Paylaş
Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemi arabuluculuğun yaklaşık 1000 yıl öncesine Selçuklu dönemine kadar uzanan “Muslihun” uygulamasına dayandığını biliyor musunuz? Osmanlıca’da “Muslihun,” “Islah edenler. Düzeltip iyileştirenler. Terbiyeciler” anlamına geliyor. O dönemde, “Muslihun” uygulaması günümüzdeki arabuluculuk gibi işliyordu. Tarihte İstanbul, Edirne, Bursa arşiv belgelerine göre bu kişiler o yörenin ileri gelenleri arasından seçiliyordu. Taraflar “Muslihun”da anlaşıp sulh oluyorlar. Daha sonra bu anlaşma tıpkı bir arabuluculuk tutanağı gibi mahkemeye onaylatılıyordu. Böylece o dönemde de “Muslihun”da anlaşanlar şimdi olduğu gibi aynı konuda bir daha mahkemeye gidemiyordu.
MUSLİHUN’DAN BİRLİĞE
32 yıllık kıdemli hukukçu Adalet Bakanlığı Arabululuk Kurulu Üyesi avukat-arabulucu Yakup Erikel, Türk arabulucuların 1000 yıllık “muslihun” geleneğinin kültürel kodlarına dayalı yeni bir modelle önce Türk Cumhuriyetlerine sonra dünyaya açılması hedefiyle Türk Dünyası Arabulucular Birliği’nin kurulması için harekete geçti. Cumhurbaşkanlığı ve Adalet Bakanlığı’nın da desteklediği birliğin isim babası ise Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürü ve Arabuluculuk Kurulu Başkanı Hakan Öztatar. Geçen ay yapılan Azerbaycan ve Türk heyetleri arasındaki bir dizi görüşme ve temasın ardından, birliğin kuruluş sözleşmesinin 24 Şubat 2024’te Bakü’de imzalanması kararlaştırıldı.
DÜNYAYA ROL MODEL
İlk aşamada birliğe Azerbaycan, Türkiye, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan katılırken, Macaristan ve Kıbrıs gözlemci üye olacak. Türk Devletleri Arabulucular Birliği Kurma Çalışması Heyeti Temsilcisi Erikel, “Türkiye’nin taraf olduğu Singapur Sözleşmesi ile 100 ülkede arabuluculuk tutanakları geçerli. Biz bu birliği kurduğumuzda Türk dünyası coğrafyasında hukukta çok önemli gelişmeler yaşanırken, işbirlikleri ortaya çıkacak. Beş sene sonra kurduğumuz bu organizasyon dünyada çok önemli bir oyuncu rolü üstlenirken, yeni bir model olacak. Türk dünyası coğrafyasında yaşayan yaklaşık beş yüz milyon Türk’ün ihtilaflarını arabuluculuk yöntemi ile çözebileceğiz” dedi.
SELÇUKLU VE OSMANLI’DA
Erikel, kuruluş çalışmalarını ve hedeflerini şöyle anlattı:
“Biz 2012’den sonra arabuluculukla tanıştık. Başlangıçta sanki Avrupa Birliği müktesebatı kapsamında oradaki bir uygulama gibi gördük. Eğitmenliğe başlayıp işin içine girdikçe hukuk kültürümüzde bunun izdüşümleri olduğunu geçmişte bizim tarafımızdan uygulandığı gördüm. Arabulucu ‘Muslihun’ adı altında bizim tarihimizde var. ‘Sulh olmak’. ‘Sulh getiren’ diye Selçuklularda ve Osmanlı’da uygulandığını gördüm. Çeşitli araştırmalarım sonucu İstanbul, Edirne ve Bursa arşivlerinde dökümanlarını buldum.
BİZ NİYE YAPMIYORUZ...
