Paylaş
Bazı kesimler, CHP Kurultayında genel başkanlığa ikinci bir aday çık/a/mamasını, “diktatörlük” olarak yorumluyor.
Başkanlığa aday olmak için, kurultaya katılan delegelerin, en az yüzde 10'unun yazılı önerisi gerekiyor. Bu şart, son kurultayda 128 delege anlamına geliyordu. Adaylardan Muharrem İnce, Umut Oran, böyle bir imza toplamaya girişmedi. Mustafa Balbay ısrarcı oldu. Ancak, o da, gereken imza sayısına ulaşamayınca, yarışa katılamadı. (Baykal döneminde gereken “asgari oran”, yüzde 20'ydi. Yani en az 250 imza zorunluydu.)
Arkadaşım ise, şöyle bir değerlendirme yaptı: "Tamam haklı olabilirsin, peki diğer partilerde genel başkan adaylarına rakip çıkabiliyor mu? Bizde en azından rakip olmaya çabalayanlar var, daha önceki kongrelerde rakipler çıktı, oldukça yüksek oylar aldılar(Muharrem İnce, Mustafa Sarıgül)."
Parti sözcüsü değişti
Arkadaşımın asıl dikkat çekmeye çalıştığı nokta; son CHP Kurultayında, Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun listesinin önemli isimlerinin, elenmesiydi. Gürsel Tekin, Sezgin Tanrıkulu gibi isimler, delege desteği alamamıştı.
Ayrıca, önceki gün, “genel başkan yardımcılıkları” açıklandı. Parti sözcüsü değişti. 12 “genel başkan yardımcısı”ndan, dördü kadın oldu. “Parti sözcüsü” olarak, Selin Sayek Böke, Haluk Koç’un yerini aldı.
Haluk Koç'u, “CHP'nin 1937-1938 Dersim Katliamı’ndaki sorumluluğunu hatırlatan Hüseyin Aygün'den hesap sorulmasını isteyen 12 imzalı metni okuyan sözcü” olarak hatırlıyorum. Parti sözcüsünün değişimini, bu bağlamda, geç kalınmış bir değişim olarak görmekle birlikte, anlamlı buluyorum.
Arkadaşım, “CHP'deki değişimi görmemi ve anlamamı” istiyor. Evet… CHP’nin, “parti içi demokrasi” açısından, Meclis’teki diğer partilerden geri bir durumda olmadığı, hatta göreceli olarak daha olumlu bir yerde durduğu söylenebilir.
Zihniyet değişimi
“Parti içi demokrasi” tartışmasını bu noktada bir kenara bırakıp, Kürt sorunu (ve bununla ilişkili olarak) demokratik bir anayasa açısından bakarsak… Açıkçası, CHP'nin, bu noktalarda ne dediğini ve ne yapmak istediğini anlamak, çok kolay değil.
Biraz geriye gidelim… CHP, çözüm süreci başladığında, sürece destek vermedi. Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın "birlikte yapalım" önerisine, "Meclis’e getir" karşılığı verildi. CHP'nin bir şartı daha vardı: "MHP olmazsa olmaz." MHP'nin olmayacağını bile bile böyle bir koşul öne sürmek, “işi yokuşa sürmek”ten başka bir amaca hizmet etmiyordu.
Şimdi, yine, CHP “Meclis” diyor. Bu kez, MHP şartı, büyük ihtimalle gündeme gelmeyecek… Kürt meselesi, bölgedeki gerginleşen tablo nedeniyle, iyice zorlaşıyor. Suriye'de (PKK çizgisindeki) PYD ile yaşanan sert kutuplaşma nedeniyle; her şey, “daha içinden çıkılmaz” bir noktaya doğru tırmanıyor.
“Karmaşa”nın içinden bir çözüm çıkartılabilir mi? Her şeyin daha kötü bir noktaya sürüklenmesi, önlenebilir mi? ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın ziyareti, şunu bir kez daha gösterdi: Bölgedeki sorunlar, kördüğüm olmaya doğru gidiyor. Türkiye, PYD konusunda, ABD'yi ikna edemiyor.
Liderler polemiği
Böyle karmaşık bir ortamda, “iktidar-muhalefet ilişkisi”nin önemi(ve kırılganlığı) doğal olarak artıyor. Meclis yeni bir anayasa hazırlığı içine girerken, iç ve dış koşullar, çok olumlu görünmüyor... Böyle bir düzlemde, gerilimi alevlendirmek, dili sertleştirmek, negatif psikolojiye oynamak, hiç zor değil...
“Kılıçdaroğlu-Erdoğan polemiği”nin kişisellik temelinde tırmanışa geçmesi, sadece bir “dil ve üslup” sorunu değil. Siyasetin vizyonu, bu polemikler içinde daralırken, ülkedeki psikoloji, olumsuz yönde gelişiyor… Enerji ve zaman kaybediliyor…
Arkadaşıma işte bunları anlattım… CHP'deki değişimi önemsediğimi de belirterek, şunu ekledim: "Kılıçdaroğlu’nu sakin bir siyasetçi olarak tanımıştık… Şimdi böyle polemiklere girişerek neyi hedefliyor? Ondan daha farklı bir dil ve yaklaşım bekliyorum." (Benzer bir eleştiri, "Cumhurbaşkanlığı Sofrası"nda, Tayyip Erdoğan'a da yapıldı…)
Yapıcı bir yaklaşım
Türkiye'nin yakıcı meselelerle karşı karşıya olduğu bu dönemde; daha yapıcı bir siyasete, daha olumlu bir dile, daha gerçekçi ve sakin bir bakışa ihtiyacımız var.
Hem Kılıçdaroğlu’ndan, hem diğer parti liderlerinden, hem de Cumhurbaşkanı’ndan beklentimiz, bu doğrultuda.
Polemiklerle enerji kaybetmek yerine, ülkenin acil sorunlarıyla yüzleşebilmeye, ortak ve insan odaklı bir perspektiften geleceğe bakabilmeye ihtiyacımız var.
Arkadaşıma döndüm, "Evet CHP örgütsel olarak bir değişim geçiriyor, katı ulusalcı çizginin temsilcileri etkilerini kaybediyorlar, bunu olumlu bir adım olarak kabul ediyorum" dedim.
Sonra ekledim: "Asıl değişim zihniyet değişimi. Kürt kimliği meselesinde çoğulcu bir anlayışa gelmek gerek. Anayasa'da milliyetçi, ötekileştirici vurgularda ısrar etmemek gerek. Daha ciddi bir değişim Türkiye'ye çok şeyler kazandırır."
"Bekle" dedi arkadaşım.
Bekliyorum.
Paylaş