“Sepette Güneş” gibi terimler güneşin yüzünü gösterdiği spor faaliyetleri için kullanılır. Örneğin, hava şartları futbol için kötü bile olsa futbolcular çoğu kez sahaya çıkıp maçını oynar. Fakat seyirciler maça gidip gitmemekte serbest. Sonuç olarak açık havada oynanan futbol maçlarına hava şartlarının etkisi çok büyük.
Şiddetli hava şartları, güçleri farklı olan rakipleri biraz dengeler. Zayıf olan takımın bu şartlarda berabere kalmak veya teknik olarak güçlü takımı yenmek için daha fazla şansı vardır. Bunun belli başlı nedenlerinden biri, ağır hava ve saha şartlarında kötü ve isabetsiz paslardır. Kötü bir pas, olmadık bir yerde top kaptırma, diğer oyunlardaki joker gibidir ve çoğu zaman maçı kimin kazanacağını belirler.
HAVA KOŞULLARI AVANTAJ YA DA DEZAVANTAJ OLABİLİR
Bununla beraber, tekniği kuvvetli olan takımlar rüzgarlı günlerde rakip geçmede, adam eksiltmede ve şut atmakta tekniği zayıf olan takıma göre daha avantajlı duruma geçer. Rüzgarlı havalar aynı zamanda kısa paslarla gole gidebilen takımlar için bir avantajdır.
Maç için kötü olan hava şartları yoğun savunma mücadeleli bir maç ve düşük gol sayısı demektir. Yağmurlu havalarda ıslak zeminlerde oynayan futbolcular sakatlanmaktan çekindikleri için de daha yavaş ve savunma ağırlıklı oynamak isterler.
Bazı takımlar kendilerine çok uygun hava şartlarında oynarken diğerleri onlar için ekstrem sayılacak hava şartlarında oynamak zorunda kalabilir. Örneğin, İrlanda Milli takımı için 15 santigrat derecede maç oynamak, Kamerun’a karşı önemli bir avantaj. Benzer şekilde Suudiler için çok sıcak ve kuru bir gün Almanlara karşı büyük avantaj. İyi kondisyon tutmuş bir takım sıcak ve nemli havada, fiziksel olarak daha güçsüz olan bir takıma karşı avantajlı sağlayabilir. Ayrıca yüksek rakımdan gelen takımlar, örneğin Ekvator, Hollanda gibi deniz seviyesinden gelen takımlara karşı daha avantajlı olabilirler. Soğuk havalar genellikle düşük tempolu oyun için uygun değildir; böyle havalarda çok ve daha iyi koşan takım daha fazla avantajlıdır.
EN ÇOK ETKİLENENLER YABANCI FUTBOLCULAR
Bunlar sadece bir kaç faktör, fakat hava şartlarına dikkat etmek ve onu dikkate almak futbolcu performansı ve futbol maçlarının sonucunu tahmin etmenize yardımcı olacaktır. Aslında sadece maçların değil aynı zamanda maçtan maça ve mevsimden mevsime yabancı futbolcuların performansını da daha iyi tahmin edip değerlendirebilirsiniz.
“Ağustosta Türkiye’ye ne yağdı” diye etrafımdakilerle şöyle bir sordum. Aldığım cevaplara göre hâlâ içinde bulunduğumuz ayda ülkemize “övgü, lanet, tepki, ceza, meşale, gol, ödül, bomba, taş, nur ve dolu” yağmış! Yani herkesin ilgi alanına göre bir şeyler yağmış. Bunların arasından beni daha çok dolu yağışı ilgilendiriyor.
NE ZAMAN YAĞMALI BÜYÜKLÜĞÜ NE OLMALI
Aslında beni ilgilendiren bizim milletin yaz aylarında dolu yağmasına şaşırması! “Ne yani dolu ne zaman yağsın” diye sorduğumda “her mevsimde yağar” deniliyor. Peki gazetelerin şu başlıklarına ne demeli? “Yaz günü dolu yağdı! Ankara’ya haziranda kar yağışı gibi dolu yağdı, Temmuzda Erzurum’a dolu yağdı!” Şimdi beni “dolu ne zaman yağar” diye bir merak aldı ki sormayın! Bir de dolunun büyüklüğü hakkında anlaşmazlıklar var; kimi “ceviz”, kimi de “taş” büyüklüğünde yağdı diyor… Dolu taşı olur mu?