Arabuluculukla ilgili Avrupa Birliği projelerine katıldık. İngiltere’ye gittik, İtalya’ya gittik. Onları dinledikçe ben de içten içe bir kıskançlık başladı. Afganistan’da, Pakistan’da arabuluculuk sistemini kurmakta olduklarını anlattılar. İçimden, Azerbaycan’a gezim olmuştu. ‘Azerbaycan’a bunu biz götürelim’ dedim. Sonra duydum ki, Avrupalılar gidip kurmuşlar. ‘Ya neden biz kurmadık?’ dedim. Türkiye’den bir arabulucu ile tanışmak isteyen Azerbaycan Arabuluculuk Kurulu heyeti Başkan Doç. Dr. Nadir Adilov’la temasa geçtik. Türk Dünyası Arabulucular Birliği kurulması için 20-24 Kasım’da Ankara’da görüşmeyi kararlaştırdık.
Adilov, Disiplin Komisyonu Başkanı Mayıl Ahmed, Arb.Av.Sadiq Bağırov, Arb.Av.Cabbar Hasanov, Arb.Av. Etibar Hasanov 20-24 Kasım tarihleri arasında Ankara’ya geldiler. Çalıştaya Kazakistan, Kırgızistan, Belarus ülkelerini temsilen Arabulucular Kurulu başkanları online olarak katıldılar.
AYNI DİLİ KONUŞUYORUZ
Aynı dili konuştuğumuz insanlarla hukuki çalışmaları birlikte yürütmek ve bu coğrafyadaki arabuluculuk uygulamalarını biz yapmak istiyoruz. Kırım’daki Türk inşaatçı ile Türkiye’deki bir şirketin ihtilaflarını arabulucu olarak biz çözelim. Hatta online olarak çözelim istiyoruz. 24 Şubat 2024’te bunun ilk imzasını Bakü’de törenle atacağız. Biz bu coğrafyada aktif bir hukuk organizasyonu içine gireceğiz. Barolarla aktif diyalog içine gireceğiz.”
İŞTE MUSLİHUN
Türkiye’de arabuluculuk, 22.06.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu (HUAK) ile bir “alternatif uyuşmazlık çözümü” yolu olarak uygulanmaya başladı. İş, ticari uyuşmazlıklardan sonra kira ve kat mülkiyeti kaynaklı uyuşmazlıklarda uygulanıyor. 18. yüzyıl Bursa mahkeme kayıtlarının birinde ise, yaralama davalarında da yaralan kişinin karşı taraftan hiçbir şey almadan, sadece yarasının iyileştirilmesi ve bakımı karşılığında sulh yapıldığı ve bunun mahkemede kaydettirildiği yer alıyor. Erikel, muslihun anlaşmalarından birkaçını siz okurlarım için paylaştı. Bakın şöyle:
* HİZMETÇİ KADINA TAZMİNAT: Bursa’da Arab Mehmed Mahallesi sükkânından Neslihan binti İbrahim adlı kadın mahkeme huzurunda, Emine binti Mustafa adlı kadını şu şekilde dava etmektedir: Emine Hatun’a üç sene ücretsiz hizmet ettim, şimdi üç senelik hizmetimin karşılığını Emine hatundan talep ettiğimde aramızda anlaşmazlık çıktı, halen “müslîhûn” aracılığıyla aramızda toplamı 20 kuruş kıymetli; bir şâl cübbe, bir gömlek, üç alınlık, iki degirmi yemeni, bir sim kuşak, bir küpe, bir uçkur ve nakit beş kuruş üzerine “inşâ- i ‘akd-i sulh eylediklerinde” ben kabul ettim ve sulh bedeli olan eşyayı ve nakdi Emine’den aldım, üç senelik hizmetim ücretine karşılık Emine hatunun zimmetini ibrâ ve iskât eylediğimde o da benim zimmetimi ibrâ ve iskât eyledi (6 Mayıs 1758)
