Osman Müftüoğlu

Suşi sağlıklı mı, değil mi?

4 Ağustos 2016
Suşi Japonlar’ın pek sevdiği popüler bir yiyecek. 80’li yıllardan sonra dünyanın her yerine yayıldı. Son dönemde bizde de bir kesimin severek tükettiği besinlerden biri haline geldi. Peki bu “bize yabancı” besin yeterince sağlıklı mı? İsterseniz bu soruya yanıt vermeden önce onu biraz tanıyalım...

Suşiler genelde su yosununa sarılmış, pişirilmiş sirke tadında pirinç, pişmiş veya çiğ balık ve sebzelerden yapılıyor.
Ve yine genelde suşi tabakları “soya sosu, baharatlı yeşil wasabi adında bir püre ve zencefil turşusuyla” servis ediliyor. Sağlık detaylarına gelince...
Suşinin ana maddesini oluşturan balık kaliteli bir besindir. İyi bir protein, iyot ve bir sürü vitamin ve mineralin de kaynağıdır.
Doğal D vitamini içeren nadir besinlerden de biridir. Bitmedi, suşide kullanılan balıklar da genelde omega-3’ten zengin balıklardır.
Wasabiye gelince: Wasabi Japonya’ya özel bir bitkiden hazırlanıyor. Acı olduğu için de genelde çok küçük miktarlarda tüketiliyor.
Glikozinolatlar ve izotiyosiyanatlardan zengin bir besin. Bu yapılar nedeniyle de mikroplardan koruyucu, iltihap önleyici, kanserle savaşabilen özelliklere sahip olduğu düşünülüyor.
Zencefil turşusunun ise diğer turşulardan farklı bir özelliği yok.

Yazının Devamını Oku

D vitamini eksikliğinin 6 işareti

3 Ağustos 2016
D vitamini rezervlerimizin azaldığını gösteren, en azından “İşte bu sorun benim D vitaminine ihtiyacım olduğuna işaret ediyor” dedirten ciddi, net ve açık bir belirti yok. Ama yine de müphem bazı problem ya da işaretler var ve onlarla karşılaşanların aklına “D vitamini rezervim azalmış olabilir mi?” sorusu da gelmeli. O işaretlerden bazıları şunlar...

1- DEPRESYON: D vitamini azlığının depresyon eğilimine yol açabileceğini gösteren güçlü kanıtlar var. 2013’te yapılan bir meta-analiz, bu bilgiyi net ve açık olarak doğrulamış. Bir başka çalışmadaysa depresyon sorunu olanların yüzde 65’inde D vitamini rezervleri düşük bulunmuş.
2- SAÇ DÖKÜLMESİ: Saç dökülmesinin farklı nedenleri var. Sık karşılaşılan sebeplerden birinin D vitamini eksikliği olduğu ise kesin. Özellikle bir tür bağışıklık bozukluğu ile bağlantılı saç kaybı probleminde (alopecia areata) D vitamini eksikliğinin önemli bir hazırlayıcı faktör olabileceği düşünülüyor. Hatta bazı hastalarda saça dışarıdan/doğrudan D vitamini analogu (calcipotriol) uygulanarak başarılı sonuçlar bile alınmış.
3- KAS AĞRILARI: Eğer sık sık tekrarlayan kas ağrılarından ya da inatçı ve gezici ağrılı sorunlardan yakınıyorsanız, bu durumun da D vitamini eksikliği ile bağlantılı olabileceği aklınızda olsun. Güvenilir bir çalışmada (von Kanel ve arkadaşları/Painmed/2014) kronik kas ağrılarından yakınanların yüzde 71’inin D vitamini rezervlerinin olması gerekenin çok altında kaldığı belirlenmiş.
4- KEMİK AĞRILARI: D vitamini noksanlığı ile osteoporoz arasında ciddi bir bağlantının olduğu zaten biliniyor ve kalsiyumun bağırsaklardan emilmesinde, kemikler tarafından kullanımında ve böbreklerce korunmasında D vitaminin mühim bir rol oynadığı klasik bir bilgi. D vitamini noksanlığının çocuklarda kemik gelişimini olumsuz etkilediği, menopozlu kadınlarda da kemik kaybını hızlandırdığı ise kesinleşmiş bir bulgu. Özellikle sırt bölgenizde ve belinizde geceleri belirginleşen ağrılardan yakınıyorsanız D vitamini rezervlerinizi kontrol ettirmenizi öneririm.
5- YORGUNLUK ve BİTKİNLİK: Kronik yorgunluk sorunu ile D vitamini noksanlığı da birbirleriyle yakından ilişkili sorunlar. Özellikle yorgun kadınların çoğunda problemin D vitamini noksanlığı ile bağlantılı olabileceğini gösteren bazı çalışmalar var. Bir çalışmada (Ecemis GC ve arkadaşları/2013) bu bilgi net ve açık olarak doğrulanmış.
6- BAĞIŞIKLIK ZAYIFLAMASI: Sık tekrarlayan bakteriyel veya viral enfeksiyonlardan yakınıyorsanız ve de “Bağışıklık sistemim neden bu kadar zayıfladı?” sorusuna net ve açık bir cevap arıyorsanız problemin D vitamini noksanlığı ile ilgili olabileceği aklınızda olsun ve bir laboratuvara gidip D vitamini rezervinizi ölçtürün. Farklı merkezlerde yapılan çalışmalar net ve açık olarak gösterdi ki; özellikle kış aylarında tekrarlayıp duran sinüzit, bronşit, orta kulak iltihabı, faranjit sorunlarından yakınanların pek çoğu ve soğuk algınlığı, nezle atakları yaşayanların önemli bir kısmı D vitamini fakiri kişiler.

