Paylaş
Bu bir.
İkincisi... Olay, bir süredir sahneye konulmak istenen ama aktörlerin hepsini ikna etmek mümkün olmadığı için içeriği de açıklanamayan “Açılım” senaryosunun artık uygulamaya konduğunu göstermektedir.
Önce Amerika Birleşik Devletleri, PKK’nın lider kadrosundan Murat Karayılan’ı, Ali Rıza Altun’u ve Zübeyir Aydar’ı resmen “uyuşturucu kaçakçısı” ilan etti.
Bu üç ismin -ister kendi hesaplarına ister örgüt için olsun, fark etmez- uyuşturucu kaçakçılığı yoluyla kaynak yarattıklarını ABD 25 yıldır bilmiyordu da yeni mi öğrendi?
Ya da ellerinde kanıt yoktu da yeni mi inandılar?
Böyle bir lafa 8 yaşındaki bir çocuğu bile inandıramazsınız.
Demek ki bolca lafı edilen “Açılım” aslında ABD ile Türkiye’nin, Bağdat’taki hükümet ve Irak’ın kuzeyindeki Mesut Barzani yönetimiyle birlikte kotardıkları bir senaryodur.
Buna örgütün daha on sene dağ başında kalsa bile bugünkünden bir adım ileri gidemeyeceğini görenler de destek veriyorlar.
Ama yapılanı özellikle PKK tarafı, tükenmişlik yahut umutsuzluk gibi nedenlere değil, Ahmet Türk’ün ifadesiyle “barışı, Türkiye bir adım atarsa on adım atacak kadar istediklerini göstermek” gibi bir gerekçeyle yutturmaya çalışıyor.
Gerçeği tekrarlayalım:
Irak’tan çekilmekte olan ABD geride, belki de Türkiye’den çok, can ciğer müttefiki olan Mesut Barzani’nin başını ağrıtacak olan bir PKK belası bırakmak istemiyor. O nedenle bir süredir ABD-Türkiye-Bağdat hükümeti-Mesut Barzani arasında sürdürülen temaslarla “altyapı” oluşturuldu. Yukarıda değindiğimiz senaryo hazırlandı ve uygulamaya kondu.
Bu senaryonun Türkiye için kötü görünen hiçbir tarafı -bizce- yok. Ama Türkiye’nin bugünkü Anayasal yapısını, ulus ve ülke olarak bölünmez bütünlüğümüzü hiçbir koşul altında zedelememek şartıyla...
O nedenle dün Habur kapısından Türkiye’ye giren ve kendilerini barış elçisi görenlerin ilgililere iletmek üzere ceplerine konan 9 maddelik “istekler dizisi” de, Ahmet Türk’ün “üst perdeden” yaptığı açıklamalar da önemli değildir. Çünkü Türkiye’deki 71-72 milyon kişinin eşit koşullarda, mutlu ve müreffeh bir yaşam sürmesine -bugünkü koşullarda bile- yetecek bir hukuk altyapısı zaten vardır. Buna engel olan ve bir kısım insanımız için değil, -etnik kökeni ne olursa olsun- tüm bireylerimiz için gerekli düzenlemeleri yapmak da zaten ülkeyi yönetenlerin öncelikli görevidir.
Bu gerçek ortada iken Habur’dan gelenlerin, “Operasyonlar durdurulsun; çözüm, diyalog ve (Kürt kökenli insanlar adına konuşacak olanlarla) müzakere yoluyla sağlansın; Kürt kökenli insanlarımız ayrı bir ‘halk’ olarak tanınsın; Anayasa’ya onlar için özel hükümler konulsun; Türkiye’nin bir bölgesi Kürdistan olarak tanınsın” türü istekler dile getirmeleri, hâlâ hayal ettiklerini göstermektedir.
Paylaş