çekeceğini öne süren Kızıl, “Uludağ olarak son dönemde inovasyona yaptığımız yatırım miktarı 140 milyon TL. Yenilikçi ürünlerimizle sektörümüzde öncü bir duruşumuz var. Bugüne kadar çıkardığımız ürünlerden yola devam edemeyen hiç olmadı, tam tersine başarı grafiklerimiz her zaman yükseldi. Arkasında büyük bir Ar-Ge süreci yatan Uludağ Premium Cilt Bakım Sprey serisinde de benzer bir grafiği göreceğimize inanıyoruz” dedi.
Uludağ Premium Cilt Bakım Sprey serisi için top model Tülin Şahin’in de marka elçisi olarak yer aldığı bir pazarlama kampanyası hayata geçirilecek.
MADEN SUYUNA TARİHİ GÖREV!
LANSMAN toplantısında konuşan Uludağ İçecek Pazarlamadan Sorumlu İcra Kurulu Üyesi Murat Zengin, maden suyunun özellikle kadınlar tarafından cilt bakımı için tek başına ya da farklı içeriklerle harmanlanarak kullanımının tarihin çok eski dönemlerine kadar uzandığını belirtti. Günümüzün cilt bakım ritüellerinde de maden suyunun önemli bir yeri olduğunu, hatta bazı tüketicilerin ürünlerini bu nedenle de aldıklarını ifade eden Zengin, “Binlerce yıllık bu ilhamı zengin mineralli maden suyumuzla, etkili formüllerle ve kullanım kolaylığı ile buluşturarak yeni bir seriye imza attık” dedi.
MALATYA
TÜRKİYE tarihinin en kapsamlı vergi barışlarından birini yaparak 23 milyar liralık tahsilata imza atan hükümet şimdi de Katma Değer Vergisi’nde (KDV) reforma hazırlanıyor. İş insanı Ahmet Arslan’ın Malatya’da verdiği iftar yemeğine katılan Maliye Bakanı Naci Ağbal daha sonra Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci ile aralarında Hürriyet’in de bulunduğu bazı gazetelere açıklamada bulundu. KDV kanunun 1985 yılında çıktığına dikkat çeken Ağbal aradan geçen 30 yılı aşkın süreçte farklı bir rekabet ortamının oluştuğunu belirtti. 100 lira KDV’nin yüzde 60’ının sadece 2 bin firmadan aldıklarını söyleyen Abal, “2.5 milyon mükellef var. Ne zaman sanayi odalarına gitsem bu konuda şikayet geliyor. 1985 yılında çıkmış bir kanun. Sene 2017. Bu işi çözeceğiz. Artık farklı bir rekabet ortamı var” diye konuştu.
Bu konuda çalışmaya başladıklarını da açıklayan Ağbal, konuyla ilgili şunları söyledi: “Belgelerini veren, teminatını verene beş gün iş günü içinde iadesini yapıyoruz. KDV iadelerini hızlı yapmaya başladık. İnşaat sektörü normalde bir sene sonra alır. İlk defa yıl içinde yapmaya başladık. Binayı satıyor ertesi ay alıyorlar. Bürokrasi azaldı. İadede sorun yok. Sorun şurada. İhracatçıya önce KDV öde gel benden al demem doğru değil.
HERKESE ÖDEV VERDİK
Başlangıçta yüklendiği yükü almam lazım. Bu işletmeler üzerinde finansman yükü oluşturuyor. Benim amacım şu. İngiltere’de KDV sistemi nasıl çalışıyorsa Türkiye’de de aynısı olsun. Anglosakson ülkeler içinde İngiltere örneği doğru. Sanmıyorum onlar firmalara yük oluşturacak iş yapmazlar. Gelir İdaresi, Sanayi odaları, TOBB, TİM çalışıyor, herkese ödev verdik. Konuşma zamanı değil, fikir üretme zamanı. Öneri getirin.” Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci de Naci Ağbal’a destek vererek, “İş dünyasının neye ihtiyacı varsa o olacak” dedi.