Antepfıstığının kabuğu bile değerli 

Antepfıstığının sağlık yararları biliniyor. Bu yararların en çok da yüksek fenolik ve flavanoid gücünden kaynaklandığı kabul ediliyor. Yeni bir çalışmada (Nord Caroline Üniversitesi/ABD) enteresan bir bulguya ulaşılmış. Antepfıstığının kabuğunda da neredeyse içi kadar güçlü fenolik ve flavanoid yapılanma var. Kabuk kısmı da fenolik asitlerden, kuvinik asitlerden, antioksidan maddelerden son derece zengin. Bu bilgi tabiî ki antepfıstığının kabuğuyla birlikte yenilebileceği anlamına gelmiyor ama kabuk kısmından da sağlığı koruyacak ürünlerin geliştirilebileceğini düşündürüyor.

Yazının Devamını Oku

Asit denizinde boğuluyoruz

2 Ağustos 2016
Dikkatli olmazsak hepimiz yoğun bir asit denizinde boğulmak üzereyiz! Nedeni de yiyip içtiklerimizin çoğunun ya tıka basa asit yüklü ya da asit üretimini artıran şeyler olması.

Ciddiye almadığımız ve pek de tanımadığımız önemli bir sağlık tehdidi ile karşı karşıyayız: Asit yükümüz giderek artıyor.
Eğer dikkatli olmazsak hepimiz yoğun bir asit denizinde boğulmak üzereyiz!
Nedeni de yiyip içtiklerimizin çoğunun ya tıka basa asit yüklü ya da asit üretimini artıran şeyler olması.
“Asit yükünü artıran gıdalar” listesinin en başına hayvansal ürünleri yazabiliriz. Özellikle de süt ürünlerini ve hayvan etlerini.
Listeye meyve sularını da eklememek olmaz. Bilhassa gazlı, bol şekerli, yani içine fruktoz pompalanmış olanları. Mesela alkol ve benzeri keyif verici maddeler de bu listede yer almalı. Kahve ve çay da unutulmamalı.
Fast food’ların ise hemen hemen tamamı listeye konmalı. Marketten aldığınız paketlenmiş atıştırmalıkların neredeyse tamamına yakınının da asit yüklü şeyler oldukları unutulmamalı.
Peki ne yapmalı? Bu asit denizinden nasıl kurtulmalı? Hangi önlemler alınmalı?

Yazının Devamını Oku

Domatesi nasıl seversiniz?

1 Ağustos 2016
Bana sorarsanız domatesi çok sevmeseniz bile sağlığınızı dikkate alarak, ona ve arkadaşlarına (salça, çorba, ketçap!) sofralarınızda biraz daha sık yer verseniz iyi olur. Nedeni şu...

