Paylaş
Örneğin Rusya lideri Vladimir Putin, Türkiye’nin Suriye’ye askeri harekât niyetlerine açıkça atıf yapmamakla birlikte genel bir çerçeve içinde Kuzey Suriye konusunda bazı görüş farklılıkları olduğunu ifade etti.
İran tarafı da Türkiye’nin askeri harekât ihtimalinden duyduğu rahatsızlığı en üst düzeyde ülkenin dini lideri Ayetullah Ali Hamaney üzerinden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a aktardı.
Ancak bu gibi farklılıklar bir tarafa bırakılırsa, Tahran Zirvesi üç ülke arasında Suriye üzerinde geniş bir mutabakat alanının bulunduğunu bir kez daha ortaya koydu. En önemli mutabakat başlığının, ABD’nin Fırat’ın doğusundan çıkması ve burada PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG üzerinden oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) projesinin sonlandırılması olduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi bu gözlemimizi Tahran Zirvesi’nden sonra yayımlanan “Türkiye Cumhurbaşkanı, İran Cumhurbaşkanı ve Rusya Cumhurbaşkanı Ortak Açıklaması” üzerinden göstermeye çalışalım.
ÜÇLÜ AÇIKLAMA: ‘ÖZYÖNETİM TEŞEBBÜSÜNÜ REDDEDİYORUZ’
Bu açıklamaya baktığımızda en önemli ifadelerden biri, Astana sürecinin bundan önceki bildirilerinde de rastladığımız üzere Suriye’de “Gayrimeşru özyönetim teşebbüsleri”nin reddedilmesidir.
“Özyönetim” ile kastedilen, Fırat’ın doğusunda ABD’nin himayesinde oluşturulan ve ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu özerk yapılanmadır. Bu yapı şimdiden uluslararası camiada birçok kesimde “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” kimliği ile kabul görmeye başlamıştır.
Buna karşılık Türkiye-İran-Rusya üçlüsü, “Terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişimi” reddettiklerini açıklıyorlar. Buradaki mesajın adresi, SDG’ye desteğini terörist DEAŞ’la mücadele ihtiyacı ile gerekçelendiren ABD’dir.
Keza bu üç ülke, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğünün yanı sıra, komşu ülkelerin (Türkiye) milli güvenliğini tehdit eden sınır ötesi saldırılar ve sızmalar dahil olmak üzere “ayrılıkçı gündemlere” karşı durma kararlılıklarını da duyuruyorlar.
Metindeki kayda değer bir başka husus, ülkenin toprak bütünlüğü hedefi vurgulanırken, “Suriye’ye ait olması gereken petrol gelirlerinin yasadışı olarak ele geçirilmesi ve aktarılmasına” karşı çıkılmasıdır. Kastedilen, ABD’nin himayesi altındaki YPG ağırlıklı özerk yönetimin belli ölçülerde Fırat’ın doğusundaki kuyulardan çıkartılan petrolün geliriyle finanse edilmesidir.
FIRAT’IN DOĞUSUNDA EKONOMİK YAPTIRIMLARIN KALKMASINA İTİRAZ
Bunun gibi önemli bir başka nokta, bu üç ülkenin “Tüm tek taraflı yaptırımları, ayrıca belirli bölgelere yönelik muafiyetler uygulamak suretiyle ayrılıkçı gündemlere yarar sağlayacak ve ülkenin parçalanmasına yol açabilecek ayrımcı önlemleri” de reddetmeleridir.
Bu ifadeyle ABD’nin yakın zamanda getirdiği bir düzenleme ile Suriye’ye uygulanan ekonomik yaptırımlarda Fırat’ın doğusundaki bölgeyi bu uygulamanın dışında tutacak olması anlatılıyor. Bu yönüyle ülkenin rejim kontrolündeki bölgesi yaptırımlarla cezalandırılırken, Fırat’ın doğusu bunun dışında tutulmaktadır.
Açıklamadaki bütün bu ifadeleri yan yana getirdiğimizde, Türkiye, Rusya ve İran’ın, ABD’nin Suriye’de Fırat’ın doğusunda izlemekte olduğu stratejiye karşı ortak bir çizgide buluştuklarını, Amerikan siyasetine karşı kuvvetli bir kararlılık ifade ettiklerini görüyoruz.
PUTİN: ‘ORTAK ZEMİNİMİZ ABD’NİN GİTMESİ’
Altını çizmemiz gereken bir nokta, açıklamanın dayandığı temel sütunlardan birini oluşturan bu ortak paydanın daha sonra her üç liderin medyaya beyanlarında da geniş bir yer tutmuş olmasıdır. Örneğin Rusya lideri Putin, zirveden sonraki açıklamasında “Dış güçlerin, Suriye topraklarında militanları kendi bencil jeopolitik amaçları için kullanma çabalarını izleyip bunu durdurmayı” bir ortak hedef şeklinde açıklamıştır.