Maliye Bakanı Naci Ağbal, mevcut KDV sisteminin dış ticaret açısından dengesizlik oluşturduğunu ise şu sözlerle ifade etti: “Bir malı yurtiçinde üretmektense dahili işleme rejimi ile KDV’siz dışarıdan getirmek daha uygun. Bu KDV sistemi bu haliyle yurtiçinde üretimi cezalandırıyor. Ne yaparız da firmalar üzerinde bu yükü alırız diye uğraşıyoruz. Çok fazla oran, istisna farklılıkları var. Oran farklılıkları firmalarımıza yaramıyor, zarar veriyor. Yüzde 18’le alıyor yüzde 8’le satıyor. Aradaki 10 puan üzerinde yük geliyor. Firmalar da artık bunu istemiyor. Oran yapısı sadeleştirilmeli, istisnalar gözden geçirilmeli. Sayın bakanımızla konuşuyoruz. Şu andan şöyle olacak demektense masaya koyalım. KDV’den para topluyoruz. O paradan kaybetmek gibi maceraya gitme durumum yok. Kayıt dışı üzerine girelim.”
BORCUNU ÖDEMEYENİN ÜZERİNE GİDECEĞİZ
YAKLAŞIK 20 yıldır tarım konusunda yazan meslektaşım, Dünya gazetesi yazarı Ali Ekber Yıldırım önceki gün “Karkas ette ithalat hazırlığı” olduğuna
dikkat çekti. Yıldırım’ın yazısındaki dikkat çekici pek çok ayrıntıyı paylaşmadan önce aynen katıldığım özet görüşünü aktarayım: “Kırmızı et fiyatı 50 liraya çıktı” denilerek karkas et ithalatı yapılması yönünde ciddi lobi çalışması yapanlar var. Et ve Süt Kurumu da ithalat için hazırlık yaptı. Besilik hayvan ithalatı yapılırken karkas et ithal etmek hem yerli üreticiye hem de besilik hayvan alıp besleyenlere büyük darbe vurur.”
Bir taraftan ette ithalat hazırlığı yapılırken bir taraftan da ramazan ayının gelmesiyle birlikte yine et fiyatlarının artacağına yönelik endişeler vardı. Ramazan ayı öncesi hem hükümet yetkilileri hem de piyasadaki büyük oyuncular et fiyatlarının artmaması için yeterli önlemin alındığını ısrarla vurguladılar. Buna rağmen geride bıraktığımız bir haftalık süreçte yüzde 35’e varan oranlarda ucuza ürün satışı yapan Et ve Süt Kurumu bayilerinin önünde uzun kuyruklar oluştuğuna yönelik haberler yayınlandı. Ben de et piyasasındaki son durumu gözlemlemek için dün kasap, market ve Et Süt Kurumu mağazalarının yolunu tuttum.
FİYATLAR DÜŞMELİ
Kesime hazır yeterli sayıda hayvan bulunduğu ısrarla belirtilmiş üstüne bir de et ithalatı için hazırlık yapıldığı öne sürülmüştü. Ne beklersiniz? Yeterli yerli hayvanımız varsa, et de ithal edileceğine göre arz/talep dengesini göz önüne alıp fiyatların düşmesi kimseyi şaşırtmaz değil mi? Peki öyle mi oldu? Dün İstanbul’un farklı semtlerini dolaştım. Fiyatlara baktım. Her yerde et fiyatlarında bir iki ay öncesine göre artışlar var. Dahası kasaplarla konuştum, fiyatların daha da artacağı konusunda bir endişe de hakim. Kasaplar niye endişeli demeyin. Sonuçta kasaplar eğer kendileri üretim yapmıyorsa, yani zincirin son halkasındaysalar et fiyatlarının artmasını istemezler. Kârları değişmeyeceği gibi bir de üstüne pahalı ürün sattıkları için satış hacimleri düşer. O yüzden kasapların geneli fiyatların artışından rahatsız.
RAMAZAN sofralarının vazgeçilmezi ramazan pidesi bu haftaki Vatandaşın Ekonomisi köşesinin de baş konuğu. 30 gün boyunca alışveriş listesinin en başına yerleşecek olan pidenin Türkiye genelindeki satış fiyatında öylesine farklar var ki.
