Paylaş
Bildiğiniz gibi “Afganistan’daki savaşa Türkiye de bilfiil katılsın” isteği yeni değil. Sekiz yıllık ABD Başkanlığı döneminde berbat etmedik bir şey bırakmayan George W. Bush, Afganistan’da da cephe açtıktan hemen sonra bu isteği dile getirmiş ama Türkiye’den yüz bulamamıştı.
Nitekim Türkiye bu konudaki tutumunu “tutarlı” bir politikayla bugüne kadar sürdürdü.
Perdenin gerisinde tarafların ne konuştuğunu elbet bilmiyoruz ama, Türkiye’yi halen yöneten kadronun özellikle “Afganistan halkının da Müslüman olduğunu, orada Türkiye’ye duyulan sempatiyi mahvetmek istemediğimizi” -veya benzeri gerekçeleri- ileri sürerek bu taleplere karşı direndiğinin farkında idik.
Nitekim geride kalan 20 Ekim’de Milli Güvenlik Kurulu’nun konuyu uzun uzun tartıştığı belirtilen resmi açıklamada:
“(...) TSK’nın (Türk Silahlı Kuvvetleri’nin) Kâbil Bölge Komutanlığı görevini Kasım 2009 başında ikinci defa alacağı, yine önceki görevlerde olduğu gibi, TSK’nın, ‘Terörle mücadele, uyuşturucu ile mücadele, mayın temizleme görevlerinde kullanılmayacağı’ teyit edilmiştir” denilmişti.
Sadece o kadar değil, dünya yıkılsa ağzını açıp tek kelimelik demeç vermemekle şöhretli Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül bile önceki gün “Afganistan’daki askerlerimiz bugüne kadar oradaki savaşın bir parçası olmamıştır ve olmayacaktır” dedi.
Üstelik bu demeç, Ankara’daki gazetecileri evine çağırıp 7 Aralık günü yapılması beklenen Obama-Erdoğan görüşmesinde, Obama’nın Türkiye’den Afganistan için muharip asker isteyeceğini açıklayan ABD Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’in tutumuna bir tepki ve yanıt niteliğindeydi.
Tüm bu göstergeler Başbakan Erdoğan’ın Washington’da kesin bir tavır koyacağını ve “Afganistan’a biraz daha asker gönderebiliriz ama onların savaşa sokulmasına izin vermeyiz” diyeceğini düşündürüyor.
Ve lakin... İnsan hafızası kural tanımıyor. Durup dururken aklınıza Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının daha önceki “kırmızı çizgilerini” getiriyor. Anımsar mısınız, Avrupa Birliği (AB) ile “tam üyelik” amaçlı müzakerelere başlayabilmemiz için AB yetkilileri önümüze “8 adet özel şart” koydukları zaman da efelenmiş, “Hayır! Hiçbirini kabul etmeyeceğiz” demiştik. Sonra da tükürdüğümüzü yalayıp, tüm o koşulları sineye çekmiştik.
Hadi onu unuttunuz diyelim. Mesut Barzani’yi önce “aşiret lideri” diye ilan edip, “Seninle değil, gerekirse Bağdat’la görüşürüz” dedikten sonra iki Bakanımızı ayağına gönderen biz değil miyiz?
Daha, Kuzey Irak’ta kendi kendimize ilan ettiğimiz “kırmızı çizgi”lerden, Ermenistan’la ilişkilerimizden söz etmedik.
İla maşallah çizip silmeye alıştırıldık da, korkuyoruz.
Paylaş