Suriye’nin kuzeydoğusunda, Fırat’ın doğusundaki ağırlaşmış durumu bu bağlamda değerlendirdiklerini anlatan Putin, “Orada bazı ülkelerin desteğiyle Suriye’nin toprak bütünlüğüne aykırı olarak yasadışı yabancı askeri güç bulundurma ve ayrılıkçı hassasiyetleri kışkırtma çabaları var. Rusya tarafı olarak bize göre, Fırat’ın doğusundaki bölge, meşru Suriye hükümetinin kontrolüne geçmelidir” diye konuşuyor.
Rusya lideri, yine aynı başlıkta “Ortak bir zeminde hepimiz ABD askerlerinin bu bölgeyi terk etmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu birinci nokta. Suriye devletini ve halkını petrollerine yasadışı bir şekilde el koyarak yağmalamayı bırakmaları gerekiyor” diye ekliyor.
Keza İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi de “Amerikalıların Fırat’ın doğusundaki varlığı kabul edilebilir değil ve onların buraları terk etmesi gerekiyor. Suriye’nin topraklarının her noktasının Suriye’nin meşru hükümetinin denetimine ve kontrolü altına girmesi gerekiyor” şeklinde konuşuyor.
ERDOĞAN: ‘AMERİKA ORAYI TERK ETMEK DURUMUNDA’
Erdoğan da Tahran’dan dönerken gazetecilere açıklamaları sırasında Astana sürecinden çıkan bir tespiti “Amerika şu anda bir defa Fırat’ın doğusunu terk etmek durumunda” sözleriyle açıklıyor ve şunları ekliyor:
“Diyorlar ki, Fırat’ın doğusundan Amerika askerini çeksin. Şimdi buradan çıkacak bir netice Türkiye’nin de beklentisidir. Çünkü oradaki terör örgütlerini besleyen Amerika. Amerika terör örgütlerini beslediğine göre, biz de bu terör örgütleriyle mücadele ettiğimize göre, oradan çekildiği anda veya bu terör örgütlerini beslemediği takdirde bizim işimiz kolaylaşacaktır.”
ABD’nin Suriye’de teröre destek vermesi meselesinin üçlü zirvenin yanı sıra Erdoğan’ın İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney ile görüşmesinde de gündeme geldiğini anlıyoruz. İran yönetiminin resmi web sitesinde yer alan bu konudaki habere göre, Erdoğan, Hamaney ile görüşmesinde Batılı ülkelerin Suriye’de terörist gruplara yüklü silah desteği sağladığını söylemiş, özellikle ABD’nin yanı sıra Almanya, İngiltere ve Fransa’yı da bu ülkeler arasında saymıştır.
TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASINDAKİ AÇMAZI
Şimdi meselenin püf noktasına geçelim. Gerçekten de Türkiye, Rusya ve İran Cumhurbaşkanları’nın Tahran zirvesi çerçevesinde yaptıkları açıklamaların Suriye’nin toprak bütünlüğü ve ABD’nin Fırat’ın doğusuna dönük niyetlerine karşı çıkılması konularında çok büyük ölçüde örtüştüğüne şüphe yok.
Ancak ABD’nin buradan çekildiği bir senaryo için, İran ve Rusya liderleri kuvvetli ifadelerle Suriye’deki meşru hükümetin, yani Esad rejiminin rolünü ön plana çıkartırken, Erdoğan’ın açıklamalarında bu yönde bir vurgu yer almıyor.
Putin, Suriye’nin kuzeyine atıf yaparak “Durumu nasıl organize edeceğimiz ve istikrar kazandıracağımız hususunda görüş ayrılığı var... Bize göre uzun dönemli istikrarlı bir durum yaratmak için bölgeyi olduğu gibi Şam’daki resmi otoritelerin kontrolüne bırakmak gerekir” diye konuşuyor.
Ayrıca, Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü desteklemekle birlikte, Esad rejimiyle ilişkilerini normalleştirmekten bilinçli bir tercihle uzak duruyor. Bu durum kaçınılmaz olarak Türkiye’nin Suriye politikasında bir kilitlenmeyi beraberinde getiriyor, bir dizi çelişki yaratıyor.
Örneğin, Türkiye, önceki gün değindiğimiz ortak açıklamaya imza atarak aslında ABD’ye karşı birçok başlıkta Esad rejiminin yanında yer almış oluyor. Açıklamaya bakılırsa, ABD’nin Suriye’ye ekonomik yaptırım uygulamasına bile karşı çıkıyor. Ancak Türkiye bu desteği verirken Esad rejimiyle diyaloga girmekten de kaçınıyor.
Tahran Zirvesi, Türkiye’nin Suriye politikasındaki bu açmazın daha belirgin bir şekilde görülmesine yol açmıştır.
Paylaş