Taş ya da ceviz büyüklüğünde dolu yağınca kafası yarılanla karşılaşmadım, duymadım ama kaçıp bir yere sığınamayanlar da var. Örneğin dolu yağışının özellikle bazı ev ve araçların camlarını kırması, çatılara zarar vermesi çok sık görülen bir olaydır. Benim en çok üzüldüğüm bostanlardaki sebzelerin, bağlardaki üzümlerin zarar görmesi. Hele yazın başında dolu yağarsa kavun, karpuz, lahana, biber, domates ve taze fasulye ile üzümler büyük ölçüde zarar görür. Geçen hafta yağan doludan sonra annem aradı, bahçedeki fındık, elma ve armutların yere döküldüğünü söyledi. Hemen gidip onları toplamam için talimat verdi!.. Yani dolu dolaylı olarak annemi kızdırıp bana da çok zarar veriyor...
İSTATİSTİKLERDEN ÇIKAN SONUÇLAR
Türkiye’de en çok dolu yağışının görüldüğü aylar sırasıyla haziran, mayıs, nisan, temmuz ve ağustos. Kayıtlarımıza geçen dolu afetlerinin yüzde altısı ağustosta görülmekte. Diğer bir deyişle nisan-ağustos aylarında ve de özellikle İç Anadolu’da dolu yağışı çok normal bir olay. Yani anlayacağınız, “Aaaa yazın ortasında dolu yağıyor” demenin hiç bir alemi yok. Bu arada eğer şaşırmamız gerekiyorsa Tarım Sigortaları Havuzu’nun (TARSİM) bitkisel üretim bazında ödediği sigorta kayıplarının başında dolunun gelmesine şaşın. Öyle ki TARSİM’in 2010 yılında ödediği hasarlar, 2009 yılına göre, yüzde 82 artmış.
Tarım sektörü üstü açık bir fabrika. Dolu yağışının sonuçları gelirini tarımdan kazananlar kadar bu ürünlere bağımlı olan biz tüketicileri de yakından ilgilendiriyor. Bu nedenle, dolu tahmini, erken uyarısı ve afet sigortası dahil olmak üzere doludan korunma ve bulutta dolunun büyümesini önleme çalışmalarına önem vermeliyiz.
EN BÜYÜK DOLU NEBRASKA’YA DÜŞTÜ
Doğal oluşmuş yüzen adaları Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Bulut’dan duydum. Hoca “Türkiye bir yüzen ada cenneti” diyordu. Daha sonra Bingöl’ün il ambleminde yüzen ada olduğunu gördüm. Adı bana bin tane gölü olduğunu düşündüren bu ilimizin yüzen adası da olması normal. Fakat bizim bundan millet olarak habersiz olmamız çok tuhaf. Sonra yüzen adayı yat sanıyoruz!
Hocaya göre, rüzgarla hareket eden yüzen adalar, bitki kök ve saplarının, canlı kök ve çürüklerinin birikmesi ve yapışıp sıkı keçemsi bir doku oluşturmasıyla meydana geliyor. Rüzgarla yer değiştiren adalar, büyüklüklerine göre sırıklarla da itilebiliyor. Oluşumu yüzlerce hatta binlerce yıl süren adaların bilinçsiz yararlanma sonucu kısa sürede yok olabileceğini ve bu nedenle turizme kazandırılması kadar korunması da önemli sayılıyor. Bu doğa harikalarını mutlaka görmeli ve Bulut’a şimdi geç kalmadan kulak vermeliyiz.
ÜSTÜNDE AĞAÇ YETİŞİYOR
Bingöl’ün turizmi doğa güzelliklerine dayanıyor. Solhan ilçesine bağlı Hanzarşah Köyü Aksakal Göl mezrasında da hareket eden, yani yüzen üç ada var. Üstlerine binildiği zaman sal gibi her tarafa hareket ediyorlar. Ekvator civarında kırık mercandan oluşan yüzen adalar da var ama üzerlerinde hiç bitki yok. Örneğin,
Bingöl’de bir adanın üzerinde 5 tane bodur ve dişbudak ağacı var. Buradaki ot köklerinin sarıcı olması nedeniyle toprak tamamen bitki kökleri ile kaynamış ve yapışmış durumda.