Sadece fiyatlarda değil. Gramajda da büyük farklılık var. Bir ilde 175 gramlık pide satılırken, başka bir ilde 450 gramlık pide satılabiliyor. Gramaj farklılıkları illerdeki tüketim alışkanlıklarına göre açıklanabilir. Ancak gramaj ve fiyat farkı bu kadar fazla olunca vatandaşın da kafası karışıyor. Ben de il il açıklanan pide fiyatlarını mercek altına alıp doğru bir kıyaslama yapmaya çalıştım. Bunun için önce gramajları eşitledim ve tüm illerde açıklanan fiyatların ışığında 100 gr pidenin aslında kaça satılacağını öğrenmiş oldum. Tabloda da göreceğiniz gibi en pahalı pideyi, 68 kuruşla Bursa, 67 kuruşla Ankara, Samsun, Edirne, Sakarya ve Isparta’daki tüketiciler yiyecek. En ucuz pide ise 40 kuruşla Nevşehir ve Konya’da. Çalışmada sadece pide fiyatlarını açıklayan illeri baz aldığımı söylemem gerekiyor. Ayrıca tam da bu noktada pide fiyatı açıklama konusunda da Türkiye’de bir kaos olduğuna dikkat çekmeliyim.
1 KİLOGRAM 6.6 LİRA
Türkiye’de fırıncıların çatı örgütü olarak Türkiye Fırıncılar Odası gözüküyor. Onların yaptığı açıklamaya göre Türkiye genelinde bir kilogram pidenin 6.6 liradan daha pahalıya satılmaması gerekiyor. Benim yaptığım hesaba göre Bursa, Ankara, Samsun Edirne, Sakarya ve Isparta’da pidenin kilogram fiyatları, açıklanan 6.6 lirayı aşmış durumda.
Federasyonun bu açıklamasının ardından İstanbul için pide fiyatı belirleyen kurum ise İstanbul Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği (İSTESOB) oldu. Onlar İstanbul’da 350 gram pidenin 1.8 liraya satılacağını duyurdu. Ancak İstanbul’da 4 bin fırının sadece 900’ü İSTESOB’a bağlı. Yani belirlenen fiyat bu 900 fırını bağlıyor. İstanbul’da geri kalan fırınlar ise İstanbul Ticaret Odası’na bağlı. İTO’nun da fiyat belirleme yetkisi yok. Bu durumda İTO’ya bağlı olan fırınlar ‘kafasına göre fiyat belirleme lüksüne’ sahip.
MASRAF AYNI FİYAT FARKLI
Sektör temsilcilerine göre bu fırınları Türkiye Fırıncılar Federasyonu’nun da denetleme yetkisi yok. Çünkü bağlı oldukları kurum farklı. Sonuçta federasyonun fiyata karışamayacağı öne sürülüyor. Ancak Türkiye Fırıncılar Federasyonu bu görüşe itiraz ediyor. ‘Kilogram fiyatı 6.6 liraya geçerse müdahale eder, fiyatı yüksek olan fırıncıya ceza kesilmesini sağlarız’ diyor. Ramazan geldi çattı, her kafadan bir ses çıkıyor, ortada pek çok görüş ve farklı fiyat var. Korkarım sonuçta olan vatandaşa olacak. Vatandaş çoğu yerde açılanan fiyatların üzerinde para ödeyerek pide satın almak zorunda kalacak. Üstelik un, maya, su, işçilik, kira gibi maliyetler illere göre bu kadar farklılık göstermezken.... Konunun takipçisi olacağım.
RAMAZANDA ET FİYATLARINDA ARTIŞ BEKLENMİYOR
YIL 2012. AYLARDAN NİSAN... “Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası Türkiye’de hayata sekte vurdu. Artan don olaylarından Antalya, Muğla ve Mersin gibi güney illeri de etkiledi. Sera ürünleri zarar görürken, domates, salatalık, biber ve taze soğanın fiyatları arttı. İstanbul meyve ve sebze halinde domatesin bedeli 1,20 lirayı bulurken, salatalık 1,30 liraya, taze soğan ise 3,50 liraya dayandı.”
