Ben markalı diyetleri sevmem. Sevmek bir yana karşı çıkar, eleştiririm.
“Düşük glisemik indeksli beslenme modeli” ya da kısa adıyla “Gİ diyeti” bu tür diyetlerden değil. Kilo sorunu, daha da önemlisi sağlıklı beslenme ile ilgilenen hemen herkesin onayladığı bir model. Fazla kiloluluk veya obezite meselesine gelince... Bazen az hareket ettiğimiz, bazen çok yediğimiz, bazen de iki yanlışı birlikte yaptığımız için yağ depolar, kilo alırız.
Ve maalesef çoğumuz “ne yersek yiyelim”, yiyip içtiklerimizin toplam enerjisi harcadığımız enerjiden fazla olunca kilo aldığımızı sanırız. Oysa pratikte durum farklıdır.
Önemli bir bölümümüz sadece fazla yediği için değil, yanlış şeyler yiyip içtiği için kilo alır. Bizi en çok da karbonhidratlar, özellikle de yanlış karbonhidratlar şişmanlatır.
Bunlar “genetik olarak problemli” ve “imalat kurguları farklı” kişilerdir.
Ve ne yazık ki bana göre her dört kişiden –hatta üç kişiden- birinde bu problem var. Bunlar karbonhidratlara, özellikle işlenmiş karbonhidratlara, hele bir de beyaz una, nişastaya, şekere, fruktoza fazlaca yüklendiklerinde isteseler de istemeseler de süratle yağlanıyorlar.
Problemin kısaltılmış adı “insülin direnci”. Çözüm için Gİ beslenme modeline dönmek, glisemik yükü
Geleceğİmİzİ tehdit eden mühim bir problem var.
Çok büyük bir toplumsal sağlık tehdidi bu. Adı İNSÜLİN DİRENCİ. İlk sonucu KİLO FAZLALIĞI.
Neticesi ŞEKER HASTALIĞI.
Süreç yalnızca şeker hastalığına yakalanmakla bitse neyse. Onu tansiyon yüksekliği, kalp damar hastalığı, felçler, bellek bozuklukları, görme kayıpları, böbrek yetmezlikleri de izleyebiliyor.
Egzersizin bazılarının beklenenden daha çok ve çabuk acıktırıp “aşırı” ve “kontrolsüz” yemeye yöneltebileceği biliniyor.
İtiraf edeyim, aynı sorun benim için de söz konusu.
Ben de egzersiz sonrasında hemen acıkıyor ve dikkat etmezsem eğer fazla kalorili besinlere yönelebiliyorum. Ama bu durum ne benim ne de bu tür sorunu olanların egzersizi bırakmaları anlamına geliyor.
Çünkü egzersiz yalnızca daha fazla kalori yakmak, daha kolay kilo kontrolü değil, aynı zamanda daha çok sağlık ve zindelik anlamına da geliyor.
Ayrıca egzersiz yaptıktan sonra bir şeyler yemenin yanlış bir tarafı da yok. Önemli olan ne yiyeceğini, ne kadar yiyip içebileceğini bilmek. Bilinçsiz ve dikkatsiz davranıp bedeni boş ve yanlış kalorilerle doldurmamak.
Eğer egzersizi takiben çok acıkan biriyseniz aşağıdaki kutuda özetlemeye çalıştığım önerileri deneyebilirsiniz. Bahane filan yok, egzersize devam!
Egzersiz sonrasında acıkıyorsanız...
- Egzersiz öncesinde, egzersiz yaparken ve egzersizden sonra bol bol su için. İçtiğiniz su mümkünse mineral zengini olsun.
Bursalı bir okurdan gelen bu güzel soruyu çok beğendim, basit ve kolay bir “iyi hayat reçetesi”ne fırsat verebileceğini de düşünerek “okur sorusu” yerine “günün yazısı” yapmayı tercih ettim.
Zindelik mühim bir konu. Kendini bitkin, halsiz, tükenmiş hisseden hiç kimse mutlu olmaz, keyifli bir hayat sürmez, süremez.
Ne var ki çoğumuz özellikle şehirlerde yaşayanlarımız zinde değil yorgunuz. Dahası hemen her sabaha yorgun uyanıyoruz. Bu durumun tabiî ki farklı sebepleri var. Böyle olduğu için de herkesin işine yarayabilecek birkaç cümlelik bir yanıt vermek çok zor.
İşte bu nedenle oturup 20 maddelik bir “zindelik reçetesi” hazırlayayım ve mümkünse bu reçeteyi bir “iyi hayat reçetesi” şeklinde formatlayayım diye düşündüm.
Önerilerimin içinde zaten bildiğiniz “beylik maddeler” de var ama siz yine de reçeteyi bir bütün olarak görün derim.
Özeti şu: Nasıl zinde olabiliriz sorusunun cevabı ile iyi hayatın cevapları hemen hemen aynıdır ve o cevaplar hemen yandaki kutuda özetlenmiştir.
KESİP SAKLAYIN
Tiroid bezi metabolizmamızın orkestra şefidir. O hızlanınca hızlanır, o yavaşlayınca yavaşlarız.
Ne var ki en sık arıza yapan organlarımızın başında da yine o gelir. Arızaya geçişi ise bazen aşırı (hipertiroidi), bazen de yetersiz hormon üretimi (hipotiroidi) ile neticelenir.