Maalesef Türkiye’de yüzen adaları sadece yerel nüfus biliyor. Bulundukları yerlerde halk tarafından farklı adlandırılmışlar. Prof. Dr. Bulut Hoca yüzen adaların yerel adlarını şöyle: Akşehir Eber Gölleri’ndeki yüzen adaya “Giden Ada” demişler. Başka yerlerde Hopa, Hopal, Saz, Sazak gibi isimler de verilmiş. Bunların hepsi bu adaların hareketli olduğunu gösteriyor. Rize’de yüzen adaların adına “Post veya Posti” diyorlar. Yani vücutla ilgisi kalmamış bir deri gibi; adanın hiç bir yerle ilişkisi yok...
TÜRKİYE’DEKİ TOPLAM SAYI 100 CİVARINDA
Bulut’a göre Türkiye’de yüzen adalar yeterince tanıtılamamış. Yüzen adalar biyolog ve zoologlarca çalışılması gereken konular. (Hoca, meteorolog demediği için çalışma konusunu üstüme hiç almıyorum! Ama bana dibe hiç değmeden suyun üstünde yüzen ve üzerinde ağaç yetişen bir cisim ilginç geliyor. Kara parçasına benzeyen bu cisim nasıl oluyor da sudan hafif oluyor?) Tanıtılması ve turizme açılması önemli ama korunması ve sürdürebilirliği daha da önemli. Ülkemizin bir yüzen ada cenneti olduğunu kabul etmemek imkansız. Hoca bu adaların günümüzde bilinen 22 taneden çok daha fazla sayıda örneğin en az 100 civarında olacağını düşünüyor.
Kim 500 milyar İster bilgi yarışması sadece denizle ilgili olsa kaç lira kazanırdık? Buyurun bir test edelim bakalım kaç kuruşluk deniz bilgimiz var...
(Hora ve Yunus-S Gemilerinin inanılmaz maceraları, Siyah Mercan, Gemi nerede batar, Kardak Şehitleri Parkı gibi pek çok ilginç konu “Deniz Yazıları” adlı kitapta. Prof. Dr. Bayram ÖZTÜRK’ün yazdığı ve 2011’de İlke Kitap’tan çıkan bu kitap kısa yazılarla sizi engin deniz dünyası bilgileriyle zengin ediyor. Tabii ki okursanız!)
- 1) Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın soyadı ile anılan “Nasrallah balığı aşağıdakilerden hangisidir?
· A) Melanurya
· B) Vatoz
· C) Çizgili yayın balığı
· D) Yılan balığı
- 2) Su ürünlerinde 3T nedir?
Evet benim gibi bazı insanlar iki parmağını dudaklarına götürüp tiz bir ses çıkararak ıslık çalamaz. Ama ıslık çalmanın başka bir şekli daha var: Örneğin, herkesin övgüler düzdüğü şeylerin aslında yanlış olduğunu söyleyebilmek de bir çeşit ıslık çalmaktır. Maalesef yanlış uygulamaları bir otobüs gibi şıp diye durdurmak mümkün değil. Olsun durmak yok, ıslık çalmaya devam edeceğiz!
MODEL ABD’DEN STANDART TÜRK
Bence, “Polat Tower Residence yangınını bir uyarı olarak nitelemek lazım” diyen Mehmet Bayramoğlu, çok iyi ıslık çalanlardandır. Kaliforniya’da uzun yıllar yüksek binaların yangın güvenliği konusunda çalışmış bir mühendistir. 10 yıl önce hasta annesiye ilgilenmek üzere Türkiye’ye dönen Bayramoğlu’nu ne zaman görsem Türkiye’deki yangın yönetmeliklerinin eksikliklerini ve yanlış uygulamaları bıkıp usanmadan anlatır durur. Aslında onu yetkililer dinlemeli!
Bayramoğlu’na göre, Türkiye’de binaların yangından korunma yönetmeliği çok genel yazılmış. Ayrıca, büyük alışveriş merkezlerinin üzerinde konut olmaz, diyor. Maalesef, “bu yönetmelikte tanımlanmamış olan ve açıklık gereken hususlarda uluslararası geçerliliği kabul edilen standartlar kullanılır” demişiz ama bu eksik hususların ne olduğu ve bunların uluslararası standartlarda nasıl çözülmüş olduğuyla ilgilenen pek yok.
