Paylaş
Bugünkü yazım, her zamanki üslubumla olgular üzerinden kaleme alınmış bir metin değil.
Ukrayna konusunda sıkça duyduğumuz, kamuoyunun belli kesimlerinde de rağbet gören bazı anlatılara itibar etmemiz halinde, Rusya lideri Vladimir Putin’in Ukrayna’da Batı tarafından oyuna getirilmiş bir devlet adamı olduğunu kabullenmemiz gerekiyor.
Hemen baştan belirteyim. Ben böyle düşünmüyorum ve kendisinin Ukrayna’da izlediği savaş stratejisindeki her adımını çok uzun bir zamandır planlayarak, ölçerek, biçerek attığına inanıyorum. Onu,
sivil-asker binlerce insanın ölümüne yol açan, egemen bir ülkeye tecavüz eden bir işgalci olarak görüyorum.
Ama bir an için Putin’in Amerika ve NATO tarafından oyuna getirilecek kadar saf biri olduğunu kabullenseydim, kendimi olgulara bağlı hissetmeden kaleme alacağım yazım şöyle bir seyir izleyebilirdi:
*
Doğrusu eskiden beri kendisinin özellikle KGB geçmişine, hatta teşkilatta alt kademe görevlerden başlayıp en tepe noktasına kadar yükselmesine bakarak, kolay kolay kül yutmayacak biri olduğunu hep düşünmüştüm Vladimir Putin’in.
Bu kadar tecrübe sahibi, attığı her adımın siz deyin beş, ben diyeyim on hamle sonrasını bile hesaplayabilen bir istihbaratçının, karşı tarafın onu köşeye sıkıştırmak, bütün dünyanın gözü önünde zayıf duruma düşürmek için hazırladığı ince planı çok iyi okuyacağına, güçlü sezgileriyle daha ilk anda hemen teşhisi koyacağına inanıyordum.
Öyle ya, usta satranç oyuncuları, karşı tarafın hamlelerini okumakta mahirdirler. Okuyabildikleri içindir ki oyun içinde oyun kurup rakiplerini kendi oyunlarında mat ederler. Siz ona tuzak kurduğunuzu zannedersiniz, bir bakarsınız günün birinde kendinizi farkında olmadan onun kurduğu tuzağın içinde kapana kısılmış halde bulmuşsunuz.
Ama şimdi geriye dönüp baktığımda, yanıldığımı görüyorum. Pek öyle biri çıkmadı Putin. Kalıbının adamı değilmiş. Büyük hayal kırıklığı.
*
İşin şöyle kotarıldığını zannediyorum. ABD’nin, muhtemelen CIA’in Virginia Langley’deki merkezinde çok önceden hazırladığı ve sonradan bütün Avrupalı NATO müttefiklerine de kabul ettirdiği senaryo çerçevesinde, Rusya ve Putin Ukrayna’da aşama aşama bu savaşın içine çekilecekti. Böylelikle, A) Putin’in prestijine ağır bir darbe indirilecek, B) Rusya güçten düşürülecek ve C) Nihayetinde artık Batı dünyası için bir tehdit olmaktan çıkartılacaktı.
Zaten daha 2008 başında NATO’nun Gürcistan ve Ukrayna’yı prensip olarak ittifaka üye yapma kararını alması bu stratejinin ilk hamlesi olmalıydı. Rusya, buna aynı yıl Gürcistan toprakları içinde Güney Osetya ve Abhazya’yı işgal ederek karşılık verdi.
Şu işe bakın ki, Batı, Rusya’nın Kafkasya’daki bu jeopolitik yanıtına kuvvetli bir tepki göstermedi o zaman. Bu tepkisizlik, bana sorarsanız aslında başlı başına yanıltıcı bir taktik mülahazaya dayanıyordu. Bu şekilde Putin’de “Batı benimle çatışmayı göze alamıyor” düşüncesinin yerleşmesini hedefliyorlardı.
Aynı stratejinin bir sonraki adımını 2014 yılında attı Batılılar. Şöyle ki, 2014 yılında Ukrayna halkının AB’den yana güçlü bir tercih göstermesine Putin, Ukrayna sınırları içindeki Kırım’ı işgal edip ilhak ederek, ardından Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesindeki ayrılıkçı hareketlere müdahil olarak karşılık verdi. Sonrasındaki gelişmelerde NATO’nun sergilediği tutumda bu stratejinin izdüşümlerini görüyoruz. Batı, 2008’de Gürcistan’da yaptığı gibi oldukça cılız sayılabilecek bir tepki sergiledi Kırım’in işgal ve ilhakı karşısında.
Galiba taktik aynıydı. Tepkisiz kalıp ya da tepkiyi düşük bir eşikte tutup, yaptığının yanına kâr kalacağı düşüncesini Putin’de pekiştirmek... Bunun için kendisini her seferinde daha büyük bir hatanın içine çekmek, hatta gerekirse tahrik etmekten de kaçınmamak. Biraz argoya kaçacak ama buna “Gel gel yapmak” deniyor galiba.