En sık görüleni “tiroid tembelliği” yani “hipotiroidi”dir.
Farklı nedenleri olsa da hipotiroidinin belirtileri pek değişmez.
Ne var ki ortaya çıkabilecek belirtilerin sayısı da saymakla bitmez.
Bazen “işin uzmanı” hekimlerin bile aklına zor gelebilecek bir belirti uzun süre hastalığın ilk ve tek işareti olabilir.
Brokoli özellikle Amerika’da sık tüketilen popüler sebzelerden biri. Peki, bizim karnabahardan daha mı iyi? Bana göre aralarında bir “besleyici” fark yok.
Brokoli ve karnabahar akraba besinler. İkisi de aynı aileden geliyor, soyağaçları aynı. İkisinde de bol miktarda vitamin, mineral, posa ve antioksidan var. İkisi de kansere karşı koruyucu gücü yüksek olduğu bilinen azotiyosiyanattan zengin sebzeler. “Azotiyosiyanat” kanser hücrelerini baskılayan, genleri aktifleştiren doğal bir bileşik, mühim bir “kanser savar” doğal molekül.
Peki, hangisinden faydalanalım? Brokoliyi mi, karnabaharı mı tercih edelim? Yanıtım şu: Brokoli Amerikan, karnabahar yerli. Brokoli lezzetsiz, karnabahar lezzetli. Brokoli pahalı, karnabahar ucuz. Brokolinin kıymalısı, yoğurtlusu olmaz, olsa da karnabahar gibi lezzet patlamaları filan yapmaz, yapamaz.
Ayrıca “gaz” sorunu brokolide karnabahardan daha fazla ve yoğun olabiliyor.
Kısacası tıpkı “beyaz lahana mı, yoksa Brüksel lahanası mı” seçimine benzer bir durumla karşı karşıyayız ve burada da yanıtımız çok açık ve net: Brokoli değil, karnabahar. Brüksel lahanası değil, beyaz lahana.
OKUR SORUSU
Sorunun net ve açık yanıtı şudur: Ispanak bir süper besin olduğu için!
Beslenme konusundaki fikirlerini ilgiyle izlediğim hekimlerden biri de Scrips (ABD) Kliniği uzmanlarından Dr. Steven Pratt’tır.
Bakın Dr. Pratt ıspanağa ne övgüler düzmüş: Eğer ıspanağın etken maddelerini içeren bir hap kullanıyor olsaydınız kansere karşı elinizde büyük bir silah olurdu.
Ispanak hayranlık uyandıracak pek çok mikro besini tek başına içeriyor: Lütein, zeaksantin, betakaroten, bitkisel omega-3’ler, glutation, alfa lipoik asit, CoQ10, C ve E vitaminleri, B1, B2, B6 vitaminleri, folik asit, K vitamini, kalsiyum, demir, magnezyum, manganez, çinko.
Peki ilaç şirketlerinin tüm bu maddeleri içeren bir “besin kapsülü” yapmaları iyi olmaz mıydı? Bir süper gıda olarak ıspanakta bulunduğu miktarlarda bu maddeleri içeren bir hap yapmaya kalkarsanız o hap çok pahalı ve kâr getirmeyecek olması bir yana, yutulması imkânsız bir büyüklükte olurdu. Ayrıca ıspanaktaki gibi mükemmel “doğal” bir “mikro besin sinerjisini” yakalamak da mümkün olamazdı.
Özeti şu: Temel reis akıllı adammış, ıspanakta hayat var. Mutfağınızda bu süper besine daha sık ve bol yer açın. Sadece pişmişinden değil, çiğinden de faydalanın.
Mesela mı? Tavsiyem ıspanak salatasını denemenizdir.
MÜKEMMEL SAĞLIĞA GİDEN YOL
NE sadece hayvansal besinlere yüklenip sabah yumurta, yoğurt, öğlen, akşam et, balık, tavuk yiyerek; ne de sürekli sebze, tahıl ve bakliyat tüketerek mükemmel sağlığa ulaşabiliyoruz. Zira sağlığımız için “olmazsa olmaz” maddelerin bir kısmı sadece bitkisel (mesela C vitamini), bir kısmıysa yalnızca hayvansal (mesela B12 vitamini) besinlerde var. Farklı fikirde olanlar olacaktır ama bence doğrusu şudur: Mükemmel sağlığa giden yol özellikle 40’lı-50’li yaşlar sonrasında daha az hayvansal ve daha çok bitkisel gıda tüketmekten geçer.
İDEAL FORMÜL: 1 ET, 4 OT
PEKİ, bir oran söz konusu olabilir mi? Üzerinde uzlaşılmış net ve açık bir rakam, güvenli bir oran yok. Ama kişisel fikrimi söyleyebilirim: Beslenmenizde bir birim hayvansal gıda alıyorsanız yanında en az 3, hatta 4 birim bitkisel gıda almayı da ihmal etmeyin. Hayvansal gıdaları seçerken de “yükte hafif, pahada ağır” olanlarını tercih edin. Mesela en iyi proteinleri: Yumurta, balık, süt ve süt ürünleri, kırmızı et. En iyi hayvansal yağları: Tereyağı, omega-3’lerden zengin yağlı balıklar…