Paylaş
Bu bahtsız kişi, AK Parti Bitlis Milletvekili Vahit Kiler. Kiler, çevresine COVID-19’la macerasını şöyle anlatıyor: “Geçen sene ramazan ayında hastalığa ilk kez yakalandım. Bunu nereden kaptığımı anlayamadım bile. Seçim bölgeme gidip gelirken olduğunu düşünüyorum. Hafif geçirdim. Sonra çok dikkat etmeme rağmen, temmuz ayında ikinci kez testim pozitif çıktı, karantinaya girdim, bunu da hafif atlattım. Artık bana uğramaz derken, eylül ayında üçüncü kez hastalandım. Bu kez ağır geçirdim, 10 gün hastanede yattım. Sonuncusunu, anne veya babamdan kaptım. Onlar hastalanmıştı. O süreç çok zordu, babamı kaybettim. Doktorlar ilk ikisinde hiç antikor oluşmadığını söyledi. Üçüncüden sonra tekrar test yaptırdım, bu kez antikor oluştuğunu gördük. Ayrıca aşı da olmuştum. Şimdi iyiyim.”
45 kez test yaptıran, aşıya rağmen koronavirüse yakalanan vekilleri biliyoruz ama üç kez savaşan ilk oldu. Tam kapatma, TBMM’nin zaten planladığı tatile denk geldi. Şimdi, siyasilerin virüs molası başlıyor.
ŞİDDETİN FOTOĞRAFINI ÇEKME
MÜGE ANLI’DAN BUDAYICIOĞLU’NA
Kadına yönelik şiddetin araştırılması, bir kez daha Meclis’in konusu oldu. Süreçleri bilen gazeteciler, bu konuda TBMM’de onlarca çalışma yapıldığını anımsarlar. Yeni kurulan araştırma komisyonu üyeleri ilk toplantıda, kolları sıvayıp nasıl bir yol izlemeleri gerektiğine kafa yordu. Tabii, komisyona davet edilmesi için ilginç isimler de önerildi.
Umut Erdem’in aktardığına göre; aile içi dehşet hikâyelerinin programcısı Müge Anlı’dan,“Doğduğun Ev Kaderindir, Kırmızı Oda, Masumlar Apartmanı, Camdaki Kız” gibi dizilere kitaplarıyla ilham veren Psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu’na kadar kimler önerilmedi ki. Tabii, işin toplumsal, sosyolojik, geleneksel ve bilimsel boyutu unutulmadı ve uzmanlardan oluşan bir liste yapılması da önerildi. İşte ilginç olanlar:
Yelda Erol Gökcan (AK Parti Muğla): Son dönemde çok gündemde olan özellikle kitapları diziye dönüştürülen Gülseren Budayıcıoğlu şiddeti çok çalışıyor. Şiddetin aslında ufak yaşta öğrenildiğini ve insanın hayatının ileri aşamalarında bütün hayatını etkilediğini görüyoruz. Gülseren Hoca’yı dinlemeliyiz.
Esin Kara (MHP Konya): Kadına şiddet konularını ele alan ve büyük bir izleyici kitlesi olan medya mensuplarından da faydalanabiliriz. Mesela Müge Anlı bu konuda bayağı çalışmalar yaptı.
Diyanet’ten Kültür Bakanlığı’na, Adalet Bakanlığı’ndan STK’lara, mağdurlardan faillere kadar çağrı listesi uzadı gitti. Karar bir sonraki toplantıda.
Bir araştırma komisyonu raporu daha tozlu raflarda yerini mi alacak, yoksa ilgili kurumları harekete geçirebilecek mi, hep birlikte göreceğiz.
BİLİMKURGU DEĞİL GERÇEK
Hamsinin sadece Rusya ve Ukrayna’ya gidenlerin yediği bir balık türüne dönüştüğünü düşünün, seller ve heyelanlar nedeniyle Karadeniz’de hiç fındık hasadı yapılamadığını hayal edin, hortumlar nedeniyle Akdeniz bölgesinde seracılığın sona erdiğini gözünüzün önüne getirin. Bunların hiçbiri bilimkurgu değil, bu yüzyılın sonunda yaşama olasılığı olan gerçekler.
TBMM İklim Değişikliği Araştırma Komisyonu’na gelen bilim insanları ve uzman bürokratlar öyle ağır bir tablo çiziyor ki; toplantıdan çıkanların dengesi bozuluyor. Turan Yılmaz’ın aktardığına göre, Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı ve İklim Başmüzakerecisi Mehmet Emin Birpınar, örnekleri şöyle anlatıyor:
* İklim değişikliğinin çok örneğini görüyoruz. Karadeniz ısınınca, hamsi sürü yapamıyor, bu balık, daha kuzeye, Rusya’ya ve Ukrayna’ya doğru gitmeye başladı. Daha soğuk sularda sürü yapıp oralarda yakalanıyor.
* Karadeniz’de fındık, çoğunlukla damlarda kurutuluyor. Taşkınlar nedeniyle fındıklar denize gidiyor. Geçen sene 750 ton civarında fındık denize gitti. Fındık bahçeleri zarar görüyor.
* Akdeniz’de hiç beklenmedik hortum olayları, tornadolar yaşanmaya başladı. Ani hortumlarda bütün seraların bir anda yok olduğunu düşünün. Antalya’ya günde bin tır gidip, meyve sebze alıp getirirken, bazen yüz tır ürün alabiliyor. Dolayısıyla iklim değişikliği, tedarik zincirlerini de bozmaya başladı.
* Sıcaklıklar yüzyılın sonuna kadar 3-4 derece artarsa, deniz seviyesi 5 metreye kadar yükselecek. Birçok ada ülkesi yok olacak, birçok kenti su basacak. Belki de İstanbul Boğazı’nda başka binaların yalı olacağını göreceğiz.
Maalesef, anlatılanlar film senaryosu değil. Umarım geç kalmamışızdır.
Paylaş