YIL 2015. AYLARDAN NİSAN... “Soğuk hava sebze-meyve fiyatlarını artırdı. Havaların soğumasıyla birlikte meyve-sebze üretimi azaldı, fiyatlar arttı. Zamlanan ürünlerden biri de domates. Pazarda 1 kilosu 4 liraya yükseldi, marketlerde salkım domatesin kilosu 7 liraya kadar çıkıyor.”
YIL 2015. AYLARDAN TEMMUZ... “Yayla sezonu başladı, domatesin fiyatı arttı. Yaz sezonunun gelmesiyle sera üretiminin sona erdiği Antalya’da, yayla ürünleri piyasaya çıkmaya başladı. Mutfak ve salata masasının vazgeçilmezi domates, halde 1 ila 3.5 TL arasında işlem görüyor.”
YIL 2016. AYLARDAN MAYIS... “Seradan tarlaya geçiş dönemi olması ve hava sıcaklıkları nedeniyle domatesin fiyatı, 3 haftada 1-1,5 liradan 3-4 liraya ulaştı.”
YIL YİNE 2016. BU KEZ AYLARDAN ARALIK... “Ağır kış koşulları, tarım arazilerinde yaşanan afetler, dolayısıyla domates fiyatları yüzde 50’ye kadar arttı. Sofralık normal domates fiyatı 1 lira civarından 1,5 liraya yükselirken salkım domates ise dalında 2 liradan alıcı buldu. Türk ve Rus yetkililerin bir araya gelmesinin ardından uygulanan kotanın da kalkacağı ümit edilirken, ihracatın açılmasıyla birlikte fiyatların daha da yükselmesi bekleniyor.”
DEMEÇLER HEP AYNI
Aradan yıllar geçti Mayıs-Temmuz-Aralık aylarındaki haberler hiç değişmedi. Her yıl aynı aylarda inadına yükseliyor domates fiyatları. Türk yetkililerin konuyla ilgili araştırmaları ise sürüyor. Fiyat artışı haberleri nasıl benzeşse de konuyla ilgili verilen demeçler neredeyse birbirinin aynı...
* “Gıda fiyatlarındaki oynaklığı ortadan kaldırmaya yönelik yoğun çalışma içerisindeyiz.”
ASLINDA çok da değil. Türkiye’nin ilk uydu kenti Bahçeşehir’e ilk yerleşim 1994 yıllarında başladı. Kentin geride bıraktığı 23 yılını kısaca bir hatırlatmak isterim.
- Türkiye’nin en önemli, dünyanın sayılı uydu kent projelerinden biri olan Bahçeşehir projesi, 1996 yılında Birleşmiş Milletler Habitat II Konferası çerçevesinde, “Kurumsal Uygulamalar ve Projeler” ödülüne, 1997 yılında da Kanada’da “Yeni Kentsel Yerleşim Anlayışı” ödülüne layık görüldü.
- Yeşil alanların sulanmasına kaynak sağlamak amacı ile atık su arıtma tesisi kuruldu, tesisin ana amacı hem çevre kirliliğini önlemek hem de yeşil alanların sulanmasına yardımcı olmaktı.
- 26.000 m2 ile Türkiye’nin ilk ve en büyük yapay göleti ve 300.000 m2’lik park da bu kompleks içinde yer alıyordu.
- Bahçeşehir Belediyesi 1999’da kurulmuş ve kısa bir süre sonra da Avrupa Çevre Diploma (2001), Avrupa Şeref Bayrağı (2005) ödüllerini almış, uyguladığı belediyecilik anlayışıyla Türkiye’ye model bir belediye olmuştu.
- Türkiye’de ilk kez Aile Hekimliği uygulamasına, ilk kez kentteki bütün öğrenci çocuk ve gençleri belediye başkanının yetkisi ile donatarak “Çevre Müfettişi” olarak gönüllülüğünün sağlanmasına imza atıldı.
- Türkiye’nin ilk modern halk pazarını kurması, bir kamu kurumunda ilk kez İSO 9001 Kalite Standartları’nın uygulanması dikkat çekti.
Bahçeşehir Belediyesi 2010 yılında yeni kurulan ilçe Başakşehir’e bağlandı,