* KAYINPEDER İLE DAMAT: Bursa’da Veled-i Kazzaz mahallesinde sâkin Hasan Çelebi bin Mehmed, Mehmed bin Hamza adlı vekili aracılığıyla, damadı Mehmed Beşe ibn Abdullah’ı mahkeme huzurunda, damadının kendisine yumruk atarak ön dişlerini kırdığı için dava etme teşebbüsünde bulunduğu sırada “muslihûn”un araya girmesiyle damadının “zimmetini meccânen ibrâ ve iskât eylediğini” beyan etmiştir. Bu davada Mehmed bin Hamza kayınpederini bilmediğimiz bir nedenle yaralamıştır. Hasan Çelebi kendisine zarar vermesine karşın muhtemelen kızını düşünerek, ya da geleceğe taşınacak bir düşmanlık ve nefretin oluşmaması için, damadı ise ileride herhangi bir boşanma halinde kayınpederinin kendisinden davacı olabileceği ihtimali nedeniyle, arabulucuların hakemliği vasıtasıyla damadından hiçbir nakit ya da aynî bedel almadan onunla anlaşma yoluna gitmiştir. Yapılan sulhun mahkemede kayıt altına alınması davacının bu konuda bir daha hak talep edemeyeceği anlamına gelmektedir. (1 Ocak 1761)
* ANNE-OĞUL 300 KURUŞA UZLAŞTI: Bursa’da Kayabaşı mahallesinde yaşayan Lazaru binti Rehaviye adlı nasrâniye mahkemede büyük oğlu Nikola veledi Dimitrâki huzurunda, ölen eşi Dimitrâki’nin terekesinden kendisine ait olan üç yüz kuruşun oğlu Nikola zimmetinde olduğunu ve kendisine geri verilmesini talep etmiştir. Nikola ise annesinin bu talebi karşısında, babasının hayatta iken annesinin yaşadığı eve inşa ettirdiği yeni iki oda ve bir sofada hakkı olduğunu belirtmiştir. Daha sonra “muslihûn” aracılığıyla 300 kuruş üzerine sulh yapmışlar ve Nikola annesine 300 kuruşu ödemiş, annesi de oğlunun “zimmetini ibrâ ve iskât” eylemiş böylece sorun çözülmüştür. (1 Ekim 1761)
* 300 AKÇELİK BAL FIÇISI: İstanbul’da Mehmed Paşa mahallesinde sâkin Süleyman Beşe bin Abdi mahkemede ortağı İsmail bin Mustafa’yı yaşanan bir kaza nedeniyle dava etmektedir. İsmail ibni Mustafa İstanbul’dan bir fıçı içinde yüz yirmi vukiyye balı Mudanya İskelesin’de karaya çıkartırken, ayağı kayıp düştüğü için fıçı kırılmış ve içindeki bal tamamen zayi olmuştur. Zararın karşılanması konusunda iki taraf arasında ortaya çıkan anlaşmazlık davacı Süleyman Beşe’nin ortağı İsmail’den sulh bedeli olan 300 yüz akçeyi alması ile çözümlenmiştir. (Mart 1708)
* ERKEN DOĞUMA: Bursa’da Bilecik mahallesinde sâkine Zeynep binti Hüseyin adlı kadın mahkemede Rabia binti Mehmed adlı kadını (Rabia mahkemede vekili Salih bin Hasan aracılığıyla temsil edilmektedir), yedi gün önce evine geldiği sırada tartışırken, (Rabia’nın) yüksek sesle bağırması ve üzerine gelmesi nedeniyle korkusundan ikiz çocuklarını erken doğurduğunu ve çocukların iki saat yaşadıktan sonra öldüğü gerekçesiyle dava etmiştir. Rabia durumu inkar etmesine karşın, “muslihûn” aracılığıyla iki taraf üç kuruş üzerine sulh yapmayı kabul etmiş ve davacı Zeynep, Rabia’nın vekilinden üç kuruşu almasıyla sorun çözümlenmiştir (5 Aralık 1757)
Paylaş