*
ABD’nin Ukrayna’nın bir an önce NATO’ya alınması için bastırmasına karşılık, Almanya ve Fransa’nın “Ama Rusya tahrik olur” diyerek bu hedefin hayata geçirilmesini önlüyor gibi yapmaları da yine çok kurnazca bir yanıltma taktiğiydi. Böylelikle, NATO içinde Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda görüş birliği yokmuş görüntüsü vermeye çalışıyorlardı. İstihbaratçılar çok iyi bilir, bu gibi mizansenler gerçek niyetinizi örtmek için başvuracağınız klasik perdeleme taktikleridir gerçeklikte.
Bu tahrikler o raddeye vardı ki Rusya için varoluşsal bir mesele ve yaşamsal bir güvenlik önceliği haline geldi. Tabii o noktada Putin’in bu kadar üstüne gelinince kendisinin ciddiye alınması gereken bir güç olduğunu bütün dünyaya göstermesi kaçınılmazdı. O da Ukrayna sınırına 150 bin askerini yığarak tatbikatlara başladı. Bu tür manevralar her zaman yapılır ve karşı tarafa mesajınızı verip ciddiyetinizi de göstermiş olursunuz.
Tam bu noktada ABD’nin sinsice planı yine devreye girdi. Her vesileyle Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceği, hatta işgal etmek üzere olduğu mesajları birden ortalığı kapladı. Sizin anlayacağınız küresel ölçekte büyük bir kaotik belirsizlik ortamı yaratıldı.
Rusya, kendisini bu tahriklerden korumak, bu kriz sarmalını dağıtıp bölgesinde bir istikrar ortamı tesis etmek durumundaydı. Sonunda mecbur kaldı Ukrayna’ya girmeye. Meşru müdafaa hakkı diye bir şey var... Ayrıca, Batı’nın daha önceki tepkisizliğine aldanıp, “Nasıl olsa bir şey olmaz, daha önce olduğu gibi NATO bir iki bildiri yayımlar, sonra yeni bir denge buluruz. Zaten Avrupalılar doğalgazı bizden alıyor. Ne yapabilirler ki?” diye düşünmüştü muhtemelen Putin.
Bakın nasıl da tuzağa düşürdüler koskoca Rusya’yı. Sonunda Putin’i kuzey cephesinde yenilgiye uğratıp buradan, Kiev civarından geri çekilmeye zorladılar. İşte bütün bunlara tanıklık edince, Putin’in daha baştan usta bir istihbaratçı olarak yıllardır kendisine kurulmuş bu tezgâhı görmesi gerekirdi diye düşünüyorum.
İstihbaratçı zekâsında zafiyet olduğu aşikâr.
*
Biliyorum, olayların bu akışı karşısında zihninizde asılı duran bazı sorular var ve onlara da yanıt arıyorsunuz; örneğin 5 milyona yakın insanın neden Ukrayna’dan kaçtığı sorusu gibi...
Daha zor sorular da var, kabul ediyorum. Binlerce insanın, çocukların hayatlarını kaybetmesi, Buça’da bu kadar sivilin ölmesi... Yollardaki cesetler... Hepimizin yüreğini parçalayan o görüntüler...
Bunların hepsinin Batı propagandası olduğunu düşünmek pekâlâ mümkün. Batı’nın küresel düzeyde bir algı yaratmak istediği zaman ne kadar ustalıkla gerçeği istediği gibi kurgulayabildiğini bilmiyor muyuz? Bunların hepsi Putin’in saygınlığına zarar vermek için bilinçli bir şekilde yayılan Batı propagandası.
Yıkılan binalar, enkaz halindeki yerleşim alanları derseniz, Hollywood tasarımlarında yaratılan sanal gerçekliğin yabancısı değilsiniz herhalde... Önerim, Batı propagandasından biraz uzak durmanız, kendinizi korumanız. Biraz da Rusya’nın propagandasına, onların verdikleri mesajlara kulak vermeyi neden denemiyorsunuz?
Bütün Ukrayna’nın Neonazilerin egemenliğine geçmek üzere olduğunu ne zaman göreceksiniz? Volodimir Zelenksi isimli o komedyenin Yahudi olduğunu iddia etmesine bakmayın, Hitler’in sapkın dünya görüşünü içselleştirmiş bir Neonazi’dir aslında kendileri.
Ayrıca Neonazilerin nüfuz alanının Ukrayna üzerinden Türkiye’ye kadar yaklaşmakta oluşu bizim ulusal çıkarlarımız bakımından iyi bir şey mi olacak zannediyorsunuz?
Milli Güvenlik Kurulu ne zaman tehdit değerlendirmelerine alacak bu Neonazi tehdidini? Daha ne bekleniyor?
*
Şimdi kurgusal metne noktayı koyup gerçeklere dönebiliriz. Putin’in saf biri olduğuna inansaydım belki yukarıdaki gibi bir yazı yazmayı düşünebilirdim. Ancak gerçeklerin dünyası bize hiç de öyle biri olmadığını söylüyor.
Paylaş