Ülkemizdeki mevcut yangın yönetmeliği gelişmiş ülkelerdeki benzerleri kadar yüksek binalar konusuna ayrıntılı şekilde eğilmiş değil. Diğer deyişle, Türkiye’deki yangın yönetmeliği ve dolayısıyla bu yönetmeliğe göre ülkemizde yapılan çok katlı binalar dünya standartlarına uymuyor. Örneğin, AVM üstünde konut olmamalı. Gökdelen aslında ofis binasıdır. Çok katlı binaları dış görünüşüyle, örneğin ABD’den, kopyalıyoruz ama insan ve yangın güvenliği için ABD’deki standartları uygulamıyoruz. Türkiye’deki problemin kökünde de zaten bu yatıyor!
YANGIN KONTROL ODASI NEDEN YOK
Örneğin, Amerikan Yangın Yönetmeliği’ne göre, 25 metreden yüksek, 18 bin metrekareden büyük alan kullanan çok katlı binalarda, “Yangın Kontrol Odası” yapılması şart. Bayramoğlu’na göre, bu odalar itfaiyenin yangına müdahalesi için elzem. Ama Türkiye’de böyle bir uygulama yok. Özetle, “akıllı bina yangın söndürmez, yangını her zaman itfaiye söndürür” diyor. Bu konudaki TV açıklamasını dinlemek isterseniz YouTube’da ismiyle aramanız yeterli.
2022 Dünya Futbol Kupası organizasyonun Katar’a verilmesi rüşvet iddialarıyla birlikte iklim koşulları tartışmasını da beraberinde getirdi. Dünyayı “bu kadar sıcakta maç nasıl oynanacak, oynansa da stadyuma kim gelir” diye aldı bir düşünce ki sormayın gitsin. Bunun üzerine “radyant soğutma” teknolojisi imdada yetişti. Bazıları buna ne lüzum var, maçlar güneş battıktan sonra oynasın, dediyse de Katar’da harcanması gereken para, kasada durmaz... Zaten toprağı, havası enerji zengini. Al güneş enerjisini, soğut memleketi! Para da var satın alınacak teknoloji de. Türkiye’de de güneş ve para var ama nem işi bozuyor mu ne?
NEM NE OLACAK
İnsan vücudu sıcak bir cisim olarak sürekli olarak etrafına enerji yayar. (Bazıları negatif enerji yayar ama olsun!) Vücudun etrafa yayarak kaybettiği enerji, çevresinde ona gelen enerjiden büyük olduğu zaman soğur. Bu soğuma kışın fazla olunca üşürüz. Yaz aylarında ise hava sıcaklığı vücut sıcaklığına yaklaştığında işimiz zorlaşır. Etraftaki cisimlerin sıcaklığı benzer ya da daha yüksek olduğunda vücut sıcaklığını kontrol etmekte zorlanır ve hatta soğumak yerine aldığı ilave enerji sayesinde daha da ısınır. İnsan gerektiğinde enerjisini dışarıya vermezse ölür. O yüzden yazın güneşte pişmiş yüzeylerden, lambalardan, motorlardan, kompresörlerden, soba, fırın, kurutma makineleri, bilgisayarlardan uzak durulmalı!..
Bu nedenden Türkiye’de klimalar, yani mekanik soğutma sistemleri kullanılır. Katar’daki stadyumlarda ise radyant soğutma sistemleri kullanılacak. Ne de olsa sıcak ve kuru çöl ortamlarında harika çalışıyor. İçinden soğuk bir sıvı dolaşan paneller etraflarındaki canlıların yaydığı enerjiyi yutup onları rahatlatıyor. Boru ve panellerde sıvıyı dolaştırmak için güneş enerjisi yeterli. Açık havada maç seyredenler için havalandırma derdi de yok. Ama nemli ortamlarda soğuk panel ve borular üzerinde nem gidip yoğuşarak rutubete, çok kaygan zeminlere, çürüme ve paslanmalara neden oluyor.
Özetle radyant soğutma sistemlerinin soğuk yüzeyleri havadaki nemin gizli enerjisini yutmaz. Gizli ısı aslında o kadar da gizli değil! Elinizde soğuk bir içecekle sıcak ve nemli günde dışarıda oturduğunuz zaman o hemen bardağın yüzeyinde oluşan su damlacıklarıyla kendini gösterir. Evet, bardağın dışındaki su havanın neminden geldi. Bardağın yüzeyini ıslatan bu suyun enerjisi de bardağa geçer. (İşte bu yüzden bardağa sürekli buz koymak zorundasınız.) Radyant soğutma (havadaki nemin yokluğunda) hissedilen ısıyı, yani kuru sıcaklığı emmek için kullanılır.
