Paylaş
Bursa’nın oğlu, İstanbul’un babası ey sultanlar şehri Edirne, kızanım sana doyamadık yine geleceğiz. Sanmayın ki bu sözleri bir şair veya bir halk ozanı söylemiş. Bir Edirne keşfi sonrasında bu sözleri ben söyleyerek, şehirden hüzünle ayrılmıştım. Çok kültürlülüğü, hoş görüyle kabullenmiş, ortak yaşama kültürünü oluşturmuş, dünyanın en neşeli toplumu Romanları içine almış, mutlu ve huzurlu yaşamın sırrını çoktan keşfetmiş, en şenlikli kentimiz Edirne’yi sevmemek mümkün değil.
1361 yılında Osmanlı Devleti tarafından fethedilen Edirne, Osmanlı’nın Rumeli’yi fethetme planlarında da çok önemli bir askeri üs olmuş, stratejik konumunu da uzun yıllar devam ettirmiştir. Sultanlar şehri Edirne, 1453 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin başkentliğini yapmış, aynı zamanda da Osmanlı şehzadelerinin dillere destan sünnetlerine, düğünlerine ev sahipliği yapmıştır.
Aylarca süren bu şölenlerdeki sofralar yüzyıllar boyunca kulaktan kulağa, dilden dile aktarılmış.
Dönemin en önemli hastanesi
Osmanlı tarihi boyunca padişahların her zaman en sevdiği, en gözde şehirlerinden olan Edirne, aynı zamanda Osmanlı’nın kültürel ve tarihi varlıklarını, mimarisini en iyi yansıtan eserleri görebileceğiniz muhteşem bir yer.
Edirne’nin zengin kültürel mirasının bir göstergesi, bir baş yapıt olan Selimiye Cami’yse, diğeri de Tunca Nehri kıyısındaki Şifahane yani Darüşşifadır.
Sultan II. Bayezid tarafından 1484-1488 yılları arasında yaptırılan Edirne Darüşşifası aslında döneminin çok önemli bir hastanesidir. Gezip gördüğüm tarihi eserler arasında beni çok etkileyen, eşsiz bir mimari eser.
Evliya Çelebi’nin “Orada öyle bir darüşşifa vardır ki; dil ile tarif edilmez, kalem ile yazılmaz” diyerek tanımladığı bu hastanenin en büyük özelliği, hastaların müzik, su sesi, güzel kokular ve yemekle tedavi edilmesiymiş.
Burada günde 250 kişiye yemek pişirilen bir aşevinin, imarethanenin yanı sıra bir de her hastanın ağız tadına göre de öğün hazırlanan başka bir matbah (mutfak) daha varmış.
Ayrıca hastalara özel karışım macun hazırlanan bir bölüm de inşa edilmiş.
Hastalara verilen oğlak çorbası
Hekimlerin tavsiyeleriyle hazırlanan yemekler arasında,keklik, sülün, kaz, ördek, oğlak, balık, kuzu, tavuk, piliç kullanımı yaygınmış. Hekimler özellikle hastaların tedavisine yardımcı olacak çorba, aş ve tatlıları tavsiye ederlermiş.
Çorbalarda en çok arpa ve mercimek pişirilir, özellikle et suyuna yapılmasına özen gösterilirmiş. Et suyu olarak da en çok kümes hayvanları ile oğlak, kuzu eti tercih edilirmiş. Çorbalar daima, içine eklenen ekşi nar suyu, erik ekşisi, sirke, sumakla servise sunulurmuş.
Süt emen kara oğlak etinden yapılan oğlak çorbası hem besleyici hem de sindirimin kolay oluşu nedeniyle sık sık hastalara verilirmiş. Yemeklerde gaz sancısına çok iyi geldiğine inanılan badem ve susam yağı sıkça kullanılırmış.
Hıçkıran hastaya asma yaprağı, sindirim zorluğu çeken hastaya gül macunu, midesi ağrıyan hastaya ise bade eriği verilirmiş. Döneminin en önemli sağlık ve sosyal merkezinde hastaların tedavisi ücretsiz yapılır ve bedelsiz ilaç dağıtılırmış.
2004 yılında Avrupa’nın en iyi müzesi ödülüne layık görülen Darüşşifa Sağlık Müzesi, aynı zamanda Osmanlı mimarisinin muhteşem yapıtlarından biri olarak ziyaretinizi bekliyor.
Paylaş