Domates sadece lezzetli bir “meyve” değil, o aynı zamanda mükemmel bir doğal ilaç. 

Kırmızı bir doğal “sağlık topu”, olağanüstü güçlü bir sağlık mucizesi.
Şaşıracağınızı ve hemen “domates ne zamandan beri meyve oldu hocam?” diye tepki göstereceğinizi biliyorum.
“Meyve” sözcüğünü de zaten özellikle ve bilerek seçtim, çünkü bilinenin aksine domates bir sebze değil. O da karpuz gibi, elma veya çilek gibi lezzetli bir meyve.
Bitki bilimciler onu “çiçek veren bir bitkinin tohum barındıran ürünü” olduğu için meyve grubuna sokuyorlar. Fark etmez.
Meyve de olsa sebze de olsa domates iyidir, lezzetlidir, sağlığa da iyi gelir. Evet, bugün kısa bir domates güzellemesi yapacağız. Buyurun...


Yazının Devamını Oku

Kalp kurtaran tedbirler

1 Ağustos 2016
Kalp krizlerinin yazı-kışı olmuyor. Dikkatsiz ya da genetik olarak şanssız biriyseniz, hele bir de doktorların tavsiyelerini dinlemeyenlerdenseniz ilk kriz sizi mutlaka halı sahada maç yaparken ya da işinizde stresten bunalırken değil de evinizde istirahat ederken veya plajda güzel güzel güneşlenirken de yakalayabiliyor. Krizin en mühim işareti ise göğüs ağrısı oluyor.

KALP uzmanları hepimizi ısrarla uyarıyor: Yaşınız ne olursa olsun “göğsünüzün tam da ortasında bir türlü geçmeyen bir ağrı hissediyorsanız, ağrıya hele bir de terleme, ağır ve ilerleyici yorgunluk, bitkinlik durumu, bulantı, kusma gibi belirtiler de eşlik ediyorsa bu kalp damarlarınızın biri veya birkaçında ciddi bir tıkanıklığın olabileceğine işaret edebilir. Eğer ağrı beş dakikayı geçtiği halde devam ediyorsa kalp krizinin yola çıktığını gösterir.” Peki, böyle bir durumda ne yapacaksınız? Yapmanız gereken ilk dört şeyi yandaki kutuda bulabilirsiniz.

 

KRİZ ANINDA NE YAPMALI

 

Kalp krizinden şüphelenmeniz halinde ilk yapacağınız iş hemen aspirin çiğnemek olmalı. İki tane aspirin çiğneyebilirsiniz. Ağrınızın beş dakika içinde geçmemesi halinde doktorunuzun size daha önceden verdiği dilaltı ilacını kullanın.


Yürümek, odada dolaşmak doğru değildir. Oturun ya da ayaklarınızı biraz yukarı kaldırarak uzanıp istirahat edin. Bu esnada yakınlarınız, sizi koroner anjiyografi, stent gibi işlemler yapma kapasitesine sahip olan bir hastaneye ulaştırmak için hazırlık yapmalı ve bir ambulans çağırmalı. İlk gideceğiniz hastanenin kalp müdahalesi bakımından olabildiği kadar geniş imkânlara sahip olması iyi olur.

 

Yazının Devamını Oku

Karaciğerinizi fruktoz yağlandırıyor

29 Temmuz 2016
Uzmanlar, karaciğer yağlanmasında görülen hızlı artışı öncelikle fruktoz tüketimindeki artışa bağlıyorlar. Karaciğerimiz daha az yağlı olsun istiyorsanız şeker eklenen her türlü besine mesafeli olun.