ARAPLAR ŞANSLI
Bu nedenlerden dolayı konfor açısından ortam içindeki ısının çekimiyle beraber, iç hava kalitesinin korunması ve hava sirkülasyonunun sağlanması zorunluluğu, panel tesisatlarının havalandırma sistemleriyle beraber kullanılmalarına neden olmakta. Aynı zamanda oda içerisindeki nem seviyesinin kontrolü de panel tesisatları için sınırlayıcı bir unsur. Bu nedenle de ülkemizde mekanik sistemler daha yaygın bir şekilde kullanılmakta.
Bazen de “Türkiye’de her 8 yılda bir hafif; 16 yılda bir şiddetli kuraklık olur” gibi yüksek makamlarca ifade edilen hayali rakamlar vardır. Bunların yanlış olduğunu bilgi ve belgelerle göstermeme rağmen bu tür ifadeler TBMM İklim Değişikliği Araştırma Komisyonu Raporu’na bile girmişti. Klasikleşen ama temelde yanlış olan bilgi veya inanışı ortadan kaldırmak çok zor!
NELER DİKKATE ALINMALI
Bilindiği gibi su yapılarının projeleri 50-100 yıl veya daha uzun süre verimli kullanılabilecek şekilde tasarlanır. Tasarımda şu ana kadar baş vurulan en temel yöntem, suyun bir noktasında uzun yıllar ve belirli bir zaman aralığında yapılan ölçümlerinin oluşturduğu zaman serilerini kullanmaya dayanmaktadır. Bu tür zaman serileri vasıtasıyla suyun geçmişte ulaştığı en yüksek seviye (değer, debi), bu seviyenin aşılma olasılığı ve en yüksek seviyenin tekrar görülme süresi belirlenip gelecekte de benzer davranışları göstereceği tahmin edilmektedir. Yani uzun yıllar boyunca bir noktadaki su miktarlarına ait zaman serisinin bilinmesi, kuraklık için depolanacak ya da selde kontrol altına alınacak olan suyun planlanmasına yardımcı olmaktadır.
HESAP NEDEN ŞAŞAR
Hidro-meteorolojide zaman serilerinin istatistik analizindeki ana kabul, iklime ve zaman serisine ait (ortalama, varyans, mod, medyan, standart sapma, trend gibi) temel özelliklerin zamanla değişmediği, yani durağan olduğu şeklindedir. Küresel iklim değişikliği, su havzalarındaki şehirleşme ve su yapılarının inşası gibi nedenlerle iklim şartlarının ve zaman serilerinin artık sabit ya da durağan olmadığı; aksine önemli ölçüde değiştiği bilinmektedir.
Böylece istatistiksel özellikleri sabit olmayan bir zaman serisindeki en yüksek ya da en düşük su seviyelerinin tekerrürü, tekrarları, dönüş periyodu, aşılma olasılığı gibi davranışları da zaman içinde önemli ölçüde değişmektedir. Bu nedenle, hidro-meteorolojik proje çalışmalarında yaygın olarak kullanılan klasik “aşılma olasılığı”, “dönüş periyodu” gibi kavramları artık “nonstasyonerlik” koşulları altında geçerliliğini yitirmektedir. Diğer bir deyişle hidro-meteorolojik kayıtlar durağan olmadığı için serinin özelliklerini tanımlayan parametreler zamanla değişmekte ve artık standart istatistik yöntemleri uygulanamamaktadır. Halbuki selden korunmaya yönelik mühendislik çalışmaları belirli bir dönüş periyodu üzerine oturtulmuştur.
EZBER BOZMAK MÜMKÜN MÜ
Küresel iklim değişikliği gibi insan etkilerinden dolayı hidrolik yapı tasarımları yalnızca yapının proje ömrünün sonlarına doğru beklenen rejimi göz önüne almakla kalmamalı, ayrıca yapının tüm yaşamı boyunca geçerli riskleri de içermelidir. Bu nedenlerden dolayı mühendislik uygulamalarında sık sık kullanılan klasik dönüş periyodu kavramının kullanışlılığı sorgulanır hale gelmiştir. Çünkü dönüş periyodunun değeri zaman içinde değişmiştir. “Belli periyotlarla sel ya da kuraklık olur” şeklindeki ifadeler de artık geçerliliğini tümüyle yitirmiştir.