Farkında mısınız bilmiyorum aramızda yaşı 40’ı geçip de karaciğer yağlanmasından şikayet etmeyen kimse neredeyse kalmadı.
Herkesin karaciğeri az ya da çok ama mutlaka yağlı. Peki, bunun nedeni ne?
Ne oldu da karaciğerlerimiz bu kadar hızla yağlanıyor? Hemen “Alkol tabii ki!” yanıtını vermeyin.
Muhakkak ki alkol baş suçlu. Tamam ama gözden kaçan çok daha mühim bir suçlu var...
Bana göre en önemli suçlulardan biri de şeker. Özellikle de fruktoz tüketiminin fazlalaşıp artması çok mühim bir ayrıntı. Şeker tüketiminin arttığı kesin. Bunda hepimiz hemfikiriz.
Ama son yıllarda tükettiğimiz şekerin yapısının da değiştiği doğru. Öncekilerden biraz daha farklı olduğu, gıda endüstrisinin şeker olarak sakaroz yerine (daha ucuz ve daha tatlı olan) nişasta bazlı fruktozu kullanmaya başladığı kesin.
Uzmanlar karaciğer yağlanmasında görülen bu hızlı artışı (bir ölçüde alkol kullanımının yaygınlaşmasına ama daha da önemlisi) öncelikle fruktoz tüketimindeki bu hızlı artışa bağlıyorlar.

Yazının Devamını Oku

Probiyotik mi, prebiyotik mi önemli?

28 Temmuz 2016
Sağlığımız söz konusu olduğunda probiyotikler de, prebiyotikler de önemli ve her iki kavram da geç farkına vardığımız, önemlerini anlamakta geç kaldığımız son derece mühim sağlık belirleyicileri. İsterseniz önce “probiyotik ne, prebiyotik ne?” onu bir anlamaya çalışıp, daha sonra da aralarındaki farkı kavramaya bakalım...

Probiyotikler ne yapıyor? 

Probiyotikler bağırsaklarımızda yaşayan ve bizimle birlikte ortak bir biyolojik hayat süren canlılar. Pek çok alanda bize hizmet eden faydalı bakteriler.
Bağırsaklarımızda yüz trilyona yakın probiyotik bakteri var. Bunların toplam ağırlıklarının bir buçuk kilodan fazla olduğu anlaşılıyor.
İnce bağırsaklarda da varlar ama daha çok kalınbağırsaklarda yerleşikler.
Yiyecek içeceklerimizin içindeki toksik ve zararlı bileşikleri önce onlar temizliyor. Alerjen unsurları bizden önce onlar parçalayıp yok ediyor. Kanserojen faktörleri de bizden önce tanıyıp zararsız hale getirenler onlar.
Bağışıklığımıza destek olan, şekerimizi, kolesterolümüzü, kilomuzu ayarlamada bile önemli işlevler üstlenen, vitamin üreten, hazmı kolaylaştırıp güçlendiren ve daha pek çok alanda sağlığımıza neredeyse karşılıksız ama son derece önemli hizmeti aralıksız veren de yine sadık ve faydalı bu bakteriler.
Bu bakterileri dışardan daha fazla kazanmak, bağırsaklarımızda onlara daha fazla alan açmak, sayılarını mümkün olduğu kadar çoğaltmak çok önemli bir koruyucu sağlık unsuru.

Yazının Devamını Oku

Sarı noktanız sağlam mı?

27 Temmuz 2016
Görme yeteneğiniz giderek bozuluyorsa, önce bir süre objeleri ve kişileri çarpık ya da yamuk yumuk görmeye başlıyorsanız sarı nokta hastalığına yakalanmış olabilirsiniz. Bu hastalığın ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığını bilmiyorsanız, buyurun...

Diyelim ki 70 yaşındasınız. Saat gibi çalışan bir kalbiniz, sular kadar berrak bir belleğiniz, demirden de güçlü kas, kemik ve eklemleriniz var. Özetle neredeyse “aslan gibi” birisiniz. 

Ne var ki gözleriniz size dost davranmıyor. Görme yeteneğiniz giderek bozuluyor. Önce bir süre objeleri ve kişileri çarpık ya da yamuk yumuk görmeye başlıyorsunuz.
İşler zamanla daha da kötüleşiyor. Uzak ve yakın görmede, özellikle de merkezi görmede kayıplar, lekelenmeler yaşamaya başlıyorsunuz.
Bir süre sonra durum daha da bozuluyor. Karşınızdaki şahsın kolunu, bacağını görürken yüzünü göremediğinizi fark ediyorsunuz.
Kafanız karışıyor, korkmaya başlıyorsunuz. Peki neden?
Sorununuz sarı nokta hastalığı olabilir mi? Merak ediyorsanız buyurun...


Yazının Devamını Oku